Ben bozkırda, ağaçsız, kurak, yeşili az gördüğümüz bir köyde yetiştim. Yaz günlerinde tarlada çalışırken gölge olarak traktör römorkunun altında otururduk. Güneşin yakıcılığının yanında birde toz olurdu. En sarışın bir adam bile bizim köyde birkaç günde oldukça esmerleşirdi. Onun için olsa gerek ki, ben hep yeşile, ağaca hasret hissediyorum kendimi. Doğanın koynunda, yeşillikler içinde, suların çağladığı, kuşların cıvıldadığı, ağaçların hışırdadığı yerlerde insan her şeyi unutuyor. Kendine geliyor, bambaşka duygular içerisine giriyor. Hep söylediğim gibi bizimkisi “yeşile hasret.” Şair Mustafa Gül’ün dediği gibi hasretliğimiz yeşile, suya, doğaya, tarihe.

Karamsar duygular içinde
Siyaha tutsak olup
Yeşili özledim.

Doğanın yeşilini

Yaşamın yeşilini
Tanrının nimetinin,
Aşının, sevgisinin
Kardeşçe bölüşüldüğü
Yaşamın yeşilini özledim.

İnsan kendini soğuk beton duvarlar arasında içini her ne kadar süslesek te, boyasak ta ruhen üşümüş hissediyor. Soğuk geliyor beton. Her şey yapay, pencereler bile plastikten. Duvarlar bile nefes alamıyor. Onun içindir ki ilk fırsatta doğaya, mesire alanlarına koşuyoruz. Soğan ekmek yesek te bal gibi geliyor. Bunun kıymetini, doğaya özlemi salgın döneminde herkes anlamış olacak ki, kırsal alanda arsa ve tarla fiyatları çok yükselmiş. Kimseyle temas etmeden doğada yaşamak için insanlar karavanlara yönelmiş.

Rahatlamak, kendini yenilemek, kafayı boşalmak, yeşillikler içinde durup nefes almak için bazen uzaklaşmak, doğaya hicret etmek gerekir. Bizde öyle yaptık. Aslında her şey tesadüf gelişti. Yusuf Karçaaltıncaba ile birkaç kez yolculuk yaptık. O da benim gibi doğayı, gezmeyi, yeni yerler görmeyi seven, anlayışlı, yol arkadaşlığı yapılabilecek birisi. Salgından dolayı görüşemiyorduk. Okullar tatil olduğundan ziyaretine vardım. Epeydir karavan yapımı ile uğraşıyordu.

Bana: “Karavanı yaptım, ruhsatını aldım, bunu test etmemiz lazım. Sen bir güzergâh çiz, kaç gün olursa ben müsaitim gidelim. Yalnız görmediğimiz yerler olsun.” Dedi. Bende birkaç gün araştırıp beş günlük yol haritasını hazırladım. Oldukça da sevinçliydim. İnşallah bir aksilik çıkıp hevesimiz kursağımızda kalmaz, diyordum. Kısıtlamanın olmadığı pazartesi günü erkenden yola çıktık. Sertavul’a girmeden su dolduralım diye durduk. Sisli, hafif yağmur, buz gibi esen rüzgâr vardı. Suları dolduruncaya kadar elim ayağım dondu.

İlk gideceğimiz yer Mut üzerinden, Ermenek Gökçeseki köyü idi. Burada sosyal medyadan takipleştiğim Rasül Sağlam vardı. Her gün bir yerleri gezip resim paylaşıyordu. Onunla irtibata geçip hem görmediğimiz Gökçeseki Ören Yeri’ni görecek ve asıl hedeflediğimiz Gülnar Ilısu köyündeki şelale yolunu gösterecek beraber gidecektik. Gökçeseki’de bizi karşıladı, havada güzelleşti, güneş açtı.

Beraberce köye iki üç km olan ören yerine vardık. Ben sadece kaya mezarları var zannediyordum. Ama görünce öyle olmadığını anladım. Dağ keçileri bana hep çekici gelmiştir. Burada da lahit kapaklarındaki aslan kabartmalarının ön ayak pençelerinin altında dağ keçileri betimlenmiş. Dört yıldır kaya resimleri araştırması yapıyordum, hep dağ keçileri ile karşılaşıyordum. Burada da kabartma dört adet dağ keçisi resimledim. İlginç olanı dağ keçilerinin yapım stilinin Göbekli Tepe’deki hayvan kabartmalarına benzer olmasıydı.

Buradan Evsin köyüne gelip, aşağı Göksuya’ya doğru indik. Göksu üzerinden köprüyü geçerek meşhur Mennan Kalesi’nin altından dolanarak Ilısu Şelalesine ulaştık. Yüksekçe bir küçük kanyonun arasından kayanın içinden çıkan su neredeyse 70 metre yüksekten aşağı dökülüyordu. Yaklaşabildiğimiz kadar yaklaştık. Ancak etraf suyun damlacıklarından ve iki gün önce yağan yağmurdan dolayı oldukça kaygandı. Ama manzara muhteşemdi. Oturup saatlerce suyun sesini dinleyip rahatlamak mümkün. Zaten Göksu Vadisinin bir tarafından bir tarafına geçerken ki manzara bile büyülüyor insanı. Burada bir saatten fazla kalıp geldiğimiz yoldan Gökçeseki köyüne uğrayarak bize yol gösteren yoldaşı bıraktık.

