Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bizim son derece zengin bilim yapmaya, bilim üretmeye, son derece müsait bir dilimiz varken; bir gece yattık, sabah kalktık, baktık o dil yok. İşte şuanda yabancı dillerle ya da yabancı kelime kavramlarla bilim öğrenen ve öğreten bir ülke derecesine getirildik. Binlerce kelime ve kavram unutturuldu, sözcüklerden çıkarıldı. Kelime ve kavram üretmeye son derece elverişli olan dil yapısı adeta törpülendi. İşte şuanda Türkçenin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız. Ya Osmanlıca kelime ve kavramlara başvuracaksınız yada İngilizce, Almanca, Fransızca kelime ve kavramlara başvuracaksınız” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın himayelerinde gerçekleştirilen 49. TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen törenle sahiplerini buldu.

Törende konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2014 YILI TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik ödüllerini almaya hak kazanan bilim insanlarını tebrik ederek, başarıların artarak devam etmesini diledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün döneminde TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik ödüllerinin Cumhurbaşkanlığı himayelerine alınmasından dolayı şükranlarını sunduğunu belirtti.

19 bilim insanın yaptıkları başarılı çalışmalarından dolayı bugün ödüllerini alacaklarını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, ödülü alan bilim insanlarının 2’sinin ABD’deki üniversitelerinde, 4’ünün Koç Üniversitesi’nde, ‘3ünün ODTÜ’de, 3’nün Bilkent Üniversitesi’nde ve bunun yanında Bunun yanında Erzurum’dan İzmir’e, Kayseri’den Eskişehir’e, Ankara’dan İstanbul’a, Bursa’ya kadar Anadolu’daki üniversitelerin de başarılı olduğunu gördüklerinin altını çizdi.

“POTANSİYELİMİZİ TAM OLARAK YANSITMIYORUZ”

Türkiye’de ödüle hak kazanacak bu ölçüde bilimsel başarının sadece bu kadar olmadığına dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Seçici kurul bir sıralama ve bir sınırlama yapmak zorundaydı. Bu yıl sadece 19 hocamız, 19 bilimsel çalışma ödülü almaya hak kazandılar. Şunu çok iyi biliyoruz ki diğer üniversitelerimiz de üniversite dışı merkezlerimiz de ya da yurtdışında çok sayıda başarılı bilim insanımız çalışma yapıyor. Dünyaya isimlerin duyuracak, önemli çalışmaların altına da imzalarını atıyorlar. Her şeye rağmen bu alandaki çalışmalarında, başarılarında yeterli olmadığını, gerçek potansiyelimizi tam olarak yansıtmadığını özellikle belirmek istiyorum” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin bilim insanlarının, üniversitelerin, merkezlerinin mevcudun çok çok üzerinde güzel işler başarma potansiyeline sahip olduğunu kaydetti.

“ATMOSFER YOKSA ORADAN ALINACAK SONUÇ DA YOKTUR”

