Peygamberlik mesleğini omuzlarında taşıyan, dün kendisine bir harf öğrettiği için köle olunacak kadar kıymeti bilinen öğretmenler son zamanlarda başta Milli Eğitim Bakanları olmak üzere veliler tarafından hakarete uğrayan, öğrencileri tarafından darp edilen, dövülen, sövülen şamar oğlanına döndürülmüştür. Tabir caizse öğretmenlik kendisine bir harf öğrettiği için köle olunacak kadar itibarlı bir mesleklikten, köle muamelesine tabi tutulacak bir meslek haline getirilmiştir.

666 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevlilerine yapılan ekonomik iyileştirilmeden nasibini alamayan öğretmen , ekonomik gücüyle birlikte itibari açıdan irtifa kaybetmiştir. Öğretmenin büyük bir umutla beklediği toplu sözleşme sürecinde payına Ek Ödeme yerine azarlanma düşmüştür. 

Öğretmenler, tolu sözleşme sürecinde Ek Ödemeden pay istemeleri sebebiyle Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın  ‘ Bir öğretmenin en düşük olanı 1624 lira alıyor. Ne karşılığı alıyor? Haftada 15 saat karşılığı alıyor. Peki, düz bir memur ne kadar çalışıyor? 40 saat. 40 saat için bu rakamın altında alanlar da var. Öğretmen ek ders verirse, bunun üstünde alıyor. Bir de tatili var. Yılda iki ay. Düz memurun tatili ise 20 gün. Şimdi soruyorum; bu haksızlık değil mi?’ İfadelerinden sonra kendilerinin sahipsiz kaldıklarını ve mesleklerinin giderek değersizleştiğini düşünmeye başlamışlardır.

Açık söylemek gerekirse bugüne kadar Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetleri döneminde görev yapan Milli Eğitim Bakanlarından Hüseyin Çelik’le başlayıp, mevcut Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’le devam eden süreç içinde öğretmeni aşağılayıcı ifadeler  bir parti politikası olmaktan ziyade kişisel bir tavır olarak değerlendirilirken, öğretmenlerin tatillerini çok gören, fiilen girdikleri ders saati karşısında aldıkları maaşı bile hak etmediklerini düşünen bir görüşün sadece mezkûr bakanların değil aynı zamanda Adalet ve Kalkınma Partisinin ve 61.Türkiye Cumhuriyeti Erdoğan Hükümetinin de görüşü olduğu kanaatine varılmıştır. Çünkü bir Başbakan’ın öğretmenlere yönelik beyanatları kendi görüşlerini yansıttığı gibi kurumsal olarak partisinin ve hükümetinin görüşlerini de yansıtmaktadır.

Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Ek Ödeme Talepleri konusunda öğretmeni hedef alan açıklamayı yaparken acaba yanılmış mıdır? Yanıltılmış mıdır? Kendisine verilen bilgiler doğrultusunda bu açıklamayı yaptıysa bu bilgiler kesinlikle eksik ve yanlıştır. Başbakan yanıltılmıştır. Eğer kendisi hiçbir araştırma ve inceleme ihtiyacı duymadan konuşmuş ise yanılmıştır. İster yanılsın ister yanıltılsın sarf edilen bu ifadeler eğitim öğretim camiasının moral ve motivasyonunu olumsuz etkilediği gibi Sayın Başbakanımıza ve hükümetine de bir şey kazandırmamıştır.

Ülkemizde Öğretmen az çalışıyor çok tatil yapıyor deniliyor. şimdi soruyoruz; eğitimin tam yıl yapıldığı dünyada tek bir ülke var mıdır? Psikolojik, pedagojik ve biyolojik açıdan bir yıl boyunca bir öğretmenin ders anlatmaya bir öğrencinin ders dinlemeye takati yeter mi? 

Rakamlar yalan söylemiyorsa TÜİK’in açıklamalarına göre yoksulluk sınırı 3 bin 200, açlık sınırı bin 200 liradır. Ortalama bin 634 TL maaş alan bir öğretmen yoksulluk sınırının yarısı kadar ve açlık sınırının biraz üstünde maaş alabiliyor.

OECD ülkelerinde  yıllık  eğitimcinin aldığı ortalama ücret 41.100 dolar iken, Türkiye’de 15 yıllık bir öğretmen ek ders ücreti dâhil 14.725 dolara tekabül  etmektedir.Yine  Ülkemizde bir öğretmen yılda 1808  saat derse girerken OECD ülkelerindeki rakam 1665 tir.  Ayrıca OECD ülkeleri ortalamasında bir sınıfa 21 öğrenci düşerken, Türkiye’de sınıf başına düşen öğrenci sayısı 40’ın üstündedir. Bu da, öğretmenlerimiz daha çok çalışırken ve iki kat öğrenciyi eğitirken, OECD ortalamasının üçte biri kadar ücret aldığının açık göstergesi değil midir?

