CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Türkiye’de aslında insanlar barış içinde yaşıyor da bölen politikacılar. Sorun da orada zaten. Türkiye son 10-12 yılda müthiş bir kutuplaşmanın içine girdi. Etnik kimlik üzerinden, inanç üzerinden ve yaşam tarzı üzerinden toplum ayrıştırıldı ve toplum bölündü” dedi.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Bilkent Politik Düşünce Kulübü’nün düzenlediği “Muhalefetin Çözüm Sürecine Bakışı” konferansına katılarak öğrencilerin sorularını cevapladı. Kılıçdaroğlu, “Medya özgürlüğü var mı Türkiye’de? Ben merak ediyorum siz soru sormadan önce ben size bir soru sorayım. Türkiye’de medya özgürlüğü vardır diyen bir arkadaşım ya da kaç arkadaş elini kaldırabilir mi acaba görebilir miyim? Yok. Ben de biliyorum yok. Medya özgürlüğü yok. Peki medyası özgür olmayan bir toplumun kendisi özgür olabilir mi? Hayır. Medya özgürlüğünü sağlayacaksınız” diye konuştu.

“ADALETİN OLMADIĞI YERDE ZATEN DEMOKRASİDEN SÖZ EDEMEZSİNİZ”

“Gazetecinin özgürce yazı yazabileceğini, gazetecinin işine son verilmemesi gerektiğini veya iktidarın hoşuna gitmedi diye telefon edip o gazetecinin işine son verin demeyeceksiniz” diyen Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:

“Bunları dediğiniz andan itibaren Türkiye’de terörü de, demokrasiyi de yan yana getiriyorsunuz demektir. Terör demokrasiye müdahale ediyor demektir. Bunlar olmaz. Daha buna benzer gizli tanık, özel yetkili mahkemeler. Kaldırıldı özel yetkili mahkemeler ama şimdi bunun yerine sulh ceza mahkemeleri getirildi. Özel yetkili mahkemelerden daha yetkili mahkemeler getirildi. Biliyorsunuz bir diyelim ki yolsuzluk davası var itiraz edeceksiniz iktidarın belirlediği hakime gidiyor o da dosyayı kapatıyor ve dosya bitiyor. Böyle bir şey olmaz arkadaşlar. Adaletin olmadığı yerde zaten demokrasiden söz edemezsiniz. Adaletin olmadığı yerde hukuktan söz edemezsiniz. Bir bilgin söylüyor adalet kutup yıldızına benzer. Yerinde sabit durur ama bütün kainat onun etrafında döner. Adalet budur. Bütün inançların ortak temelidir adalet. Adaleti sağlamazsanız bu olmaz. Bakın, ben geçen Salı grupta bir konuşma yaptım. Diyarbakır’da linç edilen çocuğa da üzüldüğümü, Berkin Elvan’a yapılan olaya da üzüldüğümü söyledim. Onun öldürülmesine de aynı tepkiyi verdim. Dünyaları farklı bu iki insanın. Ama bir insanımız sokakta linç edilemez. Bir insanımız, çocuğumuz polisin attığı gaz fişeğiyle öldürülemez. Bunları asla kabul etmeyiz. Etmemeliyiz. Dediğim gibi bakın iki ayrı dünya, iki ayrı siyasi görüş ama biz bu ülkede demokrasiyi savunacaksak sizin politik düşünce kulübünde nasıl çok farklı insanlar siyasi görüşte olanlar bir araya gelip özgürce konuşup tartışabiliyorlarsa biz bunu yapmak zorundayız. Unutmayın, demokrasi bir uzlaşma rejimidir arkadaşlar. Uzlaşma rejimidir. Bir araya gelme, düşünceleri ölçme, tartma, tartışma rejimidir. Demokrasinin özünde bu yatar. Dayatma rejimi değildir demokrasi. Benim dediğim mutlaka haklıdır demek değildir demokrasi. Akıl akıldan üstündür diye bizim bir atasözümüz var. Ben şunu asla iddia etmem. Benim her dediğim doğrudur. Böyle bir iddiada hiçbir zaman bulunmadım. Benim söylediklerimde eksiklikte olabilir. Bazı arkadaşlarım benim söylediklerimi beğenmeyebilirler. Bunlara bizim saygı göstermemiz lazım. Demokrasiyi böyle bir sürecin içine bizim getirmemiz ve koymamız gerekiyor.”