Daha önce de çeşitli vesilelerle ifade ettiğini, bilimin uygun bir atmosfer, uygun bir iklim bulduğunda, gerekli şartlar sağlandığında doğacağını, büyüyeceğini ve gelişeceğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İstediğiniz kadar para akıtın, imkan sağlayın istediğiniz kadar teşvik edin ya da zorlayın eğer bilim için gerekli atmosfer yoksa oradan alınacak sonuç da yoktur. Bize ilim, bir pınardan akan bir suya benzetilmiştir, yani ilim gece, gündüz bir kaynaktan durmaksızın akar. Siz oradan ancak içmek istediğinizde içersiniz. Ne kadar içmek isterseniz, ancak o kadar içersiniz. Yani ilim bir gönüllülük işidir. Önce gönülde, önce kalpte kararı verilen bir çabadır, zihinsel bir hazırlıktır ve böylece yüksek bir gayrettir. Biz ‘öğrenci’ değil, ‘talebe’ derdik. Bizim medeniyetimizde ‘talebe’ kavramı, meffumu çok önemli. Talebe, yani talep eden, yani isteyen manasına geliyordu. İlmi isteyen, arzulayan, gönüllü olarak meşakkate katlanacak kişiler ancak talebe olabiliyordu. Yoksa eğitimde zorla öğretelim, yani formatlayalım diye bir gaye, böyle bir hedef, böyle bir amaç yoktu. Bizim medeniyet tarihindeki ilim merkezlerine baktığımızda, ilim için gerekli şartların oluşturulduğunu ve çok hassas şekilde korunduğunu görürsünüz. Semerkant, Buhara, Bağdat, İsfahan, Konya, Kahira, Şam, Trimuttu, Gırnata, Kurtuba, İstanbul ve elbette Medine. Bütün bu tarihi ilim şehirleri sadece o kendi alimlerini yetiştirmekle kalmamış, dönemlerinin alimlerini, bilim insanlarını da şehirlerine cezbetmiş, çekmiştir. Peki bu cazibeyi nasıl oluşturuyorlar. Birincisi, alimlerin, bilim insanların özgür bir şekilde çalışmalarını temin edecek iklimi tesis ediyorlar. Maddi kaygıları ortadan kaldırıyorlar. Güvenliğine ilişkin tüm tedbirleri alıyor, emniyeti sağlıyorlar. Tesis derseniz, yani medrese, kütüphane hepsini temin ediyorlar. ilim erbabına en yüksek payeleri veriyorlar. Gereken hürmeti en üst düzeyde gösteriyorlar. Bizzat sultanlar, padişahlar, ilim erbabının ayağına kadar gidiyor, onları teşvik ediyorlar. Yani ‘Akşemsettin’in atının ayağından sıçrayan çamur benim kaftanımın şerefidir’ diyorsa bir sultan, bir padişah bunun çok büyük bir anlamı vardır. Bir kitap lazım olduğunda, bir araç lazım olduğunda dünyanın neresinde olursa olsun günler sürecek yolculuklar yapıp o eserleri şehirlerine taşıyorlar. Zaten böyle bir kümelenme oluşunca dünyanın her yerine şöhret yayılıyor ve herkesin oralara akın ediyor. Alimler de geliyor, talebeler de geliyor ve oralarda artık bütün şehirleri, bütün ülkeyi besleyen bir heyecan oluşmaya başlıyor ” şeklinde konuştu.

“İLİMİ MAHALLE BASKISINDAN KURTARIP ÖZGÜR BİR ZEMİNE KAVUŞTURMAK ZORUNDAYIZ”

Tarihte ve medeniyette bu tür cazibe merkezlerinin, ilim merkezlerinin inşa edildiği için bilim tarihinde çok önemli katkılar sağlandığının altını çizen Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:

“İbni Sina’dan Farabi’ye, Attar’dan Hayyam’a, Ali Kuşcu’dan Harezmi’ye, Cabir’den Piri Reis’e kadar dünya bilim tarihine istikamet çizen çok sayıda bilim insanı yetiştirdik. Elbette tarihimizde yetiştirdiğimiz büyük ilim insanlarıyla övünmek bizim için haktır, ama yeterli değildir, olmaz ve olamaz. Bizim geçmişle övünmek yerine bugün ‘neden olmuyor, bugün neden dünya bilimine yön veren bilim insanları yetişmiyor’ sorusunu kendimize her fırsatta sormamız gerekiyor. Eksik olan en başta iklimdir, atmosferdir, yani gerekli şartlardır. Bugün eğer Türkiye dahil dünyadaki bir çok ülkenin beyinleri kendi ülkelerini bırakıp Batı’daki bilim merkezlerine akın ediyor, oralarda da aradıklarını buluyorlarsa bu işte buradaki iklimin kaybolmasındandır. Bilim insanı özgür değilse, bilim insanı kendisini emniyette hissetmiyorsa, bilim insanı bilimden ziyade maişetini dert ediniyorsa, ilim sahibi olmanın yüksek payesini hissedemiyorsa, tarihte hep olduğu gibi kalkar daha uygun şartlara göç eder. Bizim bu iklimi yeniden oluşturmamız, yeniden inşa etmemiz gerekiyor. İlimi, devletin ve siyasetin müdahalesinden, yargının müdahalesinden olduğu kadar mahalle baskısından da kurtarıp, daha da özgür bir zemine kavuşturmak zorundayız.