Her gün anaların avutmakta aciz kaldığı yüzlerce çocuk ile baş eden,  bedava danışmanlık hizmeti veren, teneffüslerde dahi soru ve sorun çözen, evde  yazılı sorusu hazırlayan, yazılı kağıtlarını okuyan, sınav sonuçlarını e-okula kayıt etme mecburiyeti olan, öğrencilerin performans ödevlerini değerlendiren, anket yapan,  okul aile birliği aidatları toplatılarak adeta tahsildarlık görevi yaptırılan, dersinin hiç olmadığı veya en az olduğu günlerde nöbet tutan,  veli toplantıları gerçekleştiren, özellikle son yıllarda yaygınlaşan Toplam Kalite Yönetimi, İlköğretim Kurumları Standartları uygulamaları, TEFBİS, ADEY, RİDEF vb ek işleri yapan, idare ve bakanlık tarafından düzenlenen toplantılara ya da seminerlere katılmak zorunda kalan, üst amirler tarafından verilen programları organize eden öğretmenlerin bu ders dışı mesleki çalışmalarını göz ardı etmek, mecburi girmek zorunda oldukları öğrenciyle yüz yüze kaldığı haftalık 15-18-20 ders saatlik süreler üzerinden değerlendirme yapmak acaba hakkaniyete uygun bir davranış olur mu?
 
Şimdi Hükümetin 666 sayılı KHK ile Ek Ödeme konusunda öğretmeni ve öğretim elemanını devre dışı bırakan eşitlik adına yeni eşitsizliklere kapı aralayan hatalarını düzeltmek yerine zaten ne yapıyorsunuz ki ne istiyorsunuz gayreti içine girme çabaları  yapılan haksızlığı örtbas etmeye yetecek mi?  
652 sayılı Kanun Hükmünde kararnameye dayanılarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması sürecinde havuza alınan daire başkanları, genel müdürler, genel müdür yardımcıları, müsteşar ve müsteşar yardımcıları gibi üst düzey bürokratların maaşları iki katına çıkarılırken Öte yandan fiilen çalışan müsteşara, genel müdüre (772 TL), daire başkanına (709 TL) Ek ödeme verilirken gece yarısı operasyonları ile emekli milletvekillerine yüzde 60 oranında zam yapılırken, danışmanlarına sekreterlerine bir öğretmen maaşının 3 katı verilirken acaba günlük çalıştıkları süre ve yaptıkları tatil hesap edilmiş midir? Bu iyileştirmelerden kamu maliyesi olumsuz etkilenmiş midir?

Bütün bu haksız uygulamalara en küçük bir tepki göstermeyen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in öğretmenlerin ve akademisyenlerin 314 TL Ek Ödeme talebi ve % 16’lık zam teklifi karşısında felaket tellallığına soyunmasının sıra öğretmene, dar ve sabit gelirli memura gelince “kaynağımız yok”, “Yunanistan’a döneriz”, İspanya’ya benzerizmali denge bozulur”, “bütçe sarsılır” gibi bahanelerin ardına sığınmasının altında yatan gerçek Yunanistan’a dönme veya İspanya’ya benzeme korkusundan ziyade Faiz ödemeleri ve yeni borçlanmaların garanti altına alınması bakımından uluslararası kuruluşlara ve sermaye ağalarına verilen taahhütlere karşı duramama duygusudur. Faizlerden kesip halka verdiği için 54. Erbakan iktidarının başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesi endişesidir.

Görünen odur ki; iktidar tercihini milletten yana değil, uluslararası kuruluşlardan ve sermaye ağalarından yana kullanmayı tercih etmiştir. Onun için memura onların öngördüğünün üstünde bir maaş artışı sağlamaya cesaret edememiştir. Hükümetin kendi memuruna karşı cimri davranmasına neden olan asıl etken de budur.

Öğretmenlik ne kadar maaş o kadar hizmet demeyen, mesaisi süresi ders süresi ile sınırlı olmayan işi eğitim kurumunun dışında da devam eden bir meslek dalıdır. Öğretmen verdiği hizmetle aldığı maaş ve ücreti kıyaslamayı asla düşünmeyen, öğrencilerini kendi çocuklarına tercih eden özverili bir insandır. İsyanımız düşük zam artışlarından ziyade öğretmene biçilen değeredir. Öğretmenlerimiz sosyal, ekonomik, özlük ve idari ihtiyaçları karşılanmasa  bile  azarlanmayı aşağılanmayı asla hak etmemiştir.

Şimdi Sayın Başbakanımıza ve Milli Eğitim Bakanımıza düşen görev yanlışta ısrar etmek değil, ekonomik açıdan yetersiz, sosyal açıdan moralsiz, gönlü yıkık, kalbi kırık olan öğretmenin taleplerine anlayışla karşılık vererek kırdığı kalplerin tamiri yoluna gitmektir. Öğretmenlerle kavga ederek eğitimde başarıyı sağlayamazsınız. Zira Ordusuyla kavgalı bir komutanın başarı kazanması mümkün müdür. Şunu iyi biliniz ki öğretmeni aşağılamanın faturası kamu maliyesine değil, milletimize ve geleceğimize yansıyacaktır.