Küçükken bize hep sorulan o klasik soru vardı: “Büyüyünce ne olacaksın?”
Bir doktor, bir öğretmen, bir mimar... Hayal kurardık çünkü o zamanlar dünya bize büyük, biz de kendimize yeterli gelirdik. Ama büyüdükçe fark ettik ki o hayaller sadece bir meslek adı değilmiş. Arka planında geçim, barınma, adalet, imkan eşitliği, hatta bazen sadece ayakta kalma mücadelesi varmış.
Bugün 19 yaşındayım ve üniversite sınavına hazırlanan milyonlarca gençten biriyim. Çevremdeki herkes gibi ben de hayal kuruyorum. Ama artık hayal kurmak bile yoruyor. Çünkü aklımızın bir köşesinde hep aynı soru var: “Okusak ne olacak?”
Sınavdan Sonraki Savaş
Birçok kişi üniversite sınavını hayatın dönüm noktası zannediyor. Oysa biz çok iyi biliyoruz ki asıl savaş ondan sonra başlıyor. Yurt bulabilir miyim? Bulsam kalabilir miyim? KYK kredisi burs mu olacak, borç mu? Ailem ay sonunda geçinebilecek mi? Ben çalışıp destek olmak zorunda kalacak mıyım?
Ve bunlar sadece maddi tarafı. Manevi tarafını kimse konuşmuyor: Tükenmiş bir umut, bastırılmış bir gelecek kaygısı, sürekli kıyaslanma, hep bir yerlere yetişme telaşı...
İşte tüm bunların arasında “kendi hayatımı kuracağım” demek bazen delilik gibi geliyor insana.
Her Şeye Rağmen Umut
Ama yine de hayal kurmaktan vazgeçmiyoruz. Belki de bu bizim en büyük direnişimiz. Çünkü ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın, içimizdeki inatçı bir ses hep şöyle diyor:
“Belki bir gün her şey daha iyi olur. Belki bir gün biz de rahatça nefes alırız.”
Ben bu yazıyı yazarken, belki de birçoğunuzla aynı şeyleri düşünüyor, aynı kaygıları yaşıyorum. Sadece fark şu: Ben bugün bunu yüksek sesle söylüyorum. Çünkü inanıyorum ki sesimizi duyurdukça, birlikte düşündükçe, belki bazı şeyler gerçekten değişir.