“BÜTÜN BU BOYUTLARI BERABER ELE ALMAK VE DEĞERLENDİRMEK ZORUNDASINIZ”

Sorunun ekonomik boyutu, siyasi boyutu, psikolojik boyutu , bölgesel boyutu ve uluslararası boyutu olduğunu bildiren Kılıçdaroğlu, “Bütün bu boyutları beraber ele almak ve değerlendirmek zorundasınız. O nedenle biz ekonomik boyutunu da düşündük bunun. Mayınlı araziler var. Temizleyin mayınları topraksız köylülere verin. Niye vermiyorsunuz? Verin eksinler biçsinler. İstihdam alanı yaratmak zorundasınız. Siz bir adamı işsiz tutarsanız 1 yıl, 2 yıl, 3 yıl, 5 yıl nereye gidecek bu? Nasıl yaşayacak bu? Siyasi önlemini alacaksınız, ekonomik önlemini alacaksınız, sosyolojik önlemini alacaksınız. Bütün önlemleri bir arada düşünmek zorundasınız. Biz böyle düşündük. Başka? Bir şey daha önerdik biz. Diyarbakır cezaevini sizler bilmezsiniz. Bizim kuşağımız bilir. Diyarbakır cezaevinde yüzlerce kişi işkenceden geçirildi ve biz o cezaevinin müze olmasını istiyoruz. İnsanlık müzesi olsun. Çocuklarımıza bir daha asla işkence etmeyeceğimizi o müzeyi ziyaret edenlere öğretmek zorundayız. Çocuklarımız onu öğrenmek zorunda. Türkiye’de işkence olmamalı artık. İnsana işkence yapmak bu bir insanlık suçu. Kendi tarihimizle yüzleşelim. E yüzleşelim buyurun Diyarbakır cezaevini müze yapalım. Söyledik. Ama dönemin Sayın Başbakanı Diyarbakır’a gitti Diyarbakır’da güzel bir konuşma yaptı. Dedi ki, sevgili Diyarbakırlılar, ben bu hapishaneyi yıkacağım söz size daha modern bir hapishane yapacağım dedi. Evet. Espri değil arkadaşlar gerçek. Ne oldu? Diyarbakırlılarda koşa koşa gidip Başbakana oy verdiler. Yani biz daha modern bir hapishane istiyoruz dediler. Sorun aklın kabul edemeyeceği boyutlara kilitlenmiş durumda. Akılla çözmemiz lazım” ifadelerini kullandı.

“BİZİM ÖNERİLERİMİZ DAHA ÇOK. 17 MADDE HALİNDE DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK BİLDİRGESİ YAYINLADIK VE BUNU İFADE ETTİK”

“Bizim önerilerimiz daha çok. 17 madde halinde Demokrasi ve Özgürlük Bildirgesi yayınladık ve bunu ifade ettik” ifadesini kullanan Kılıçdaroğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“İstanbul’da bir toplantı yaptık. Gazetelerin Genel Yayın Yönetmenlerini davet ettik. Bu sorunun çözümüyle ilgili alınması gereken önlemler bunlardır diye tek tek kendi düşüncelerimizi aktardık ve bunların hayata geçmesi gerektiğini söyledik. Bize dediler ki, CHP bunu hep söylüyor ama samimi değil yeri gelince vazgeçer. Bizde samimi olduğumuzu kanıtlamak için az önce size bir kısmını saydığım 17, 18 maddeyle ilgili kanun tekliflerimizi parlamentoya verdik. Altında bizim CHP milletvekillerinin imzaları var. Onların hayata geçmesini bekleriz, onların uygulanmasını isteriz. Eğer biz bunu yapabilirsek, yani siyaset kurumu sorumluluğu alıp bir toplumsal uzlaşma içinde bu sorunu çözülebilirse biz kendi bölgemizde güçlü oluruz. Siyaset normal zemininde yürümeye başlar. Şuanda siyaset normal zemininde değil arkadaşlar. Normal zeminde değil siyaset farklı bir kulvarda yapıyoruz. Şiddet şiddeti doğurur. Asla bunu unutmamak gerekir.”