“YURT DIŞINA GİDEN GENÇLERİMİZ ÜLKELERİNE GERİ DÖNECEKLERDİR”

12 yıl Başbakanlık yaptığı dönemde bunun kararlı mücadelesini verdiklerini ve bunun yeterli olmadığını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, çalıştıklarını ve çalışmaya da devam edeceklerini vurguladı.

“Bizde eğitim ilkokuldan başlayarak üniversite son sınıfa kadar bir formatla süreci” diye konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “7-8 yaşında çocuklara her sabah baskı rejimlerinde olduğu gibi koro halinde bir ezberi okutmak özgürlükle yada özgür zihinler yetiştirmekle bağdaşabilir mi? Kimin hangi okula gideceğine yada gidemeyeceğine devlet karar verebilir mi? Herkesin girdiği bir sınavda bazılarına kat sayı engeli koymayı daha en başta yarışta dezavantajlı konuma getirmeyi adaletle, eşitlikle, özgürlükle izah edebilir miyiz? Üniversitede okuyan gençlerin kıyafetlerine, sakallarını on yıllar boyunca bu ülkenin gündeminde tutmayı, üniversitelerin bununla meşgul etmeyi bilimle izah edebilir miyiz. Düşüncelerinden dolayı bilim insanlarının özgürlüklerini elinden almayı hatta onları sürgünü göndermeyi ilimle, bu toprakların kültürüyle, birikimiyle denk düşüre bilir miyiz? Hatırlayalım 1402 sayılı sıkı yönetim kanuna bir ek yaptılar önemli bir kısmı üniversite hocası olan 5 bin kamu çalışanın işine son verdiler, sokağa terk ettiler. Bunların hepsi yetişmiş profesörlerdi. Maalesef on yıllar boyunca ülkemizde bunlar yaşandı. Nasıl ki siyaset bir çerçeve içine alınmak ve belli sınırlara hapsedilmek istendiyse üniversite, bilim, fikir aynı şekilde dar kalıplara, dar bir çerçeve içine alınmak istendi. Bakın şuanda dahi üniversite içinde 1940 yılların dünyasında yaşayan o günlere takılıp kalmış maalesef üzülerek söylüyorum akademisyenler var. Elbette bir çeşitlilik olarak onların da fikirlerine saygı duyacağız. Bu zihnin, bu fikrin bütün eğitim sistemini karartmasına, zehirlemesine müsaade etmemeliyiz. Türkiye’de siyaset, hukuk, toplumsal hayat hızla normalleşirken üniversite ve bilim dünyasının da hızla normalleşmesini sağlayacağız. Bizim çocuklarımız yurt dışına gitmeye gerek duymayacak, ülkelerinde o gerekli atmosferi bulacaklardır. Yurt dışına gidenler cazibe merkezi olan ülkelerine süratle inşallah geri döneceklerdir” dedi.

“12 YILDA 265 BİN DERSLİK”

Dünyanın her yerinden Türkiye’nin öğrenci çektiğini ve cazibe merkezi olmaya başladığını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, yurt dışına giden de öğrencilerin eğitimler alarak ülkelerine geri döndüğünü söyledi.

2002 yılında göre geldiklerinde kendilerinin en fazla önem verdikleri konunun eğitim ve öğretim oluğuna dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün Türkiye’nin 175-176 üniversitesinin bulunduğunu kaydetti.

12 yıl içinde 265 bin dersliğin Cumhuriyet tarihinde açılan dersliklerin üçte ikisi olduğunu gururla söyleye bildiklerini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Şimdi hedef 30 öğrenci sayısını yakalamak. 30’un üzerinde sınıfların kalmaması lazım” dedi.

“BU NESLE GÜVENİYORUM”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bizdi bize öğretmen adayı gençlerimiz bize ‘öğretmenlik yok mu?’ diyorlar ama öğretmenlik hakkını kazanan herkesi şüphesiz ki öğretmenlik olmayacak. Ne kadar ihtiyaç varsa o kadar olacaktır. Bütçe neye müsaade ediyorsa o nispette de bu adamalar yapılacaktır. Bizler Cumhuriyet tarihinde hiçbir dönemde olmayan bütçeyi milli bütçeden ayırdık. Hiçbir dönemde olmayan öğretmen atamasını da birinci sırada Milli eğitimde yaptık. Kadroların çoğu her zaman milli eğitime verildi. Yine bu yılda aynı şekilde oraya verilecek. Öncelikli mesele bu eğitim, sağlık, adalet,emniyet. Çok farklı, donanımlı, birikimli gözleri parıldayan bir nesil geliyor. Bunu görüyoruz. Bizim sahip olamadığınız atmosfere sahip olan bir nesil geliyor. Bu yeni neslin Türkiye’yi daha da dönüştüreceğine, gelecek nesillere çok daha farklı nesiller emanet edeceğine inanıyor, bu nesle güveniyorum” dedi.

