Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, CHP’nin muhalefet konusunda yetersiz olduğunu söyledi. Çelik, "Neredeyse, ‘muhalefet aranıyor’ diye bir alarm durumu ilan etmek lazım” dedi.

Çelik, 6-8 Ekim’de yaşanan Kobani olaylarıyla ilgili, “6-8 Ekim Kobani olaylarının arkasındaki güçlerin bu meseleyi bu şekilde gündemleştirmesi, Türkiye’nin Esat’ı götürme planına destek vermesine karşılık mıdır” diye konuştu.

Kültür ve Turizm Bakanı Çelik, TGRT Haber ekranlarında yayınlanan ‘Neler Oluyor’ programına konuk oldu. Çelik, İhlas Haber Ajansı ve TGRT Haber Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar’ın sunduğu programda, gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.

“MUHALEFET ARANIYOR DİYE BİR ALARM DURUMU İLAN ETMEK LAZIM”

Bakan Çelik, bütçe konuşmalarında söz alan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarını değerlendirdi. CHP’yi iktidara alternatif bir parti olamadığı yönünde eleştiren Çelik, “İktidarın kuvveti ve vizyonu tek başına demokrasiyi taşımaya yetmez, muhalefet de gereklidir. Muhalefetin oluşturacağı rekabet, eğer iktidar kapasiteli bir iktidarsa; iktidarın kendisini geliştirmesine yol açar. Yok, eğer iktidar kapasitesini kaybetmişse, kuşatıcılığını kaybetmişse; muhalefet onun yerine bir kapasite koyar ve iktidara gelir. Demokrasinin iyi tarafı budur. Siyasetçi yada bakan olmanın ötesinde demokrat biriyseniz, bugünkü tablo üzüntü verici bir tablodur. Niye; özellikle ana muhalefet partisi, iktidar alternatifi olarak görülür. Şimdi biz, Kılıçdaroğlu’nu izlerken herhangi bir şekilde kulak kabartacağımız bir argümanla, tespitle karşı karşıya kalmıyoruz. Sistematik bir şekilde sürekli olarak yanlış argümanları, yanlış rakamları sunuyor. Bugün, birtakım ilklere imza attı. AK Parti’yi başarısız gösterebilmek için bazı rakamlar veriyor ama önceki verdiği rakamlar yine AK Parti’nin ortaya koyduğu rakamlar… Yani, bizi bizimle mukayese ediyor, kendisiyle mukayese etmiyor. Bir de tabi, şunu bekliyorsunuz; ‘peki, bunlar yanlış diyelim. Siz yaptığınız zaman bunları nasıl yapacaksınız?’ Bunu toplumla paylaşmasını bekliyorsunuz. Bütçe, ekonomik boyutu olan bir konu olsa da, aslında yılın en önemli konuşmalarından bir tanesi. Her şey konuşulur bütçede. Bu bakımdan baktığınızda, CHP’nin ana muhalefet alanını doldurması bakımından daha büyük bir geriye gidiş var. Ben neredeyse şu noktaya geldim; ‘muhalefet aranıyor’ diye bir alarm durumu ilan etmek lazım” ifadelerini kullandı.

“12 YIL ÖNCE EVLENENLERİN ÇOCUKLARI OLDU, KILIÇDAROĞLU ‘NİYE HALA REFORM YAPIYORSUNUZ’ DİYOR”

Ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu’nun vizyonu olmadığını kaydeden Çelik, Kılıçdaroğlu’nun bütçe görüşmelerinde hükümeti, yapılan reformlar konusunda eleştirmesine, “Ben, dün gece geçen seneki bütçe görüşmelerindeki notlarıma baktım. Kemal Kılıçdaroğlu, kürsüye çıkınca not defterine ‘Kemal Kılıçdaroğlu’ yazdım. Konuşma bittiğinde baktığımda başka bir cümle yazmamışım. Yani, not alacak bir şey bulamamışım. Demokrasi dediğimiz şey iktidar-muhalefet diyalektiğine bağlıdır. Bu siyasal diyalektiğin çalışması için, iktidarın bir anti tezi olması gerekiyor. Ortada böyle bir tez yok. Bunun kadar hayatımda dramatik bir şey duymadım, şöyle bir şey söylüyor: ‘Siz hala reform yapıyorsunuz, ekonomik alanda, yapısal reformlar… 12 yıldır iktidardasınız.’ Şimdi bu bilinen bir şeydir; aynı sudan 2 kere yıkanılmaz. Hayatın bu kadar dinamik aktığı bir dünyada, bizim hala yapısal reformlar yapma iradesine sahip olmamız, statik bir dünya görüşüne sahip olmamız taktir edilecek bir şeyken; o buna karşı çıkıyor. Şimdi, bu hakikaten dramatik bir durumdur. Genelde, en büyük değişimleri muhalefet önerir, iktidar daha statik ve defansif bir durumda durur. Burada enteresan bir durum var. Sayın Başbakan da açıkladı, neredeyse her hafta bir yapısal reform açıklayacağız, eylem planları açıklayacağız. Ama o diyor ki, ‘12 yıldır yaptınız ve hala yapıyorsunuz.’ Geçen yıllarda vefat eden Osmanlı şehzadelerinden birinin güzel bir sözü vardı. Diyordu ki, ‘Roma 900 yıl sürdü, Osmanlı bir medeniyet olarak 600 yıl sürdü, Amerika 200 yıldır var. Dünyada zaman o kadar hızlı akıyor ki; belki bundan sonraki medeniyet 5 dakika sürecek.’ Şimdi önümüzde öyle bir muhalefet partisi var ki; ‘Niye reform yapıyorsunuz, 12 yıldır iktidardasınız niye hala reform yapıyorsunuz’ diyor. 12 yıl önce evlenenlerin çocukları oldu, çocukları olanların torunları oldu. Hayat değişiyor, 12 yıldır bir sürü şey oldu dünyada. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Orta Doğu düzeni darmadağın oluyor, büyük bir küresel kriz var, 1929 bunalımına sürekli yapılan atıflar var, 1. Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılında aradaki bir sürü yapı çöküyor, yepyeni bir dünya ortaya çıkıyor… Bütün bunların içerisinde, ‘niye reform yapıyorsunuz’ diyor” şeklinde cevap verdi.

CHP’nin geçmişiyle yüzleşmesi gerektiğinin altını çizen Çelik, “Hala bir hesaplaşma, geçmişle yüzleşme olmaması ve bunun bir mitolojik bir şeye dönüşmüş olması Türkiye açısından tehlikeli bir durumdur. O kadar da uzağa gitmeye gerek yok, Mısır meselesinde, diğer meselelerde tutumu belli… Kendisine ‘sosyal demokratım’ diyen bir partiden çıkmış laflar bunlar… Mesela, CHP’nin profesör bir milletvekili, Türk Silahlı Kuvvetleri artık darbe yapma niyetinde olmadığı için, ona ‘kağıttan kaplan’ dedi. Onun için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kıymeti, darbe yapan bir kurum olması. Ama TSK, gerçek manada demokrasiye bağlı bir kurum olarak hareket ettiği zaman, CHP milletvekilinin gözünde kağıttan kaplana dönüşmüş oluyor. Bunu söylediği zaman, o milletvekiliyle ilgili bir işlem yapılmıyor, genel başkanı buna karşı çıkmıyor” diye konuştu.

“ÇÖZÜM SÜRECİNİ DEVLET PROJESİ OLARAK GÖRMEMEK, ZİHİNSEL BİR PROBLEMDİR”