Aslında buradan Eremenek Zeyve mesire alanına gidip baraj kenarında konaklamaktı. Hava kararmak üzere idi, fikir değiştirerek Mut’a geldik ve buradan Zeyne’ye geçtik. Burası da muhteşemdi. Su sesleri arasında geceledik. Sabah kahvaltıyı burada yapıp manzarayı ve 10 metre çapında dev çınar ağacının köklerinden çıkan suyu izledik. Bu suyun çıkış efsanesi de Seyyid Alaeddin Ali Semerkandi Hazretleri ile ilgilidir. Semerkandi, buraya gelir, abdest alacaktır fakat su yoktur. Asasını vurarak burada su çıkar. Çevresindeki çınar ağaçları da bu efsane ile ilgilidir. Oldukça fazla ziyaret edilen yerlerden birisidir. Şeyhin türbesi Zeyne’nin üç km kadar yukarısında Sütlüce’dedir.

Türbe ziyaretimizden sonra Kurbağa Deresi’ni görmek için köy yollarına sapıyoruz. Yol üzerindeki köylerde resim çekerek Kurbağa köye ulaşıyoruz. Burada manzara çok güzel. Kurbağa deresine inmek için yol soruyoruz. Bir orman yolu tarif ediyorlar. Yola biraz devam edince çamur olduğunu fark edip yukarıdan görebildiğimiz kadar görüp Gülnar’a dönmeye karar veriyoruz. Amacımız yine 70 metre yükseklikten akan ikinci bir şelaleyi görmek.

 Birkaç köy geçerek Büyükeceli’ye ve Koçaşlı köyüne varmamız ve şelaleye ulaşmamız gerekiyor. Ve uzaktan şelale gözüküyor. Şelalenin yanına varana kadar resimliyoruz. Gerçekten muhteşem bir manzara. Burada tesiste var aslına ama salgından dolayı kapalı. Burada güneş inme vaktine kadar dinlenip sahile inerek İncekum’da deniz kenarında konaklamaya karar veriyoruz. Burada bizi denizde demirlemiş, devasa, ışıkları yanan dev bir sondaj gemisi bekliyor. Geminin karşısında bizde gemiyi ve denizi seyrederek konaklıyoruz.

Üçüncü gün Silifke’ye vararak Susanoğlu’nda ikamet eden dostum Ali Aksoy’u rehber alarak gezmek. Ali Aksoy, yörenin coğrafi ve tarihi yerlerini bilen ve gezen birisi. Yol rehberimizi de alıp muhteşem güzelliklere açılıyoruz. Bize mi öyle geldi, yoksa gerçekten böyle mi bilmiyorum ama her yeri ayrı bir güzel. Buradan Kanlı Divane Ören yerine varıyoruz. Biletle giriliyor. Roma dönemine ait yapılar ve devasa obruk görülmeye değer. Burada tüm tarihi kentler genelde yüksek tepelere ve denizi gören yerlere yapılmış. Böyle olunca da manzara muhteşem gözüküyor. Yeşille mavinin kesişmesini izliyorsunuz.

Buradan Çanaklı Kaya Mezarlarının olduğu alana varıyoruz. Burayı resimleyip muhteşem manzara arasında öğle yemeğini yiyoruz. Asıl gitmemiz gereken Adamkayalar’a varıyoruz. Bilen biri olmadan buraya inmek çok zor. Kızkalesi’ne 7 km uzaklıkta bir kanyonun yamacında bulunuyor. Kanyona dik, kayalık biz yoldan güçlükle iniyoruz. Ama manzara ve kaya oyma resimler muhteşem. İnerken hafif yağmura yakalanıyor hafif ıslanıyoruz. Buraya indiğimizde birçok kişinin de buraya indiğini görüyoruz. Yukarıdan iniş yerinden Kızkalesi tüm güzelliği ile denizin içinde gözüküyor.

Çanaklı Kaya Mezar alanları

Silifke’de ikinci gün birçok tarihi alanı gezip Kubat Vadisi’ne ulaşıyoruz. Manzara insanı büyülüyor. Her yerden su çıkıyor. İlginç olanı böyle bir yerde sanki terkedilmiş bir köy var. Yenibahçe adı ile ama evler terkedilmiş gibi. Bir iki haneden ses geliyor. Buraya su doldurmaya gelenler, piknik için gelenler var. Biz de burada epeyce gezip dinleniyoruz. Daha pek çok tarihi ve coğrafi güzellikler gezip gezimizin son gününe geliyoruz.

Son gün dönüş yolu olarak hiç gitmediğimiz Silifke Gülnar yoluna devam ederek Gülnar’dan Mut’a ve Karaman’a ulaşıyoruz. Beş gün boyunca yaklaşık 700 km yol yapmışız. Çok ayrıntıya girmeden ve çoğu yerleri atlayarak özetlemeye çalıştığımız gezimiz. Ülkemizin o kadar çok güzellikleri var ki, her yeri ayrı bir güzel. Görmesini, bakmasını bilirsek.. Karavanla seyahat birçok kolaylığı sağlıyor. İstediğin yerde durma, konaklama imkânın var. Şuraya yetişeyim derdin yok. Gezi benim içinde oldukça verimli geçti. Araştırmalarımda kullanabileceğim resimlerde çektim. İlk defa bir gezi yazısı yazdım.

Şimdi tekrar eğitim ve kitap çalışmasına dinlenmiş olarak döndük. Karaman’ı dünya çapında tanıtacak bir kitap çalışmam var. Bu kitabın oluşum ve araştırma sürecinde yaşadıklarım romanlara konu olacak nitelikte. Kitapta belki bir kısmından bahsederim. Kitabı destek bulursam yayınlayacağım. Kitaptaki tüm bulgulara dostlar sayesinde ulaştım. Destek bulamazsam yine dostlarla yayınlarım. Yayınlayamazsam hevesi kursağında kalma rekoru kırarım, fena mı…