Hayatımın dönüm noktasını bugün, otuz sekiz yaşımda yaşadım. Köşeye geldiğimde dönüm noktasında olduğumu biliyordum ama nasıl döneceğimi bir türlü kestiremiyordum. Mutfak masasında, başım ellerimin arasında çaresizce düşünürken gözlerimin önünde birbiriyle bağlantılı ya da bağlantısız bir sürü anı peş peşe beliriyordu. Birden bir şimşek çaktı ve gözlerim istemsizce hızlı hızlı açılıp kapandı. Birden çocukluğuma gittim. Çanakkale’de bir köydeydim. Köyümüze o dönemde yabancı biri gelmişti. Adını bir türlü aklımda tutamadığım, ellili yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim, uzun boylu, iri yarı, mavi gözlü, yeşil bol pantolon ve pantolonuna nazaran daha koyu yeşil bir gömlek giymiş olan, sağ yanağının elmacık kemiğinin hemen altında garip bir yara izi bulunan o adam. Adını bugün bile hatırlayamadığım bu adam köyümüze yabancı biriydi. Babamın anneme anlattığına göre askermiş, emekli olmuş. Kendi memleketinde hısımı akrabası kalmayınca, belki yeniden askere çağırırlar umuduyla, askerlik yaptığı memlekete yakın bir yerde oturmak istemiş.

Çocukken insanın her şeye ve herkese karşı aşırı bir merakı oluyor. Ben de o zamanlar köyümüze bu yeni gelen adamı çok merak ederdim. Özellikle de yüzündeki yara izinin nasıl olduğunu. Ama bu adam bizim diğer köylüler gibi bizi görünce selam vermiyor hatta gülümsemiyordu bile. Köyde de kimseyle konuştuğunu görmezdim. Ben onun karşına nasıl çıkacağımı ve ne diyeceğimi kara kara düşünürken bir gün o benim karşıma çıktı ve muhtarı nerede bulabileceğini sordu. Onu muhtara götürebileceğimi söyledim. Yolda kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki iki adımda bir derin nefes almak zorunda kalıyordum. Sonunda bütün cesaretimi topladım ve kekeleyerek de olsa aklımdaki soruyu sordum:

- “Yüzündeki yara nasıl oldu?”

Önce beni küçümser gibi bir bakış attı. Sonra sanki yaptığından pişman olmuş gibi başımı karnına yasladı ve saçlarımı okşayarak:

- “İnsanlarda ağaçlar gibidir ufaklık. Doğarlar, büyürler ve şiddetli bir fırtına onları yerinden söker, ölürler. Bu yara izi de o fırtınadan kalma.” dedi.

Onu ilk defa bu kadar sıcakkanlı görmenin verdiği cesaretle ve çocukluğun verdiği masumiyette:

- “Seni fırtına yerinden söktüyse nasıl hala yaşıyorsun?” dedim.

Cevabım onun hoşuna gitmiş olacak ki yüzünde oldukça büyük bir gülümse oluştu. Sonra da bugün hayatımın dönüm noktasını inşa eden cümleyi kurdu:

- “Bunları düşünmek için daha çok küçüksün. Ama şöyle düşün büyük bir fırtına geldi ve ağacı yerinden kopardı. Ama ben o ağacın yerine yenisini diktim. Yani kendimi yeniden yeşerttim.”

Kendini yeniden yeşertmek! Yapmam gereken buydu. Tek ihtiyacım olan kendimdim. Otuz sekiz yaşında kendimi yeniden yeşertmeliydim…

(Devamı gelecek yazımda)