Bakan Çelik, CHP ve MHP milletvekillerinin ‘çözüm süreci’ni, bir devlet projesi olarak görmeyip, AK Parti projesi olarak nitelendirmelerini eleştirdi. “Bu ülkede, memleketin en büyük meseleleri yabancılara havale edilmişken, bu büyük meselenin tamamen milli refleks ve milli odaklar tarafından yönetilmesi tarihimiz boyunca çok önemlidir” diyen Çelik, “Son 250 yıllık tarihimizde çok önemli bir meseledir bu, tamamen yerli bir süreçtir. Bu, iki taraflı sarsıntıya uğrayabiliyor, bir tanesi enteresandır; Bir gün, Milli Savunma Bakanımız Meclis’te konuşurken çözüm sürecinin bir devlet projesi olduğunu söyleyince, enteresan bir şekilde hem CHP hem de MHP’li milletvekilleri kalktılar ve şu argümanı kullandılar: ‘Genelkurmay bile zaman zaman belli meselelerden haberimiz olmuyor diyor. Dolayısıyla siz buna devlet projesi diyemezsiniz, bu bir AK Parti projesidir.’ Zihniyet düzeyinde ne kadar sıkıntılı bir meseledir. Başbakan’ın bilmesini bir devlet projesi olarak görmüyor, Genelkurmay Başkanı’nın bilmemesini bir argüman olarak kullanıyor, ki o argüman da doğru mudur ayrı bir tartışma konusu… İkincisi, ondan da önce devletin başı Cumhurbaşkanımız demiş ki; ‘mimarı olduğum ve bundan sonra da Cumhurbaşkanlığım süresince himaye edeceğim bir proje.’ Devletin başının himaye ettiği proje bile onlar açısından devlet projesi olmuyor. Bu bir zihinsel problemdir” şeklinde konuştu.

“KÜRT SİYASETÇİLER, KÜRT VATANDAŞLARININ KAZANIMLARINI SABOTAJA UĞRATIYOR”

Kürt siyasetçilerin, söylemleriyle Kürt vatandaşlarının elde ettiği kazanımları sabote ettiğini belirten Çelik, “Bu taraf açısından da şöyle bir problem var; bu asimilasyon, ret ve inkar politikasına uğramış, dilleri yasaklanmış, kimlikleri yasaklanmış Kürt vatandaşlarımızın elde ettiği en büyük kazanımın Kürt siyasetçiler tarafından sabotaja uğratılmasıdır bu tip açıklamalar. 6-7 Ekim Kobani olayları, bu kadar yakıp yıkmanın, bin 100 tane kurumu yakıp yıkmanın Kobani’ye bir faydası olacak mıydı? Tam tersine, Türkiye’nin dikkati Kobani’deyken, Türkiye’deki kurumların dikkati Halep’teyken siz Türkiye’nin içindeki bazı yerleri yakıp yıkmaya başlarsanız, o kurumlar kapasitelerinin bir kısmını Kobani’den ayırıp içeri doğru bakmaya başlarlar” değerlendirmesinde bulundu.

“KOBANİ OLAYLARININ ARKASINDA ESAT REJİMİ VAR”

Bakan Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun Esat rejimine karşı yaptığı açıklamalardan birkaç gün sonra Kobani olaylarının yaşandığına dikkat çekerek, 6-8 Ekim Kobani olaylarının arkasında Esat’ın olduğuna vurgu yaptı. PKK’nın Suriye uzantısı PYD ile Esat rejimi arasındaki işbirliğini hatırlatan Çelik, “Kobani olaylarının 3-4 gün öncesinde Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız’ın açıklamaları var. Diyorlar ki: ‘Bu Esat rejimine karşı bir kapsamlı plan ve bu planın içerisinde kara harekatı olursa, Türkiye buna girer. Bunun arkasından bu olaylar gerçekleşiyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin Esat’ı götürme planına destek vermesine karşılık mıdır 6-8 Ekim Kobani olaylarının arkasındaki güçlerin bu meseleyi bu şekilde gündemleştirmesi? Normal olarak baktığında, ister HDP açısından bak, ister KCK, ister PKK, soğuk kanlı bir siyasi analiz yapacaksan, masaya bir kurmay zekasıyla stratejik olarak bütün bunları koyacaksın, ‘bu kimin işine yarar’ diyeceksin, bunlar hiç birinin işine yaramıyor. O zaman sorunun cevabını başka yerde arayacaksın” ifadelerini kullandı.

