Halâ yaşanılan ekonomik sıkıntının varlığını kabul etmeyenler var. Gelmiş olduğumuz durum açık bir şekilde ortadadır. İktidar döviz kurunun tarihinin en yüksek seviyesine çıkmasını manipülasyon yapılıyor diyerek, halkı kandırma peşinde yine kabullenememezlik ile algı yapmaya devam ediyorlar.

Yapmış oldukları algıya baktığımızda döviz kurunun gelmiş olduğu durumu manipülasyon diyerek geçmek ve buna insanları inandırmaya çalışmak basitçe geçilmemelidir.

Küçük bir hatırlatma ile devam edelim...
Devalüasyon nedir, nasıl oluşur bunu hatırlayalım, "sabit kur sistemlerinde ödemeler dengesi açık veren bir ülkenin ulusal parasının dış satın alma gücünün, hükümetçe alınan bir kararla düşürülmesidir. Başka bir deyişle de devalüasyon, bir devletin resmi para biriminin diğer ülke dövizleri karşısında değer kaybettirilmesidir."

Şimdi başından bakalım Türkiye ekonomisinin neden bu hale geldiğine;

2002 ve 2007 yılları arasında Türkiye Ekonomisinin krizden çıkarılmış, zenginleşmiş bir ülke olduğu imajı yaşattılar. Neler yaptılar bu sürede ucuz kredi ve ucuz döviz borcu ile borçlanarak, bu borçlanma ile kendi paramızmış gibi toplumun yıllarca eksikliğini çektiği ve bunun karşısında siyasî anlamda karşılık bulacakları yolların, köprülerin yapıldığı, süreci yaşadık. Ama kimin parası ile yaptık buradan bir pencere açalım. Sonrasında büyük bir patlama yaşayan İnşaat sektörü ile gelişmişliğin göstergesi adı altında beton yığınına dönüşen bir süreç yaşadık. Bu böyle girmeyecekti, en başında bahsetmiş olduğumuz ucuz döviz borçlanma elimizdeki paranın kendi paramızmış gibi davranmanın sonucu İnşaat sektörünün yaşayacağı bitişi gösteriyordu. Bu süreçler yaşanırken nasıl bir önlem aldık dersek, her hangi bir önlem almadan yaşanılan her ekonomik sıkıntının ardından daha ileriye gittiğimiz yönünde açıklamalar yapılarak, dış güçlerin bir oyunu adı altında bu batağa girmeye devam ettik. 2010 yılı ile bu çöküş dönemi büyük bir ölçüde hissettirirken ve 2014 yılında da batmaya başladı.

Bunları yaşarken ne gibi önlemler almalıyız diyerek çalışma yapılması gerekirken, üretim alanlarımızın tamamını yok ettik. Satarak elde edilen paralar ile toplumun gözü boyanmaya devam edildi. Sürekli arka arkaya seçim yapan bir ülke olduk. Her seçim sürecinde ekonomi adına verilen yeni vaatler duyduk.

Devleti borç batağı içine sokan anlayış, esnafı, çiftçiyi, memuru da aynı batağa çekti. Kredilere mahkum edilmiş bir toplum yaratıldı. "Üreten" Türkiye değil yerine "Tüketen" bir Türkiye geldi.

Ve bugün geriye doğru bir dönüp baktığımızda, nelerimiz vardı, nelerimiz kaldı.

Ne derdi büyüklerimiz "Hazıra Dağ Dayanmaz." Biz ne yaptık devletimize ait değerlerimizi yeniden güçlendirmek, geliştirmek ve yeni üretim alanları yaratmak yerine satmayı tercih ettik.

Bugüne geldiğimizde ise yaşanılan ekonomik sıkıntıların devam etmesi de halâ aynı zihniyet ile gitmesidir. Döviz kurunda tarihinin en yüksek seviyesini gören Dolar ve Euro üzerinden ekonomiyi değerlendirmemeliyiz diyerek bunu manipülasyon olarak adlandırmak doğru bir yaklaşım değildir. Yaşadığımız bu kriz ortamında döviz borçlanmalarının yükü yine halkın omuzlarına yüklenecek. Özel sektörde yaşanılan küçülme topluma yansıyacak.

Türkiye ekonomisinin yeniden güçlü bir ekonomiye dönüşmesi için en önemli alan tarım alanıdır. Türkiye Ekonomisinin en önemli etkeni tarımdır. Tarım politikaları yıllardır yanlış uygulanmaktadır. Çiftçilerimiz yeterli destekleri görememektedir. Üretimi ve üreticiyi desteklemesi ve güçlendirmesi gereken iktidar yıllardır tüketime yönelik politika uygulamaktadır. Tarımda yapılan ithalat çiftçimize de büyük zarar vermektedir. Çiftçiye zarar veren bu durum ekonomiye de büyük zarar vermektedir. Bu ithalat ve tüketim politikasından bir an evvel vazgeçerek, tarım alanında yeni ekonomik politikalar ile tarımda sanayileşme sürecine girilmelidir.

Bir an evvel tek bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak söylemlerden kurtulup, ülkemizin geleceği adına, yenidünyanın getirimleri ile yenilenmiş ekonomik ve tarım politikaları ortaya koyulmalıdır.