Başbakan Erdoğan’ın geçirdiği ameliyat sonrası sağlık durumuyla ilgili değişik spekülasyonların yapıldığı sıralarda, İstanbul’da doktorluk yapan bir dostum aradı: 
1992 yılında üniversite eğitimi için gittiğimde, İstanbul ‘pislik’ içerisindeydi.
 
Çeşmelerden akan sular, içmek şöyle dursun, yemeklerde dahi doğru düzgün kullanılamaz, banyo yaparken bile insanı tedirgin ederdi.
 
Şehrin değişik yerlerinde dolaşmak istediyseniz eğer, bunu yaparken çöp yığınlarının etrafa yaydığı ‘pis kokulara’ tahammül etmek gibi bir zorunluluğunuz vardı. 
 
Hele hele Haliç’in durumu tam anlamıyla içler acısıydı.
 
Onlarca yıl boyunca etraftaki tesislerden boca edilen ‘pis atıklar’, güzelim Altın Boynuz’u perişan etmişti.
 
E-5 yolu üzerinde yolculuk edenler, Cevizlibağ’ı geçtikten sonra, doğal bir refleksle baş parmakla işaret parmaklarını yüzlerine doğru götürüp burun deliklerini kapatırlar, yolculuğun bu bölümü Okmeydanı geçene kadar böyle devam ederdi. 
Daha neler vardı neler…
 
***
 
Bir kurtarıcıya ihtiyaç vardı.
 
Belki de bir tam yüzyıl boyunca hiç durmadan kirlenen bu eşsiz kenti yıkayarak temizleyecek, sonrada oksijen verip hayata döndürecek birisi idi aranan.
 
Aranan kişi, iki yıl sonra 1 milyon İstanbullunun oylarıyla işbaşına geldi ve 4,5 yıl gibi bir sürede bütün bu zor işleri başardı.
 
Çeşme sularını da temizledi, Haliç’i de.
 
İstanbul, yüzyıl sonra soluk almaya başladı.
 
***
 
Elinize 2002 yılını gösteren bir Türkiye fotoğrafını alıp baktığınızda, gördüğüz şöyle bir şey olacaktır.
 
Ekonomisinde krizlerden krizlere sürüklenen, askeri vesayetin zirve, siyasi kirliliğin dip yaptığı; İşkencelerle, insan hakları ihlalleriyle anılan, Edirne’nin batısından gelenlerin biraz da aşağılayıcı bir eda takınarak ülkede güvenlik garantisi olup olmadığını sorguladıkları, kendi iç sorunlarıyla boğuştuğu için etrafına bakacak mecali olmayan ve de etrafındaki herkesi düşman belleyen üçüncü sınıf bir ülke fotoğrafı vardı önünüzde. 
Sonra İstanbul’u kurtaran adam ülkeyi yönetmek üzere iş başına geldi.
 
***
 
Ve 9 yıl sonra üzerinde ‘ideolojinin deli gömleği ile dolaşanlar’ dışında herkesin gördüğü şöyle bir Türkiye fotoğrafı var.
 
İnsanların ortalama gelirinin üçe katlandığı, geleceğe güvenle bakılan, her tarafta ekonomik kriz endişesi yaşanırken, gelişmiş ülkelerin bile gıptayla baktığı, askeri vesayeti geriletmiş, daha birkaç yıl öncesine kadar insanlarını Anadolu denizine dökmekten söz eden generallerin hukuk önünde hesap vermeye başladığı, demokrasisini güçlendirmiş bir ülke var şimdi.
 
***
 
Dış politikada kabuğunu kırmış, ‘adalet’, ‘vicdan’ gibi yeni değerler sunarak dünya sahnesine çıkmış, lideri Arap ülkelerinde ki halkların ‘keşke bizim de böyle bir liderimiz olsa’ dediği, bütün uluslar arası gelişmelerde ne dediği herkesçe merak edilen bir Türkiye var.
 
***
 
İSTANBUL’DAN ARAYAN DOKTOR DOSTUM DEDİ Kİ…
 
Geçen Salı günü, Başbakan Erdoğan’ın geçirdiği ameliyat sonrası sağlık durumuyla ilgili değişik spekülasyonların yapıldığı sıralarda, İstanbul’da doktorluk yapan bir dostum aradı.
 
Bu dostum beni hep, hükümetin yaptığı bir iş ya da herhangi bir konudaki politikası nedeniyle şikayetlerini ve itirazlarını sıralamak üzere arardı.
 
Özellikle kürt meselesiyle ilgili sık sık hükümetin yanlış işler yaptığından yakınırdı.
 
Ve bildiğim kadarıyla bugüne kadar Ak Parti’ye hiç oy da vermemişti.
 
***
 
Doktor dostumun Salı günkü arayış nedeni farklıydı.
 
Ses tonundan da anlaşılıyordu ki, kendisi Erdoğan’ın sağlık durumuyla ilgili büyük bir endişe taşıyordu.
 
Endişesinin kaynağı insani duyarlılıkların ötesindeydi.
 
“İnşallah kötü bir şey olmaz ve işinin başına geri döner” dedikten sonra şöyle bir cümle daha kurdu.
 
“İsterim ki, Tayyip bey bir an evvel iyileşsin ve bir 10 yıl daha bu ülkeyi yönetsin!..”
 
Hatta buna “kendisini görürsen benim böyle dediğimi söyle” diye tembihte bile bulundu. Sonra etrafıma bakınca başka yerlerde de benzer konuşmaların geçtiğini duydum.
 
Sonra demek ki diye düşündüm:
 
“Bu ülkede yaşayan insanların bir bölümü, kendisine bazen kızsalar da, oy vermek istemeseler de Tayyip Erdoğan’a güveniyorlar ve O’nun olduğu yerde durmasını istiyorlar.” 
Tuhaf gibi görünüyor ama öyle işte...
 
Mehmet Acet / Haber 7