“BELKİ DE, GIDASINI HERKESİN ÇÖZÜMSÜZLÜKTEN ALDIĞI MESELELER BUNLAR”

Çelik, program sunucusu Batuhan Yaşar’ın, “Selahattin Demirtaş’ın son zamanlarda yaptığı açıklamalar, Abdullah Öcalan’ın yerine liderliğe oynadığı anlamına mı geliyor” şeklinde yönelttiği soruya, şöyle cevap verdi:

Bu tip yapılarda taktik gidiş gelişler olur, taktik çatışmalar çok fazla görülür. Genelde İngiltere’yi falan modelleyerek bu konuşuluyor. Ama orada önce parti sonra örgüt kurulmuştu. Burada önce örgüt sonra parti kurulduğu için zaman zaman ‘siyaseti güçlendirmek’ ve ‘siyaseti muhatap almak’ gibi argümanlar çalışmayabiliyor. Normalde mesele bütün bunları siyaset içinde konuşmak, en yüce çatı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) çatısı altında konuşmak. Ama TBMM çatısı altındaki yaklaşımın ve fikriyatın, demokratik siyaset anlayışına uygun olması gerekir. Onun yerine örgütün argümanları konuşulduğu zaman, zaten orada bir muhataplık durumu ortaya çıkmıyor. Belki de, gıdasını herkesin çözümsüzlükten aldığı meseleler bunlar. Burada en büyük kuvvet kitledir, toplumdur, halktır. Halk, bu çözümü satın almıştır, kabullenmiştir, saygın bir konuma yerleştirmiştir. Bahsettiğimiz kesimler, ‘6-8 Ekim olayları sonrası iki taraf da irade güncelledi’ gibi bir argüman kullandı. ‘İki taraf’ dediği kim? 6-8 Ekim olaylarında hükümetin yada devletin bir sorumluluğu mu varmış? Eylem çağrısı yaptınız, her taraf yakıldı yıkıldı, tam bir Vandalizm, tam bir barbarlık oluşturdunuz ve bundan hiçbir ders alınmadan bugün de aynı şeyler söyleniyor. Güvenlik paketi, sadece bu son gündemle birlikte oluşturulmadı. Bu son gündemi, 6-8 Ekim olaylarını da kapsayan bir şey.”

“BU BİR PAZARLIK SÜRECİ DEĞİL”

Bakan Çelik, çözüm sürecinde devletin üzerine düşenleri yaptığını ancak karşılığında verilen sözlerin tutulmadığını kaydetti. Ülke içindeki silahlı güçlerin, silah bırakma ve ardından yurtdışına çıkma sözlerini tutmadığını belirten Çelik, “Çözüm süreci; ret, inkar ve asimilasyon politikalarının sosyal ve siyasal alanda tam olarak bitmesidir. İkincisi de, Türkiye içerisindeki silahlı unsurların ilk aşamada yurt dışına çıkması, ikinci aşamada da tamamen silahı bırakmasıdır. Bunun 61. Hükümet zamanındaki safhasında buna karar verilmişti; belli bir zaman içerisinde bunlar ülke topraklarının dışına çıkacaklardı. Hatta, o zamanki Başbakanımız, şimdiki Cumhurbaşkanımız, ‘Bunların çıktı denilenleri yüzde 10’u, yüzde 15’i bulmuyor’ demişti. Burada bir mesele var. Silah eldeyken, ‘yasal bir düzenleme yapılsın, gözlemci bir heyet oluşturulsun’ diyorlar. Silahlı bir grup yurtdışına çıkma taahhüdünde bulunmuş ve bunu gerçekleştirmemişken diğer safhalara nasıl geçeceksiniz? ‘Devlet mükellefiyetini yerine getirmedi’ diyorlar. Devletin mükellefiyetini yerine getirmediği konu nedir? Burada bir adım atılıyor, adım atıldıktan sonra silahlı unsurların yurtdışına çıkarılması meselesi geliyor, o meselede hiçbir ilerleme sağlanmıyor, sonra ‘siz şunu yaparsanız, bunlar da bunu yapar’ deniliyor. Bu bir pazarlık süreci değil. Birileri çözüm sürecini ya yanlış anlamış yada yanlış anlatıyor. Kamu düzenini tehdit ederek, paralel bir devlet yapısı kurmaya çalışarak, mahkemeler, tehdit mekanizmaları, iş adamlarından haraç mekanizmaları kurmaya çalışarak, arkasından da ‘devlet mükellefiyetini yerine getirmezse, çözüm süreci yürümez’ demek çok açık bir şekilde, çözüm sürecini kullanarak eski şiddet politikasını sürdürmek demektir” diye konuştu.

