HER SON BİR BAŞLANGIÇTIR BİZLERE

"Her gün yeni bir yerden geçmek ne iyi, 
Her gün yeni bir yere konmak ne güzel, 
Bulanmadan, donmadan akmak ne ala! 
Dün, dünle gitti cancağızım! 
Neler söylemek gerekirse düne ait, 
Bugün yeni şeyler söylemek lazım." (Mevlana)


İnsan hayatı boyunca sonu olan başlangıçlarla örülü ve adına ömür dediğimiz ince ama bir o kadar da kısa bir çizgide yürüyüp gitmektedir. Doğumla başlayan yeni başlangıcında nice çetin mücadelelerle karşılaşır insan. Bebeklik yıllarında onu kollayan, gözetleyen anne gibi değerli yardımcısı vardır. Bebekliğin sonu ile çocukluğa atılmanın sıkıntıları onu karşılar. Yürümenin getirdiği tehlikeler, konuşma safhası, okula başlamayla başlayan yoğun ve stresli yıllar, sınav kaygıları ile biter o güzelim çocukluk yılları. Belki de bütün bu olumsuzluklara rağmen hatıralarda hayatın en güzel safhası olarak kalır.   
   

Toyluğun getirdiği heyecanla başlar gençlik yılları. Hayatta gelgitlerin en fazla yaşandığı ve hengâmeler arasında uçup gider o yıllar. Yeni alışkanlıkların başladığı, kırılganlıkların en fazla olduğu bu yıllarda uçarı hayaller ve sevdaların peşinde açık denizlerde rotasını şaşıran bir kaptan misali gelgitler arasında kaybedilen yıllar.

Ardından orta yaş dediğimiz mesleğe atılmak için çırpınılan, evlilik telaşının sardığı, kişiliğin olgunlaşmaya başladığı yıllar. Evlilikle gelen telaş ve babalık duygusunun üzerinde ağırlığı ve şaşkınlığı vardır yüreklerde. Bir aile olma bilincinin henüz ilk yılları. Sonra minik bir eli tutarsın şaşkınlıkla ve ben baba oldum, demenin hazzı heyecanlandırır yürekleri. Bu hengâmeler içerisinde üzerine birde iş ve aş telaşı girince saçlarda belirmeye başlar aklar. Aynaya her bakışta ben değişiyorum der insan korkuyla. Oysa daha dün bahçenin önünde bendim çelik çomak oynayan, bendim kırlangıç sürülerinin peşinde koşan, diyerek hayıflanmaların yaşandığı zamanlar.  

Telaşlar arasında ellili yıllar. Kişilik oturmuştur artık. Çocuklar sınav maratonlarında boğuşurken bizler onlardan daha telaşlıyızdır. Daha dün bizim yaşadığımız kaygıları onlar adına belki de daha fazla biz hissederiz yüreklerimizde. Kuşak çatışmaları içerisinde tanıyamadığımız çocuklar vardır yanımızda. Her gün farklı heyecan arayan uçarı gençler arasında sözümüzü geçiremediğimiz huyu farklı, hayalleri farklı iki insan olarak çok zor buluşuruz yemek masalarında. Kendi kendimize nice sorular uçuşur beyinlerimizde. Ben neden anlatamıyorum evladıma kendimi? yahut ben mi onu anlamıyorum? diyerek dalarız düşüncelere. Derken kolesterol, şeker,  tansiyon gibi sağlık sorunları dost olur bizlerle. Anne ve babamızı en fazla bu yaşlara gelince anlarız. Biz nasıl onların gözünde hala o sevimli çocuksak, bizler içinde evlatlarımız aynıdır. Derken onlarda bu telaş içinde bitirirler okullarını. Tanıştıkları eş adaylarıyla evlilik telaşı sarar yürekleri. Düğün derneklerle başlar beraberlikler. 

Altmışlı yıllar yorgunlukların iyiden iyiye kendini hissettirdiği yıllar. Yokuşlarda soluklanmalar, raflarda günlük kullanılan tansiyon, kolesterol ya da şeker hapları… Bizimle dostlukları daha da pekişmiştir.  Akranlarımızla daha sık buluşuruz sohbet mekânlarında. Ayrılıklar yaşarız musalladaki cenaze namazlarında. Kendimize yakıştıramadığımız ölüm daha fazla yakınımızdadır artık. Hazırlık yapmak gerek deriz kendi kendimize. 

Çocuklar bayramlarda uğrarlarken bizlere, özlem biraz daha sarar yorgun gözlerimizi. Bayramları iple çeker, şekerleri koyarız sehpa köşelerine. Telefonlarla gidermeye çalışırız hasretimizi. Emeklilik yılları hiç de rahat değilmiş oysa yazık etmişiz telaş içinde biten yıllara. Tam rahata ererken Azrail ayırır bizleri can yoldaşımızdan. Bu ayrılık bizi içten içe eritir. Hazan bahçesi gibi yalnızlığa dayanamaz bu beden ve solar gideriz. Kendimize derdimize, maneviyatımıza ayıramadığımız yıllara yanarız. Bir şeyleri unutmuşuz, yazık bir şeyleri de yapmalıymışız bizimle giden hayatla beraber diyerek hayıflanırken hani şu ölümsüz cümle ne güzelde tarif etmektedir yaşadıklarımızı; “Yarınlar hep güzel olacak derler, oysa bugünlerde dünlerin yarını değil mi? “