Üniversitede  okurken dersler arasında boş bir  zaman dilimi oluşmuştu. Arkadaşlarımdan biriyle yarım boy mesafesinde olan bahçe duvarına oturmuş muhabbet ediyorduk. Birden gözüme bir çaresizliğin resmi belirdi. Bir adam, takriben 40-45 yaşlarında. Bir eli direksiyonda bir eli aracın kapısında yaz sıcağının bunalttığı ,  yakıcı havada boncuk boncuk terler dökmekteydi.Artık tüm odak noktam o adam olmuştu.  Evet çaresizdi ve çaresizliğini vücut diliyle ifade ediyordu. Yanından geçen insanlara sesleniyordu ama ona bakan yoktu. Belki de o,  oradaki insancıklara görünmüyordu. Aracı yolda kalmıştı ve aracını iteleyerek yolun daha sakin bir yerine çekmeyi düşündüğü gün gibi aşikardı.

Adam sesleniyordu…Kimi onu görmemiş gibi yapıyordu.

Adam sesleniyordu…Kimi yüzünü çevirmeye tenezzül etmiyordu.

Adam sesleniyordu…Kimi saatini gösterip yoluna devam ediyordu.

Adam sesleniyordu…İnsanlık sınıfta kalıyordu.

Birkaç dakika daha gözlemledikten sonra bir solukta adamın yanına ulaştım. Evet aracının yakıtı bitmiş ve aracını uygun yer çekip en yakın yakıt istasyonundan yakıt almaya gidecekti. İlk defa bu şehre geliyormuş , sınır köylerinden birinde vatani görevini yapan bir akrabasına sürpriz yapıp onu sevindirmekmiş niyeti...Şehrin acı yüzünü orada hissetmiştim. İnsanların yakınken bile ne kadar uzaklaştığı orada anlamıştım.Aslında kalabalıkların yalnızlıklara gark olduğu o çaresizlik resminde boy gösteriyordu.

***

Birkaç gün evvel aracım bir dağ köyünde arıza yapmıştı. Köyün üst kısmında bir su kenarına aracımı güç bela yanaştırdım. Burada çok çaresiz olduğumu düşünmüştüm. Köy yeri ve çaresizlik eş anlamlı iki kelime gibi empoze edilmiştibeynim yıllarca. Aracımla uğraşırken birden sevimli bir nine yaklaştı yanıma ,nereden gelip nereye gittiğimi sordu. Hemen biraz sonra elinde bir tabakla yaz elması sundu nasır tutmuş o nazik elleriyle. Ne cömertti şu Anadolu köylüsü… Derkenorta yaşlardan bir adam yaklaştı yanıma geçmiş olsun temennilerini ileterek. Biraz kablo lazımdı, köy yerinde hay Allah nasıl bulunacaktı? “O kolay.” dedi adam. Evinden üçlü priz dediğimiz bir kablo getirdi. Bu işimizi görmezdi ki… Adam tereddüt etmeden elindeki kabloyu kesti içinden bize lazım bölümünü verdi… Ne  yardım severdi şu dağ köylüsü… Aracımdaki arıza için ustanın gelmesi zaman alacaktı. Birden koluma girdi içlerinden en yaşlısı:  “Hadi eve gidelim bi
şeyler yiyip içelim.”  Bir ev , bir nine, bir çocuk.Çocuk neşe saçıyor eve, nine az rahatsız yüzünden belli.Yaşlı adam eşine seslendi “Hanım Tanrı misafiri var.” Söz konusu Tanrı misafiriyse rahatsızlık mı olur ninede? Bir telaş , bir telaş.

Dünyanın en güzel sofrası önümde… Ne misafirperverdi şu Anadolu kadını… Aracımız  yapılana kadar yanınızdalar…İnsanlığın saf ve doğal güzelliğini gördüm o köylülerde. Cömertliği, fedakarlığı, misafirperverliği…

İki ayrı dünya, iki farklı yaşam… Boşuna söylememiş Gazi Mustafa Kemal Paşa’m:”KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR.”diye.