“OSMANLI TÜRKÇESİ’Nİ AFRİKA’DA KAYBOLMUŞ BİR DİL ZANNEDİYORLAR”

Son günlerde sıklıkla gündeme gelen ‘Osmanlıca’ tartışmalarına da değinen Çelik, Osmanlı Türkçesi’ni ‘ölü bir dil’ olarak nitelendirenleri eleştirdi. “Osmanlı’yla ilgili kurumsallaşmış alerjiyi yada dil ile ilgili kurumsallaşmış alerjiyi, o zaman savaştığımız birtakım ülkelerin üretmiş olması doğal da bizim içimizde bu kadar satın alınmış olması anormal” diyen Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Herhalde böyle bir cehalet tarihe geçer… Diyorlar ki, ‘Olmayan bir dili öğretip de ne yapacaksınız?’ Osmanlıca’yı ayrı bir dil zannediyorlar. Aslında doğru tabir, ‘Osmanlı dönemi Türkçesi’dir. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’a şu cümleyle başlar: ’19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktım, manzara-i umumiye şuydu.’ O zaman Mehmet Akif de bu alfabeyi kullanıyordu, Atatürk de Osmanlı subayı olarak bu alfabeyi kullanıyordu. CHP’de bazı arkadaşlar ‘bu Arap alfabesine dönmek’ demiş. Bizim tarih boyunca birçok alfabemiz oldu. Uygur alfabemiz oldu, başka alfabelerimiz oldu. Yani dilimizi başka alfabelerle yazabiliriz, önemli olan dilin kendisi. Bizim Cumhuriyet’in kurulmasından önce, hatta Cumhuriyet’in kuruluşunun ilk yıllarında Atatürk’ün kullandığı, Mehmet Akif’in kullandığı bu alfabe kullanıldı. Yani biri soldan sağa yazılıyor, biri sağdan sola yazılıyor. Bunu böyle bir laiklik çerçevesi alanına oturtmak, bir siyaset bilimci olarak benim alanıma girmiyor, bu daha çok psikologların alanına giren bir şey. Birincisi bunu okuyabilmek… İngilizce’yi, Fransızca’yı öğrenmek size nasıl bir şeyler katıyorsa, bu da size onunla mukayese edilemeyecek kadar çok şey katacaktır. İkincisi, kelime haznenizin gelişmesi bakımından önemli. Biri, ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diğeri de ‘ hakimiyet bila kayd-u şart milletindir.’ Bu ikisini de anlamak bir zenginlik değil midir? Yada elimizde bu kadar kitap var, İstanbul Üniversitesi’nin girişinde tuğra var, başka bir yerde başka bir yazı var… Bu bizim hayatımızın bir parçası. Bunun hepsini öğrenebilmek bizim için önemlidir. İngilizce sözlüklerde bile Türkçe karşılığını verirken, bir Öz Türkçe verir bir de Osmanlıca dediğimiz eski Türkçe verir. Osmanlıca olmayan, ölü bir dil değildir. Beni Kültür Bakanı olarak aşırı bir şekilde rahatsız eden şey, Türkiye’de köşe yazarlığı yapan bazı kişilerin ‘ölü bir dili niye öğreteceğiz’ demesi. Bunu, Afrika’da kaybolmuş bir dil zannediyorlar. Bir de harf devrimiyle dil devrimi arasındaki farkı bilmemeleri büyük bir cehalettir. Harf devrimi farklı bir şeydir, dil devrimi başka bir şeydir. Bizde, belki dilin daha rahat anlaşılması, sadeleşmesi için bu sadeleştirme politikası belli bir yere kadar geçerliydi, belli bir yerden sonra başka bir yere geldi. Bugün, 200 kelimeyle hayatını idame ettiren üniversite öğrencilerinden bahsediyoruz. Bu çok korkunç bir şeydir. İdrak ve izanla ilgilidir. Ben tarihimizi Moğolistan’daki Bilge Kağan ve Tonyukuk Anıtlarından buraya kadar sistematik bir şekilde bilmek isterim. Ne kadar geriye giderseniz gelecekle ilgili ufkunuz o kadar ileri olur.”