Hiçbiri…

          Sahi nedir hiçbiri olan. Graham  Bell’in karısı Mabel Gardiner Hubbard’ın “Gece gece başımıza icat çıkarma herif” dediği gün, sabah icat olunmuş bir telefonla uyandığı o güne lanet olsun diyesi geliyor insanın. Sonra da hiçbir şey ifade etmeyen ama Graham Bell'in sevgilisi Allessandra Lolita Oswaldo'nun baş harflerinden ileri gelen o “ALO” kelimesini giderek özlüyor olmak yoruyor insanın gönlünü.

            Mesaj gönderdim sevdiğim -whatsapp- denen trenle ulaşmadı mı yoksa? Bir fotoğraf koydum anacığım yüreğimden yüreğine  –instagram- dedikleri cama yapıştırdım hele, pencereme yakın ama pencerene uzak biraz. Bakıp bakıp ağla olmaz mı? İçimden geçenleri –twitter-a yazdım daha ne. Görmedin mi cancağızım. Nasıl görmezsin yoksa beni sevmiyor musun eskisi gibi…

              Hiçbiri…

          Ne telefonlar ne de bilgisayar denen harika mikrop(!) Adını internet bildiğimiz ince hastalık ve onun sakat doğan yavrusu sosyal medya. Adamı gün gün yiyip bitiren… Kim demiş veremin çaresi var? Haydi herkes evine… Cümleten geçmiş olsun, verem olduk haberiniz ola ahali. Annem, anneannem, bir de babamın tahlilleri temiz çıktı bilirim. Çok şükür onlarda yok bu illet hastalık. Gerimiz veremin pençesinde vesselam. Kalan ömrümüz geçip gidecek işte…

         Sahte duygular kusarak, uyduruk cümle ve aforizmalarla cebelleşerek.  Annem bilmez internet’i. Babam instgramı açmadan ölecek belki de. Ben hiç babamın seni seviyorum dediğini duymadım anneme. Çiçek de vermedi bir kez olsun şahidim. Whatsapp denen camın arkasından masallarda anlatmadı anlatmayacak eminim. Ama sevecek babamı annem, bekleyecek annem babamı sahici bir camın arkasında.

             Hiçbiri…

           Giderek hiç olan eskiler cancağızım. Birisi, birileri işte…  Sensin hiç olup giden, benim, o ve ötekisi. Ve bizi biz yapan her ne varsa işte. Dışarıda kar yağıyor sevdiğim. Ondandır yüreğinin üşümesi. Soğuktandır gözlerinin yaşarması. Yüreğinde sakladığın, bir türlü söyleyemediğin o sözler hele. Soğuktandır hep. Donmuştur içine attığın her ne varsa. Doğacak sıcak bir tebessümü bekler çözülüversin de dilinin ucuna düşüversin. Soğuktandır cancağızım üşümen. Yanındayım bak ben. Yanında herkes. Bir telefon kadar yakın bütün dostların. Bir cümle, bir beğeni, bir yorum kadar yakın hem de.

          Kar dışarıya düşüyor hem neden hüzünlenirsin ki bu kadar. Saçlarına düşen aklara mı takıldın yoksa? Dedim ya bir mesaj yazarım gönlünce, olmadı bir de resim koyarım yanı başına. Erir kaybolur hepsi. Ne kar kalır ne de soğuk. Saçlarına düşen akları bilemem. Onların sebebi benim, o belki de onlar ama çaresi ben değilim bilirim. İnanmadın mı yoksa bana…

          Keşke diye bir şey varmış duyarım. Olmayanı, olmayacakları anlatan… Keşke… Keşke beni annem değil de anneannem doğursaydı cancağızım. Erken açsaydım da gözlerimi, geç kalsaydım ömrümü hiç eden şeylere. Sevseydim annemin babamı sevdiği gibi. Sevseydim de bir kere bile seni seviyorum diyemeseydim. Vermeseydim bir kez olsun çiçek denen kandırmacadan.

        Olmasaydı ellerimi zihnimle bir rehin alan telefonum. Bilmeseydim ruhumu verem eden telefonumdan telefonlara sahte aforizmalar yazmayı. Öğrenmeseydim keşke yıllar önce annem bir de babamla ettiğimiz muhabbetten başka ne varsa. Yapmasaydım keşke sobanın başında gözlerimizin içine baka konuştuklarımızdan başka konuşmaları. Görmeseydim keşke sımsıcak bakışları hiç eden sahte sözleri, yalancı resimleri. Dokunmasaydı keşke ellerim sobadan başka icatlara. Kalmasaydım keşke cancağızım, buz gibi ekranların arkasında biri birimize oynadığımız oyunların ortasında.