Sene bin dokuz yüz seksen küsur…  Kiminde küçük bir sinekten tahayyül ettiğim ateşler saçan ejderha ile kiminde evimizin bulunduğu caddeden geçen zamanın teknolojisiyle üretilmiş herhangi gürültülü bir arabanın sesinden türettiğim akıl almaz robot canavar siluetleri ile bir o yana bir bu yana döndüğüm yatağımda, en çok da düzenli aralıklarla alnıma konan bezden gelen sirke kokusuyla geçirdiğim, on beş adet suçiçeği hastalığına feda edilmiş günün sonrasında okula döndüğüm ilk gün “küme çalışması” notlarını, küme elemanlarının tembelliğinden tutun da notu veren öğretmenimizin adaletsizliğine kadar uzanan eleştirilere kadar, ilkokul çocuğuna yaraşır olgunlukla yapılan şikâyet dolu yorumlarının içinde bulmuştum kendimi.


       Ben suçiçeği çıkarmadan önce hangi kümedeydim ve kümemiz çalışmasından hangi sonucu almıştı hatırlamıyorum ancak, hafızamda kalan yorumları değerlendirdiğimde bizim kümenin de çok da istenen bir netice elde edemediğini sanıyorum.  Hani bir başarı payesi, bir gurur cümlesi ya da yüzlerde oluşan “başardık” anlamlı bir ifade gelmiyor hatırıma. Belki de ben tek başıma bir küme çalışması yapmak istemiştim. O zaman da doğru bildiklerime aykırılık gördüğümde, hiçbir kümeye aidiyet hissetmemiş olmam, bugünüme bakınca çok da şaşılacak bir durum olmaz benim için.


Hatırladığım şeyler; Sınıf Öğretmenimizin oğlunun, yani mevcut sınıf başkanının da bulunduğu“Canlar Kümesi” ile o dönemdeki kaymakamın, elit doktorlar ile diğer öğretmen çocuklarının bulunduğu “Sosyete Kümesi” arasındaki, yaşlarının epey altında bir düşünce yapısıyla sürdürülen en yüksek notu alma yarışı ve daha çok işçi ve memur çocuklarının arasına serpilmiş dar gelirli ailelerin öğrencilerinin olduğu “Yerli Malı Kümesinin” her ikisine karşı verdiği başarı mücadelesidir.


       Mevcut sınıf başkanı belki biraz da babası sınıf öğretmenimizden güç alarak bulunduğu kümenin liderliğini ele almıştı.Babası dolayısı ile okul idaresinin de desteğiyle sınıfa yeni bir yazı tahtası, renkli ve kırılmamış yepyeni tebeşirler ve kışın parke ve gocuklarımızın yerleri süpürmeden kalabileceği yeni ve sayı olarak sınıf mevcuduna yakın bir kapasiteye sahip olan bir askılık kazandırmıştı. Hoş, hademe ağabeyin tüm okula yetişemediği için kışın talaş sobasının kovasını sınıf nöbetçimiz değiştirirdi, ama biz yine de başkanı başarılı olarak görürdük. Ancak küme münazarası başladığında bunları anlatmaktan çok rakip küme lider ve üyelerinin okula geç gelmelerini, bazı derslerdeki düşük notlarını ve hatta “Yerli Malı” kümesindeki öğrencilerin yamalı elbiselerini diline dolar, belki de çocukluğun verdiği cehaletle, onları açıkça hakir görürdü.Yine yaşından dolayı bundan zevk alırdı.


       Bir diğer kümede toplanmış yüksek gelirli ve biraz da sosyete tabakasının çocukları da mesela sınıfa getirilen yazı tahtasının aslında ek binadaki bir derslikten getirildiğini söylerlerdi. Tadilat bitince tahtanın yenisinin oraya alınacağını ve yeni diye sunulan tahtanın sadece bizim sınıf için yeni olduğunu belirterek, asıl yeni alınacak tahtanın bizim sınıfımıza getirilmesi gerektiğini falan söyleseler de bu sözleri, sınıf başkanın dalga geçmeye alıştırdığı üyelerinin hunhar kahkahaları arasında kaybolur giderdi.


