Obezite: genetik ve çevresel etkileşimleri olan kronik bir hastalıktır. Vücutta normalden fazla miktarda yağ dokusunun olması sebebiyle gelişir, çok sayıda faktöre bağlıdır ve tıbbi tedavi gerektirebilir. Peki bu sebepler nelerdir?

Öncelikle biyolojik ve fiziksel olarak ikiye ayrılır ve halkımızın çoğu çevresel etmenden kaynaklı gerçekleşmektedir.  Fiziksel aktivitenin azalması, artan teknoloji rahatlığı, face-food tüketim hızının yükselmesi, insanlara hayır denmemesi, eğitim yetersizliği, psikolojik boşluğu mutfakta doldurma arzusu gibi birçok etmen sayılabilir. Biyolojik faktörler ise; kalıtsal olarak gerçekleşen obeziteye yatkınlık durumudur. Ama bunların hiçbiri normal bir birey olmamıza engel değildir.

Peki bizler bu grubun içinde miyiz sorusunu nasıl bulacağız? Dünya sağlık teşkilatı kiloya bakarak karar vermek yerine kiloyu boyumuzun karesine bölerek minik bir denklem ile BKİ değerine bakarak karar veriyor.

20-25 arası normal,25-30 arası overweight(hafif kilolu), 30 ve üzeri obez ,40 üstü ise morbid obez ,

50 üstü süper obez  ve son olarak 60 üstü süper süper obez kategorisine giriyor. Bu şekilde değerlendirebiliriz.

Bunun üstesinden neler yaparak gelebiliriz? Öncelikle bir boşluğu yemek yeyirek doldurmamalıyız. Hedonik açlık durumu da tam olarak burada karşımıza çıkar ve bize çok büyük sağlık sorunları yaratabilir. Açlık hissini tanımamız bilmemiz lazım. Diğer duygusal bir boşluğu mutfakta zaman geçirerek doldurmak yerine tam olarak aç mıyız biz sorusunu kendimize sormamız gerekmektedir.  Ve muhtemelen cevabımız genellikle hayır olacak çünkü bir kafa dağıtma durumu olarak algınan yeme içme eylemi bir zaman doldurma aktivitesi değildir.

Şunu bilmeliyiz ki bizler; obezitenin alınan kalori fazlalığı sonucu ortaya çıkar. Sizin duygusal boşluğunuzu doldurduğunuz ve aktivite saydığınız bu durum size inanılmaz derecede zarar vermektedir.   Bu sebepten dolayı beslenmeyi ihtiyaç durumlarında yapmamız en sağlıklı durumdur.

Tedavi aşamasında nasıl bir yol izleyeceğiz kısmına geldiğimizde ise; Obezitenin tedavisi, enerji girişini enerji tüketiminin altına indirmekten ibarettir. Bu amaçla düzenlenen diyetlerin çoğunda diyetin büyük kısmı besin değeri olmayan selülozlu maddelerden oluşturulmaktadır. Bu kitle mideyi şişirerek tokluk hissi oluşturur. Obezitenin ilaçla tedavisi diyet tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda yaygın olarak kullanılmaktadır.

Diyetteki kalori miktarı kadar diyetin içeriği de önmelidir. Karbonhidrat kısıtlaması ile glikojen mobilizasyonu, sodyum diürezi, intra ve ekstraselüler sıvı ve protein kaybı olur. Bu tip diyetlerle T3 hormonunda düşme gözlenir. Kalori kısıtlaması halinde protein kaybı ön plandadır ve bunu kompanse etmek için nitrojen alımını arttırmak gerekmektedir. Diyetle kilo kaybının hızlı olan erken fazında 24-48 saat içerisinde glikojen depoları boşalır, belirli sıvı kaybı olur. Protein kaynaklı glukoneogenez çok fazladır. Azalan vücut proteini ve vücut sıvıları ile beraber il haftanın sonunda kilo verme azalır. Bu dönemde metabolik hızda %15-20 azalma olur. Diyete devam edilmesi ile 7-10 gün sonra başlayan ikinci fazla vücuttaki yağ dokusunda azalmaya bağlı kilo kaybı olur. Diyette kilo kaybının durulması egzersizle desteklenmeli ve enerji yakımı yeniden sağlanmalıdır.  

Tabi bunu yanında davranışsal olarak kazanılması gereken birtakım özellikler vardır. Alışkanlıklarımızı değiştirmemiz, yemek yeme düzenini bir sınıra sokmak, yavaş ama istikrarlı olmayı öğrenmemiz gerekmektedir. Bunun yanında sosyal çevresinin de birtakım sorumlulukları vardır. Obezite eğitimi almaları gerekir, empati kurmalılar ve sabırlı olmaları gerekmektedir, güzel bir dinleyici ve tarafsız bir şekilde hastaya destek vermeleri gerekmektedir.

İnanmak başarmanın yarısıdır, her şeyi yapabilme gücümüz vardır ve her zaman aynayla barışık olmayı bilmeliyiz.