Dil ve Edebiyat Derneği’nin her hafta yapmış olduğu Cumartesi Buluşmalarına bu hafta konuşmacı olarak Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet Zeki Ünal katıldı. Ünal, bu buluşmada “Marks Haklı Mıydı?” başlıklı konuyu işledi.Ünal, Cumartesi Buluşmalarının önceki haftalarında İsmet Özel’den bahsedildiğini hatırlatarak konuşmasına başladı. İsmet Özel’in, ilk başlarda Marksizm’i benimsemiş biri olarak toplumun karşısına çıktığını dile getiren, Ünal, “Fakat daha sonra Marksizm’i reddetmişti. Roger Garaudy Fransız Komünist Partisinin genel sekreterliğini yapmıştı. Garaudy belli bir zaman sonra İslam’a geçiyor ve hayatının sonuna kadar İslam için düşünüp İslam için yazıyor. Özel’de ve Garaudy’de de gördüğümüz hatta Marksizm’den İslam’a geçmiş olanların kitaplarında rastladığımız şöyle bir şey var: ‘Ben daha önce Marksizm’de ne aradıysam, aynı şeyi İslam’da buldum.’ Bu anlamda Marks’ı bilmek gerekir diye düşünüyorum” diye belirtti.

Marks’ 19. Yüzyılın başında 1818’de Prusya’da yani günümüz Almanya’sında dünyaya geldiğini açıklayan Ünal, “O dönmede dini arkasına alan baskıcı bir rejim hakimdi. Yahudi bir ailenin çocuğudur. Hatta hahamlık sülalesinden gelen bir ailenin çocuğudur. Berlin üniversitesinde okudu ve doktora çalışmaları yaptı. Doktora çalışmalarını yaptığı dönemde ‘Genç Hegelciler’ diye bir grupla tanıştı. Onların düşünceleriyle besleniyor. Daha sonra bu oluşumun içinde olduğu için akademisyen olamayacağını düşünüyor. Çünkü bu gruba dahil olan akademisyenler bir bir görevlerinden ihraç ediliyordu. Daha sonra kendi düşüncelerini geliştirmek üzere çalışmalara ve araştırmalara başlıyor. Yaptığı iş ise gazete muhabirliği ve dergi yazarlığıydı. 1844’lerde dava arkadaşı olan Engels ile tanışıyor ve ölünceye kadar birlikte çalışıyorlar. Evlendikten sonra gittiği Fransa’da yürüttükleri çalışmalardan dolayı Fransız hükümeti bunları ülkeden atıyor. Bunun üzerine Londra’ya gidiyorlar ve çalışmalarını burada sürdürüyorlar. 1883’te de ölüyor” dedi.

BİREYİ ARKAYA ATAN HER DÜŞÜNCE REDDEDİLDİ

Marks’ın yaşadığı ortama göre düşüncelerini değerlendiren Ünal, “Avrupa sanayi devrimi ile birlikte toplumsal yapısını tamamen değiştirmişti. Feodal toplumsal yapı değişmiş ve bunun yerine sanayi toplumu denilen bir toplum biçimi hakimdi. Bu yeni toplumda dinin yeri yok. Çünkü kilise tümüyle dışlanmış durumda. Marks, aydınlanma düşüncesinin çocuğu olarak görülür. Marks’ın da küçüklüğünden itibaren dinle hiçbir ilişkisi yok. Aydınlanma düşüncesinde bireyi ön plana çıkarıp, buna engel olacak her türlü düşüncenin dışarı atılması vardır. Yine dinin de bu bağlamda insanı arka plana attığı düşüncesi vardı.  Bunun ve buna benzer bir yapının karşısında durulur” şeklinde konuştu.

DİN İNSANLARIN UYDURMASI OLARAK GÖRÜLDÜ

Marks ve ona benzer şekilde düşünen insanların tanrının insan uydurması bir olgu olduğunu ortaya koyduklarını dile getiren Ünal, “Marks’a göre insanlığın başlangıcında yani avcı-toplayıcı denilen dönemde, küçük topluluklar arada bir karşılaşıyordu. Bu karşılaşmadan dolayı kalabalık bir şekilde bir arada bulunmalarından dolayı coşkunluk hissediyorlar. O coşkunluğu dış bir nesneye bağlıyorlar. Dış nesne bir süre sonra totem denilen tapılan bir şeye dönüşüyor. Sonra tapılan totemler, putlara dönüşüyor. Daha sonra putlar çok tanrılara dönüşüyor. Çok tanrılar da ilerleyen zamanlarda tek tanrıya dönüşüyor diye din sisteminin bu şeklide evirilerek geldiğini iddia ediyor. Tanrıyı yok sayıp onun yerine aklı koyuyor” ifadelerine yer verdi.

HEGELDEN ETKLENDİ AMA ONA ZIT GİTTİ

Sömürünün meydana geldiği sanayi toplumunun hemen oluşturulmuş bir toplum düzeni olmadığının altını çizen Ünal, “Marks ve Engels, sanayileşmenin ilk döneminde gördükleri dünyaya göre bir düşünce geliştirmiş. Diyalektik materyalizm, Marks’ın tüm insanlığı çözümlediği yöntemin adıdır. Materyalizm, maddecilik demektir. Bunun karşıtı da idealizmdir. Temelde Hegel’den etkilenen Marks, Hegel’in idealizm’ini tam tersine çevirerek diyalektik materyalizmi ortaya atıyor. Marks, Hegel’i okuyup onun düşüncelerini tersine çeviriyor. Maddenin temelde yer bulduğu diyalektik materyalizm, tanrının olmadığı düşüncesi üzerine kuruludur” açıklamasında bulundu.

MARKS BİR ŞEYİ DÜŞÜNEMEDİ

Sanayi toplumu içerisinde Marks’ın üretim araçlarını elinde tutanlar ile üretim araçlarında çalışıp ürünü ortaya çıkaran insanların sömürülen insanlar olarak iki yapıyı ortaya koyduğunu ifade eden Ünal şöyle konuştu:“ Bu iki grubun birbirlerine karşı bir çıkarı vardır. Birisi işçileri daha fazla sömürerek kar elde edebilmeyi düşünürken diğeri de ‘Ben üretiyorum, o yiyor. Neden ürettiğimi ben yiyemiyorum?’ şeklinde düşünüyor. Marks da daha önce yıkılan feodal yapının yıkıldığı gibi sanayi toplum yapısının da yıkılacağını düşünüyor. Fakat Marks’ın göremediği bir şey var. Üretim araçlarını elinde tutanlar işçilerinin isyanlarına karşı olarak, işçilere verilen ücreti arttırarak onların gönlünü yapıyor. Bundan dolayı bu sanayi toplum yapısı varlığını tehlikesiz bir şekilde sürdürüyor.”

ADEM DEMİREL