“Yerli Malı” kümesinde sadece beslenme saatlerinde sınıfça aynı anda yenilen azıkların yerli mallarından tercih edilmesi, bunların sağlıklı olması ve kalori vs. değerleri bakımından da ilkokul çağı çocukları için doğru seçimler olduğunu vurgular, bundan başka da münazarada yerli üreticilerin tebeşir ve tahtalarının aramızda para toplanarak bile alınabilecek fiyatlarda olduğunun altını çizerlerdi. Hatta yine aynı küme elemanı marangoz bir babanın oğlu, istenmesi durumunda babasının bir yazı tahtasını sınıfa hediye bile edebileceğini söylemişti.Pazar esnafı çocukları da beslenme derslerinde, mahalle pazarı sonrasına denk gelen günlerde organik domates, biber ve yumurta ikramlarında bulunurlardı. Marangoz baba ve pazarcı amcalar bu durumdan nereye kadar haberdar olurlardı, elbette bilmezdik, ama sanırım tüm kümelerin anlaşabildiği ve mutlu olduğu tek olay da bu paylaşma kısmıydı.


       Ancak münazaralar başlayıp her küme aldıkları konu ile ilgili fikirlerini, hazırlıklarını anlatmaya geldiğinde yukarıda da belirttiğim üzere hep o yaşlara yaraşır bir olgunluk ve anlayış ile öğretmenlerden aşırdıkları birkaç cümlelik süslü kelimelerden sonra, sadece çocukça laf yarıştırmaları, dersler, okuldaki davranışları ve maddi manevi durumları ile dalga geçmelerle devam eder, sonrasında da “Yaa örttmeniiimm Aaamet benim kalemimi yere attııııı!” türünden bilindik ağlamaklı seslerle sürer giderdi. Tabiidir ki son aşamada sınıf öğretmeni duruma müdahale eder, biraz sertlik hatırlatan kelimelerden kurulan tehdit cümleleri sarf edilmesi neticesinde sınıf sessizliğe bürünürdü.


       İşte suçiçeği hastalığı nedeniyle on beş günlük istirahatim sonrası okula gittiğim ilk gün bu küme çalışmalarından birinin notları açıklanmış ancak hiçbir küme notundan memnun değildi. Herkes küme arkadaşını, rakip kümeyi ve öğretmeni doyasıya suçladıktan birkaç gün sonra her ilkokul çocuğu gibi olan biteni unutmuş, sanki hiç bunlar olmamış gibi davranmaya devam etmişti. Hatta o yamalı elbiseli çocuklar sosyete çocukları ile bahçede ip atlamış, beslenme saatinde yine pazarcı çocuklarının ikramı domates ve yumurtaları birlikte yemiş, hafta sonu yapılan okullar arası futbol müsabakasında omuz omuza koşmuşlar ve birincilik madalyasını almışlardı.


       Ertesi sene sınıf başkanının babası emekliye ayrıldığından sınıf başkanı değişmiş, eski başkan sosyete çocukları ve yamalı giyen fakir çocukların da oluşturduğu bambaşka ve karma bir kümede yer almıştı. Hiçbiri de geçen sene birbirleri ile ilgili söyledikleri, dalga geçtikleri, hakir gördükleri konuları hatırlamamıştı bile. 


       Bir gözümün iftar saatinde olduğu Rahmet ve Bereket ayı Ramazan’ın şu ilk günlerinde, nedense aklıma bu hatıram geldi. Ve eğer oruç başıma vurmadı ise aslında her şeyin hala aynı olduğunu anlıyorum. Siz de etrafınıza şöyle bir baksanız; herkesin hala ilkokul küme çocukları gibi olduğunu sanırım göreceksinizdir.


       Neyse Meşhur Kırmahalle Büyük Camii müezzini akşam ezanı için minareye çıkıyor. Hele bir ağzımızın bağını çözelim, bu konuda daha etraflıca tefekkür ederiz.
       Hepinize hayırlı, bereketli bir Ramazan diliyorum…