“TÜRKİYE’DE SENDİKACILIK BİTTİ SENDİKA AĞALARI ÇIKTI. SENDİKA AĞALARI DA İŞÇİLERİN SORUNLARIYLA İLGİLENMİYORLAR”

Öğrencilerin sorularını da cevaplayan Kılıçdaroğlu, Hema olayı ile ilgili sorduğu soruya, “Hema olayını biliyorum oradaki işçilerin sorunlarını biliyorum. Milletvekili arkadaşlarımızı görevlendirmiştik onlar gittiler oradaki işçilerle görüştüler. Olabildiğince parlamentoda dile getirmeye çalıştık ama Türkiye’nin bu yoğun gündemi içinde medya mensupları burada umarım sizin bu sözünüzü onlarda duymuş olurlar ve dile getirirler. Sorun nereden kaynaklanıyor biliyor musunuz? Sorunun özü şu; Türkiye’de sendikacılık bitti sendika ağaları çıktı. Sendika ağaları da işçilerin sorunlarıyla ilgilenmiyorlar. Asıl sorunun özü bu” diye konuştu.

“TÜRKİYE’DE ASLINDA İNSANLAR BARIŞ İÇİNDE YAŞIYOR DA BÖLEN POLİTİKACILAR. SORUN DA ORADA ZATEN”

“Milliyetçilikte şuanda Kürt nefreti üzerinden gelen bir milliyetçilik var. Parlamentoda halledilse bile siz halklara bunun iletileceğini düşünüyor musunuz, yani halkların barış içinde beraber yaşamayı kabul edeceğine, buna evet diyeceklerini düşünüyor musunuz” sorusuna Kılıçdaroğlu, “Türkiye’de aslında insanlar barış içinde yaşıyor da bölen politikacılar. Sorun da orada zaten. Bakın, size şöyle söyleyeyim. Türkiye son 10 - 12 yılda müthiş bir kutuplaşmanın içine girdi. Etnik kimlik üzerinden, inanç üzerinden ve yaşam tarzı üzerinden toplum ayrıştırıldı ve toplum bölündü. Siyasi partiler bu propagandayı yapan siyasi partiler kendi tabanlarını yozlaştırdılar. Oysa çağdaş demokrasilerde, kaldı ki, bizim de yasalarımızda din üzerinden siyaset, etnik kimlik üzerinden siyaset yasaktır. Avrupa’da yapamazsınız, Amerika’da yapamazsınız, Japonya’da yapamazsınız, Rusya’da yapamazsınız, Suudi Arabistan’da yapamazsınız belki. Bir bölümünü alıyorsunuz etnik kimlik orada din üzerinden getiriliyor. Biz demokrasiyi savunan, kendi ülkesine demokrasiyi getirmiş ama bunun gittikçe gelişmesini, derinleşmesini, daha mükemmel hale gelmesi için mücadele eden bir yapıyı savunmak ve korumak zorundayız. Bu düşünceyi sürekli dile getirmek zorundayız” karşılığını verdi.

