HİKAYEMİZİN YARIM ASIRLIK SESİ: MUSTAFA KUTLU

Mustafa Kutlu, 1970 sonrasında ülkemizde modernleşme ve kalkınmaya yönelik yapılan çalışmaların sebep olduğu yaşamsal değişiklikler, köyden kente yapılan göçler ve taşralı ile kentli arasındaki çatışmanın ilham verdiği eserler ortaya koyar. Halkın psikolojik, sosyolojik ve tarihini iyi bilen Kutlu, iç içe olduğu çevre ilişkilerine yer vererek halkın hayatlarından  kesitler ile bu sorunlara dikkat çekmek ister. Mustafa Kutlu'nun hikâyesi muhteva açısından geleneğe bağlanmıştır, biçimsel olarak ise çağının anlatım özelliklerinden yararlanmıştır. Kutlu'nun kaleminin merkezinde yer edinen "tasavvuf" ve "Anadolu romantizmi" kavramları hikâyelerinin temel direkleri olmuştur. Onun hikâyesini geleneğe bağlayan, geleneğin kıssadan hisse çıkarmasını önceleyen metinlerin "hikmet" düşüncesine karşılık gelmiştir. Kutlu'nun bütün eserlerinin altında bir tasavvuf etkisi vardır. Bunun yanı sıra eserlerinin genelinde olay örgüsü köyden kente göçü anlatır. Buna örnek olarak “Beyhude Ömrüm”ü gösterebiliriz.

“Beyhude Ömrüm” köyden kaçış ve köyde kalmaya direniş üzerine odaklanmış bir hikayedir.

Köylüler yolsuzluktan, okulsuzluktan, susuzluktan, geçim sıkıntısından yakınır. Ancak bir kolayını bulsalar hemen kapağı şehre atacaklardır. "Ah derler, şehirde başımızı sokacak bir oda gecekondu yapacak parayı bulsak burada durur muyuz?" Şehir ahalisi ise "şu gürültü ve karmaşadan; şu donuk, renksiz, tatsız hayattan çekip gitmek; bir güzel tabiat köşesinde temiz toprak, temiz hava, temiz su ve temiz ilişkiler içinde kafamızı dinleyebilsek” derler.

Eserde köyde bulunanların yaşamları anlatılıyor. Köyden kente özellikle İstanbul’a göçenlerin hayatlarına değinilmiyor.

Şehir hayatından bıkıp köye yerleşenleri ise Muhterem Bey adlı şahıs temsil ediyor. Muhterem Bey şehirden kaçarak “baba ocağını görmek, ömrünün sonunu mutlu, huzurlu geçirmek için köye gelir. Onun ağzından neyin nasıl çözümleneceğini anlıyoruz: Ne işim var benim bu dağ başında, diye sordum kendime. Cevap yok. Benimkisi bir çılgınlıktı. Kendimizi kandırmayalım. Herkes kendi muhitine yakışır.” Bu, hikâyemizin okura vermek istediği ana mesajdır. Aslında kahramanımız da bu düşüncededir. Nasıl ki Muhterem Beyin muhiti İstanbul ise onun da muhiti, yakıştığı yer köyüdür. Bu düşünceyle imkansız denilen hayalini gerçeğe dönüştürür. Ömrünü verdiği bahçesinin beyhude bir uğraş olduğunu oğlunu köyden İstanbul’a gitmesiyle anlar. Oğlunun gözünde bu bahçe sadece üç-beş ağaçtır.

Kahramanımız her köyde bir ıslak kayanın var olduğunu, köylünün bu kayalara tutunarak, direnerek köyde kalması gerektiğini ve böylece büyük kentlerdeki işsizlik, gecekondu gibi sorunların oluşmayacağını düşünmektedir.

“Beyhude Ömrüm”ün vermek istediği ana mesaj ;köyden kente göç ederken köyümüzün kültürünü yeni hayata taşıyamadık, neticesinde büyük kentlerin varoşlarında ne köyden kopabildik ne de tam anlamıyla şehirli olabildiktir.

Mustafa Kutlu Beyhude Ömrüm’le ilgili bir söyleşisinde şöyle demiştir: “Beyhude Ömrüm’ün üç unsuru vardır. Birisi benim içimdeki tabiat aşkıdır. İkinci arka planda Türkiye’deki toplumsal değişme, köylerin boşalması ve üçüncü olarak bütün yazdıklarımda bulunan tasavvufî bir şey vardır.”