Eğitim ve Öğretim yılının başlayıp okullarımızın açılması adeta ikiye bölünmüş bir yılın, birinci yarısının başlamasıdır. Okulların açık olduğu dönem, işlerin yoğun, telaşların fazla olduğu dönemlerdir. Hayat daha bir disiplinli, işler daha bir rayındadır. Okullar kapanınca başlayan dönem ise tam bir tatil havası estirir ve uğraşlar şekil değiştirir.

Okullar bizim en değerli kurumlarımızdır. Onları daha güzel, daha kalabalık, daha verimli gördükçe mutlu oluyoruz. Onların emin ellerde daha güzel yönetildiğini gördükçe daha da mutlu oluyoruz. 
Bu okullarımızda her geçen gün endişe ile izlediğimiz müfredat yapısı ise bizi biraz ürkütüyor. Benliğini unutmuş, hayattan kopuk, temel beşeri münasebetleri öğrenememiş insanların yetişmesinden endişe duyuyoruz.

Bu müfredat ne olmalıdır. Bu konunun uzmanı değiliz ancak, bu müfredatın hayatın tam içinden ve eğitim eşittir öğretim ağırlıklı olması gerektiğini de biliyoruz.
On yıllardır bu Milletin evladına bir işkence gibi dayatılan yabancı dil için harcanan emek, zaman ve performans, başka bir yöne çevrilse idi bu kalkınmışlığımız ikiye katlardı. Üstelik bu dayatmaya rağmen liselerden mezun olan milyonlarca insanımız tarzancadan öteye bir dili hiç öğrenemedi. 

Geçmiş yıllarda mutlak bir yabancı dil öğrenilecekse bulunduğumuz coğrafya ve kültürel etkileşimler göz önüne alınarak, Arapça, Rusça ve hatta yunanca, Latince gibi derslerin de seçmeli olmasını savunduğumuzda tercihler arasında Arapçanın olmasından dolayı adımız gerici olmuştu. Ama bu gün Rusçanın ve özellikle Arapçanın ne kadar önemli olduğu, bu konuda tercüman, satış elemanı ve diplomat bulunmadığını da acı bir geçek olarak görmekteyiz.

Okul denilince anında akla gelen kavramlar vardır. Öğretmen, sınıf, ders zili gibi. Bu gün nadiren kötü örnekler çıksa da öğretmenlerimizin gayretli ve kendini yetiştirme çabasında insanlar olduğunu görüyor mutlu oluyoruz. Sınıflarımız da çok şükür 60 kişiden 20 lere düştü. Nezih ve kaliteli artık.

Ders zili denilince bir zamanların pirinç çanlardan oluşan ve kullananın ustalığına göre melodiler sunan ziller yerini elektronik zillere bıraktı. Gavur icadı zillere…
Gavur bir icadı yapınca elbette kendi ölçeklerinde, kendi değerlerince yapar. Ama biz bunu alırken değerlerimizi ve ölçülerimizi unutmuş yarı mankut bir toplum olduğumuzdan olduğu gibi alırız. Bir de ne menem bir şey olduğuna bakmadan incelemeden araştırmadan hemen uygularız. 

Bizden olmayanların uyguladıkları planlı ve programlı bir kültür emperyalizmi sömürüsünü uygulayan ve pompalayan teşkilatların da desteği ile onların bekledikleri yozlaşmanın birkaç katını gösterme başarısını da gösteririz.

Bu gün okullarımızda kullanılan bu zillerde kilise dini müziklerinden tutun da, çeşitli ülkelerin folk parçalarına kadar tamamı mevcut. 
Çarşambayı sel aldığından, Ankara’ya kar yağdığından, Anadolu’da adam kalmadığından bir türlü Üsküdar’a gitmek kısmet olmaz ve arı sütü gibi saf ve temiz Türk Müziği etkilerini göremeyiz.

Matematiğim zayıftır. Yine de bir hesap yapacağım: 6 ders 12 zil artı, bir de öğretmen zilleri etti 18. Bir öğrenci bu zırva müzikleri günde 18 sefer duyuyor. Üstelik zil çalması onun bilinçaltında dakikalar saatler boyunca oluşmuş bir beklentinin, bir boşluğun yerini dolduruyor. 
Eh biz de gereğini yapıp o masum beyinleri, emperyalistlerin hedeflediği gibi, onların müzikleri ile yıkayıp onlara mankut yetiştirmede ilk ve en önemli adımı atıyoruz.

Şimdi bir öneride bulunmak istiyoruz: Bu müzikleri ihtiva eden zillerde değeri 5 – 10 kuruş dahi olmayan çipler var. Bu çiplerin yerli imkânlar ile yapılması sanırım mümkün. Ama olmasa bile Çinli Mini Devler bunu şipşak hallederler. 

Bu çiplere, liyakatli eğitimcilerimizden görüşü alınmış Türk Müziklerinden kopyalansa… Üstelik ders başlangıç ve bitişlerine, sabah saatlerine ve öğle saatlerine uygun eserler seçilse mükemmel olmaz mı? Bunları okullarımızın yaş guruplarına göre uygulamak da mümkün. 
Karamanda bu çipleri değiştirecek usta çok var. 

Bunun için Milli Eğitimin her naneye maydanoz olan bütçesinde belki yer yoktur. (Kemali birkaç bin Tl yi bulmaz ya) Karamandan bir babayiğit, örneğin Özel İdare Bütçesinden, örneğin Köye Hizmet Götürme Birliği bütçesinden ya da babamdan kalan mirasın ya da alnımın terinin bütçesinden karşılarım der mi?
Milli Eğitim Müdürümüz ve Sayın Valimiz bir değerlendirsin. Sponsoru bulmak bizim için kolay bir iş. 

Sonra da çıkalım ve Ankara’ya bağıralım: “Bakın; biz, bize uygulanan emperyalist oyunu bozduk. Türk Dilinin Başkentinde öğrencilerimizin beyinlerindeki ÖZ Kültürümüzü yıkattırmıyoruz, daha da cilalıyoruz” desek?

Teklif var, ısrar da VAR…