“SİYASİ PARTİLERİMİZE BAKIYORUZ ETNİK KİMLİK ÜZERİNDEN SİYASET YAPIYORLAR”

“Siyasi partilerimize bakıyoruz etnik kimlik üzerinden siyaset yapıyorlar” ifadesini kullanan Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:

“Bu neyi doğuruyor biliyor musunuz? Çocuğu işsiz, 5 çocuğu var 5’i de işsiz. Bir siyasi parti diyor ki ben senin çocuğuna iş bulacağım oyunu bana ver. Hayır diyor ben sana oy vermem diyor. Neden? Benim etnik kimliğimi savunan kişiye oy vereceğim diyor. Bu demokrasi değil. Burada bir akıl tutulması var. Burada bir yozlaşma var. Aynı şey din üzerinden yapılan siyasette de var. Oysa hele Müslümanlıkta Allah’la kulun arasında bir aracı yoktur. Kimin Müslüman, kimin Müslüman olmadığı, kimin inançlı, kimin inançsız olduğuna kim karar verecek? Kimin elinde böyle bir terazi var? Ama bu acımasızca kullanılıyor acımasızca ve toplum kutuplaşıyor. Yoksa halkın arasında bir sorunumuz yok. Hiçbir sorunumuz yok. Gidin Hatay’a etnik kimlik olarak da, inanç olarak da tam bir zenginlik. Yüzyıllardır oradalar. Bir kavga yok aralarında. Bakın, 30 yıl Türkiye PKK terörüyle mücadele etti 30 yıl. Hiçbir zaman bir Kürt - Türk kavgası çıkmadı. Ama ilk kez son olaylarda Türk - Kürt kavgası süreci oluşmaya başladı. Bu çok tehlikeli bir şey. O tehlikeye dikkati çektik. Toplumu sükûnete davet ettik. Siz eğer etnik kimlik ve inanç üzerinden siyaset yaparsanız topluma ağır bedeller ödetirsiniz. Ben siyaset tarihi dersinde sizlerde aynı konular şimdi değişti diye biliyorum ama 100 yıl savaşları diye anlatılırdı bize. Avrupa’da Hristiyanlık sonrası mezhepler var 100 yıl birbirlerini öldürmüşler. Aynı inanç, farklı mezhep 100 yıl. Adı 100 yıl savaşları. O savaşların sonunda laiklik dediğimiz yapının oluştuğunu ve kurumlaştığını görüyoruz. Ya kardeşim senin inancın sana benim inancım bana. Niye birbirimizi öldürüyoruz? Laiklik aslında inançların güvencesidir bir diğer anlam itibariyle de. Etnik kimlik üzerinden siyaset. Bakın, Hitler olayı ortada ikinci dünya harbi. Almanlar üstün ırktır çıktı milyonlarca insan hayatını kaybetti. O nedenle çağdaş demokrasilerde bu iki alanda siyaset yasaktır. Bu iki alanın siyasetin konusu haline getirilmesi yasaktır. Etnik kimlik, hanginiz anne babanızı seçme özgürlüğüne sahipsiniz? Hiçbiriniz. O zaman biz neden etnik kimliği siyasetin getirip ana omurgası haline getiriyoruz. Bu yanlışları düşünmek zorundayız. Siyasetçi olarak bunu sadece benim söylemem yetmiyor. Üniversite öğrencileri olarak sizin de söylemeniz gerekiyor. Sendikacıların söylemesi gerekiyor, sivil toplum kuruluşlarının söylemesi gerekiyor, akademisyenlerin, üniversite hocalarının söylemesi gerekiyor. Biz kendi ülkemizi gerçekten de huzurlu bir ülke olarak görmek istiyoruz. Barışın egemen olduğu bir ülke olarak görmek istiyoruz. Çünkü biz Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetini kurduk. Her inançtan, her etnik kimlikten insanımız var. Hiç kavgamız olmuyor mu? Şimdi yeni yeni kavgalar çıkmaya başladı. Şunun da altını özenle çizeyim. Herhangi bir yurttaşımız etnik kimliğinden ötürü ötekileştiriliyorsa veya bir sorunla karşılaşıyorsa hep beraber bunun mücadelesini vermek durumundayız. Hepimiz eşitiz. Eşit yurttaşız. İnancı dolayısıyla da birisi şu veya bu şekilde ötekileştiriliyorsa ona karşıda hep beraber durmak zorundayız. Onun inancına saygı göstermek zorundayız. Bunu biz yakalayabilirsek, hayata geçirebilirsek, söylemlerimizi bunun üzerine inşa edebilirsek güçlü Türkiye’yi kurarız.”