Çalab’ın dünyasında yüz bin sevgi var ola

Kabul et gör kendine kangısı layık-durur

Yunus Emre

Kangı, bugün soru sıfatı olarak kullandığımız hangi kelimesinin Türkçedeki eski şeklidir. Kökü “ne” anlamına gelen “ka”dır. Yunus’un ilahilerinde, Dede Korkut’un dilinde, Baki’nin gazellerinde, şiir veya nesir türünde yazılmış birçok metinde tesadüf ettiğimiz kanca “nereye”, kancaru “nereye (doğru)”, kanda “nereye, nerede”, kandan “nereden”, kanı “hani” kelimelerinin hepsi bu kökle ilişkilidir. Bu kelimeler Yunus Emre’nin “Ben kanda(y)sam dost andadır, her kancaru bakar isem oldur gözüme görünen”, Fuzuli’nin “Kanda olsan ey peri gönlüm senin yanındadır”, Nedim’in “Kangısın alsam gülü yahut ki camı ya seni” mısralarında âdeta ölümsüzleşmiştir. Ka’nın hayat verdiği bu soru kelimeleri, Oğuz Türklerinin tarihî yazı dilleri olan Eski Anadolu ve Osmanlı Türkçesinde hayli işlektir. Türkiye Türkçesinde ise canlılığını yitirmiş, yerini “ne” ile teşkil edilmiş yapılara bırakmıştır. Bugün dilimizdeki “hangi, hani” örnekleri ka’nın hatırasını yaşatan şekillerdir.

Yunus Emre’nin belgelerle tarihlendirilen yaşam öyküsü 1241-1321 yılları arasına rastlar. O, “hâlden hâledir” diye tasvir ettiği bu yolculukta türlü gailelerle karşılaşmış, muhtelif imtihanlarla sınanmıştır. Vakti saati gelince de her ölümlü gibi “ecel şerbetini içmiş”, “gelenin geçtiği, konanın göçtüğü” bu “fâni dünyadan beka âlemine uçmuş”tur. Onun gerçek hayatı “can kuşunu uçurduktan” sonra başlamış, daha hayattayken okunan ilahileri irtihalinden sonra adıyla birlikte diyardan diyara ulaşmıştır.

Yunus’un şiirleri, sağlığındayken halkın, sanatçıların, gönül ehlinin terennüm ettiği mısralar arasındadır. Çağdaşı Âşık Paşa’nın (1272-1332) 1330 yılında tamamladığı Garip-name’de Yunus’un bazı beyitlerini açıklaması ozanın ününün o devirde Anadolu’da yankılandığını gösterir. 1438’de Türklere esir düşen ve ömrünün yirmi senesini Edirne, Bursa, Bergama gibi şehirlerde geçiren Şebeşli Georg’un esaretten sonra Roma’da şairin iki manzumesini yayımlaması Yunus’un çağrısının XV. yüzyılda Avrupa’ya kadar ulaştığını anlatır. 1671 yılında Karaman’a gelen Evliya Çelebi Yunus’u yerinde ziyaret eder, ondan “Türkçe tasavvufane beyitleri, şiirleri ve ilahileri meşhurdur.” diye söz eder. Osmanlı ülkesini ve sair beldeleri karış karış gezen seyyah-ı fakir, dolaştığı yerlerde Yunus ilahilerini dinlemiş olmalıdır. Şiirleri Dede Efendi, Zekai Dedi gibi bestekârlarca bestelenen Yunus’un adı ve dizeleri Osmanlı coğrafyasının en ücra köşelerine kadar yayılmıştır.

Halkın çok sevdiği, ilahilerini dilinden düşürmediği, beğendiği her şiiri ona mal ettiği, âşıklarınsa adını mahlas edindiği Yunus Emre, Fuat Köprülü’ye kadar Türk aydınının dikkatini çekmemiştir. Rıza Tevfik’in “koca Türkmen şair-i sufisi” diye takdim ettiği Yunus’un bilim dünyasınca fark edilmesini sağlayan Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (1919) isimli çalışması olmuştur. Bu eser, Cumhuriyet Türkiye’sinde dikkatleri Yunus’a çevirir. O günlerden itibaren edebiyat, sanat ve bilim çevrelerinde Yunus Emre rüzgârı esmeye başlar. Yakup Kadri’den Necip Fazıl’a, Burhan Ümit’ten Abdülbaki Gölpınarlı’ya pek çok kalem sahibi Yunus’u anlatan şiirler, piyesler, kitaplar vücuda getirir. Bu aşırı ilginin sonuçlarından biri de düşünce dünyası ve hayat hikâyesi yönleriyle “Hangi Yunus?” dedirtecek şekilde birbirinden farklı Yunusların ortaya çıkmış olmasıdır. 