“BİZİM EN FAZLA İHTİYACIMIZ OLAN ŞEY ÖZGÜVEN”

“Takip eden geride kalır” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:

“Taklit eden hep bir adım geride kalmaya mahkumdur. Bizim artık takip etmekten, taklit etmekten çıkıp öne geçmeye, takip ve taklit edilen olmaya ihtiyacımız var. Bunu sağlayacak potansiyelimiz var. Az önce ödül olanları gördük. Genç ve bu yaşta profesör olmuş. Savunma sanayinde adeta sessiz bir devrim gerçekleştirdik, gerçekleştiriyoruz. Montaj eden, taklit eden bir ülkeden şuanda planlayan, projelendiren, tasarlayan bir ülke konumuna geldik. Kendi tankımızı, helikopterlerimizi üretmeye başladık. İnsansız hava araçlarını, roketleri, gemileri tasarlayan, üreten bir ülke konumuna geldik. Artık kendi uydularını üreten bir ülke konumuna yükseldik. Çok daha fazlasını yapabiliriz, yapabileceğiz. Bizim en fazla ihtiyacımız olan şey yapabileceğimize hep inanmaktır. Yani özgüvendir. Bizim bu özgüvene sahip olmamız, yetişen nesillere de bu özgüveni aşılamamız gerekiyor. Bu tabi birinci derece hocalarımızın asli görevi olsa gerek. Hocalarımız ellerindeki o yavruları yoğurarak özgüveni verecekler” dedi.

“BİR GECE YATTIK, KALKTIK BAKTIK O DİL YOK”

“ABD kıtasına Clomb’dan önce Müslümanlar ulaşmıştır” dediğinde birilerinin kıyameti kopardığını sözlerine ekleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Halbuki eserler ortada. Bu konuda yazılmış eserler ortada. BU ülkenin gençleri hala bu tartışılan mesele karşısında okumak, araştırmak, iddiaları incelemek yerine kompleks içinde alay ediyor. Bizlere maalesef yalan söyleyen bir tarih öğretildi. Bunun sıkıntılarını yaşıyoruz. Bize lazım olan batı karşısında kompleks değil, tarihimizden miras kalan özgüvendir. Bize takip etmek değil geçmişte olduğu gibi bugünde bu topraklarının bereketinin gereğini yapmaktır. Kendisi olamayan bir toplum altını çiziyorum başkası olur. Kendi değerlerine sahip çıkamayan bir toplum taklitçi olur. Kültürümüzden ortak değerlerimize kadar her alanda ne kadar kendimiz olabilirsek işte o kadar lider oluruz. Biz bu noktada en büyük sıkıntılardan birini de maalesef dilde yaşadık. Bizim son derece zengin bilim yapmaya, bilim üretmeye, son derece müsait bir dilimiz varken bir gece yattık sabah kalktık baktık o dil yok. İşte şuanda yabancı dillerle ya da yabancı kelime kavramlarla bilim öğrenen ve öğreten bir ülke derecesine getirildik. Binlerce kelime ve kavram unutturuldu sözcüklerden çıkarıldı. Kelime ve kavram üretmeye son derece elverişli olan dil yapısı adeta törpülendi. İşte şuanda Türkçenin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız. Ya Osmanlıca kelime ve kavramlara başvuracaksınız yada İngilizce, almanca, Fransızca kelime ve kavramlara başvuracaksınız. Değerli hocalarım, bu sorunların hepsini aşmak zorundayız. Bu sorunlar bilim insanların eliyle aşılayacak sorunlardır, devlet eliyle değil” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarının ardından bilim insanlarına ödülleri verildi.