Yunus Emre’nin hayatını kaleme alanlar, bu öyküyü daha çok menkıbeler üzerine inşa etmiştir. Temel başvuru kaynakları ise Hacı Bektaş-ı Veli Vilayet-namesi ile Tezkiretü’l-Has isimli menakıpnameler olmuştur. Bunların yanında halk arasındaki anlatılara kulak verenler de vardır. Menkıbelere göre Yunus çileli ömrünü Orta Anadolu’da geçirmiştir. Evli ve çocuk sahibidir. Toprağını ekip biçen bir çiftçidir. Tapduk Emre’ye bağlandıktan sonra kırk yıl tekkenin işlerini görmüştür. Bazı motifleri ortak olan menkıbelerin birbirinden ayrıldığı taraflar da vardır. Bektaşi anlatılarında tasvir edilen Yunus fakir ve garip bir çiftçi iken Halvetîlerin takdim ettiği varlıklı, ilim sahibi bir müftüdür. Halk rivayetlerindeki Yunus ise gezgin bir derviştir; Mevlana ile sohbet etmiş, Tapduk’a damat olmuştur.

Arşiv belgeleri ve tarihî kaynaklardaki Yunus Emre, sözlü gelenek ürünlerinde anlatılanlardan farklıdır. Şikari’nin Karaman-name’si Yunus Emre’yi şeyh ve siyasi nüfuza sahip biri hüviyetinde sunar. Müellif, dinî kimliği sayesinde Türkmen grupları üzerinde etkili olan Şeyh Yunus’un bir saltanat mücadelesine karıştığı için idam edildiğini yazar. Evliya Çelebi ise Seyahat-name adlı eserinde onun şairliği ve mezarı hakkında önemli bilgiler paylaşır. Tarihçi Ömer Lütfi Barkan ile Kamil Kepecioğlu’nun bilim âlemine takdim ettiği, İbrahim Hakkı Konyalı, Hulusi Güngör, Durmuş Ali Gülcan, Cahit Öztelli’nin de ısrarla üzerinde durduğu salname ve vakıf defterleri, Yunus’un soyu, ailesi, mesleği, mezarı hakkında kesin malumat içerir. Bu bilgilere göre Yunus, Horasan’dan gelip Karaman civarındaki Yerce adlı mezraya yerleşen Yesevi dervişi İsmail Hacı’nın torunudur. İsmail adında çocuğu, Emre adında torunları vardır. Kirişçilik gibi devrin önemli bir mesleğini icra eder. Karamanoğlu I. İbrahim Bey’den toprak satın almış, varlıklı bir kişidir. Yaşadığı topraklarda tekke, mescit inşa etmek suretiyle gönüllere seslendiği gibi kirişhane, değirmen vb. yapılarla oraları imar etmiştir. Risâletü’n-Nushiyye’nin sonundaki 707 tarihi ile Adnan Erzi’nin bulduğu mecmuadaki 1320 kaydı şairin yaşam öyküsündeki önemli duraklara işaret eder.

“Hangi Yunus?” sorusuna cevap ararken kulak verilmesi gereken isimlerden biri Ömer Lütfi Barkan’dır. Araştırmacı, göçler sırasında Anadolu’ya yerleşen şeyh, ahi, derviş gibi kimselerin sadece “elinde asa, belinde teber (balta)” dolaşan tipler olmadığını, bunların kendilerine bazı imtiyazlar tanınan birer aşiret reisi olduğunu, daha ziyade boş ve bakımsız alanlara yerleşerek oraları geliştirdiğini söyler. Barkan, bu kişilerin Anadolu beyliklerinin kuruluşunda önemli görevler üstlendiğini, içlerinde dinî nüfuza sahip kimselerin de bulunduğunu ifade eder. Barkan, tezini örneklendirirken Şeyh İsmail Hacı ve ona bağlı topluluğu da sayar. Gerçekten de Hacı Bektaş, Hacı Bayram gibi erenler o çağda yalnızca gönülleri değil Anadolu’yu imar etmek için de seferber olmuştur. Bu şahsiyetler, yaşam felsefelerinin bir gereği olarak, insanları düzenli bir hayat sürmeye teşvik etmiş, Anadolu’ya dalga dalga gelen konargöçer grupların yerleşik düzene geçmesinde büyük rol oynamıştır.

Yunus’un şiirler söylemesi, sözlü ve yazılı kaynakların ortak yönüdür. Ailesi ve hayatına ilişkin birtakım malumat nakleden menkıbelerin şairin kökeni hakkında aydınlatıcı olmadığı açıktır. Anlatılarda çizilen Yunus portresinin Anadolu’yu imar eden Yesevi erenlerinin genel karakteriyle örtüşmediği aşikârdır.

Edebiyatımızda Yunus Emre ve Bursalı Âşık Yunus’un haricinde aynı ismi taşıyan başka söz ustaları, gönül erleri de vardır. Mevcut divanlara Yunus mahlaslı bu ozanların manzumelerinin de girdiği, Yunus Emre’ye ait diye bilinen bazı ilahilerin asıl sahibinin Âşık Yunus (vefatı 1440’tan sonra) olduğu bir hakikattir. Bunlar günümüzde araştırmacılar tarafından ayırt edilmiştir. Sıra “Bizim Yunus”un hayat hikâyesinin sadece menkıbelere dayanarak değil belgeler ışığında yeniden yazılmasına gelmiştir. Bu, şiirlerinde daima “gerçek âşık, gerçek er, gerçek eren, gerçek sevgi” vurgusu yapan bir hakikat erine karşı bir gönül borcudur aslında. Bu borcu ödemenin vakti gelmiştir. 2021 Yunus Emre yılı bu borcun ifa edildiği yıl olmalıdır.