Soru ne kadar rahatsız edici değil mi? Zaten ömür denilen yol merhamet gereksinimin zirve yaptığı bu iki dönem (bebeklik ve yaşlılık) arasında geçen uyku hali değil midir? Ölümün aslında bir uyanıklık hali olduğunu hep görmezlikten gelmiyor muyuz? Mardin’de şehrin sembol isimlerinden biri olan ve 6 yaşında bırakıldığı Deyrul Zafaran Manastırı’nda 70 yıldır annesini bekleyen, mental olarak hep çocuk kalan 2014 de kaybedilen Bahe’nin hikâyesini duymuşsunuzdur.

Son zamanlarda yürümekte bile zorlanan ve gözlerini kaybeden Bahe; sadece kırmızı çorap giyermiş. Dolabında sadece kırmızı çoraplar varmış. Annesi bıraktığında üzerinde kırmızı çorap olduğu için yeniden gelirse onu kırmızı çorabı ile tanıyacağını düşünürmüş. Hayatının son günlerinde bile manastırda görev yapmış rahipler sorulduğunda başlarmış bir çırpıda 70 yılı saymaya; “Bir gün ben de gideceğim. Hepimiz misafiriz” dermiş. Hangi dine mensup olursanız olun hatta insan olma statüsünü bir kenara bırakın merhamet denen duyguyu hiçbir kaba sığdıramazsınız.

İnsan hayatı;  sadece temel ihtiyaçları gidermek, gerektiği kadar yaşamak, inançlı ise dini mükellefiyetini tamamlamak, sonra ölmek anlamına gelmemeli. Hayat bu kadar basit değildir. Asıl komuta merkezinin kalp olduğunun, onunla sorguya çekileceğinin farkına varanlar vefayı da merhameti de sığdıracak yeri bulabilmişlerdir.

Tıp bilimi ve kullandığı teknoloji modern çağ da insana yaşamı uzatabilme olanaklarını sunmuştur, fakat diğer yandan bazı durumlarda ölüm; uzun ve acılı bir bekleyiş haline gelmiştir. Bu tür olaylarda, hasta, yaşamının bu son bölümünde dayanılmaz acılara katlanmak zorunda kalmakta, yakınlarının ya da hastane personelinin bakımına muhtaç olmakta, zevk aldığı şeyleri yapamaz hale gelmekte ve yaşamına anlam kazandıran hemen her şeyden mahrum olmaktadır. Ölümün insanları nasıl karşılayacağını kimse bilemez. Yaşam önceliklerimiz adeta ölümü unutulmaya unutturulmaya çalışan olguya dönüştürmüştür. Neden ölümü yok sayarız neden yakınlarımızı yaşatmak uğruna hastanelerde yalnız bırakırız. “Ölümden ne korkarsın, korkma, ebedi varsın” demiş Yunus Emre .”Sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun 115) . İnsan sadece yaşlandığında veya çaresiz bir hastalığa yakalandığında gerçeği kavrıyor.

Özellikle yoğun bakımlar da yaşanan yatak sıkıntısının ana sebeplerinden bir tanesi de hasta yakınlarının yaşam alanlarında ölümle yüzleşmek istememesidir. Cami avlusunda bırakılan bebek ile hastanelerde yalnız bırakılan bakım hastalarının ne farkı var. Biri merhametsizlik diye atfediliyor diğeri sözde merhameti suiistimal ediyor.  “Evimize götüreyim orada daha iyi bakarım”,“ ölecekse evimde ölsün”,” sevdiklerinin yanında dursun” anlayışı çocuklarının gözü önünde ölmesinde nerede ölürse ölsün” anlayışına dönmüştür. “Ölüm korkusu, ölümden daha korkunçtur” demiş Friedrich Schiller. Merhametli olma kabuğuna bürünerek yıllarca birlikte olduğumuz aynı değerlerimizi, anılarımızı paylaştığımız dedemiz, ninemiz, annemiz, babamız ölmek üzere oldukların da hayatlarının son demlerinde hastanede geçirmelerine sebep olmak ne derece samimi bir yaklaşımdır. Kendi veya çocuklarının iç huzurunu sözde koruma uğruna alınan kararlar; çocuklarımıza merhameti gösterme çabasında ne derece eğitici olur.

“Herhangi bir genç yaşlılığından dolayı bir ihtiyara hürmet ederse, Yüce Allah da yaşlandığında ona hürmet edecek kimseler halkeder” Hz. Muhammed (sav) hadisi şerifi zaten olmamız gereken istikameti göstermiyor mu? Aile bağların da kırılgan fay hatlarının yaşandığı toplumlarda aksini ispat etmek pek mümkün görünmemektedir. Devlet bugün bakım hastalarının hasta bezinden- yatak koruyucusuna, beslenme ürününden- şişme yatağa, aspiratöründen- ev tipi solunum cihazına kadar her şeyi karşılıyor. Hatta ev de bakmaları için aylık bile bağlıyor. Hemen hemen tüm ihtiyaçlarını karşılıyor olmasına rağmen bütün bu garantörlük; bakım hasta sahiplerininde vefa ve merhamet duygularının filizlenmesini sağlayamıyor.

Peki, ne yapalım! . Kıvılcım için İhtiyacınız olan tek şey empati midir? Akıllı telefonlara kafamızı gömmüşüz madem; Primatların davranışlarını inceleyen bir araştırma olan Şempanze Politikası adlı kitaba konu olan olay, Royal Burgers Hayvanat Bahçesi'nde geçiyor. Hollanda'nın Arnhem kentindeki bu hayvanat bahçesinde Mama adında 59 yaşında bir şempanze yaşıyor. Aslında Mama, ölüm döşeğinde yemeyi, içmeyi reddediyor. Hasta ve yorgun. Uzun yıllar Mama'nın sahipliğini ve doktorluğunu yapan davranış psikolojisi profesörü Jan van Hooff, onun hasta olduğunu duyunca Mama'yı ziyarete gidiyor. 1972'den beri birbirini tanıyan bu ikili için ilk başta iletişim kurmak kolay olmuyor, çünkü ölüm döşeğindeki Mama, doktoru hemen tanıyamıyor.

Fakat Mama'nın doktoru tanıdıktan sonraki görüntüleri görülmeye değer. Hasta haliyle başını bile kaldıramayan o şempanze, eski bakıcısını tanıyınca sevinci resmen yüzüne yansıyor. Bu nasıl bir ibrettir.   https://www.izlesene.com/video/59-yasindaki-sempanzenin-eski-dostunu-tanimasi/10059389 Bahsi geçen kıvılcımın ateşe dönebileceği reçete elbette ki İslami değerlere sarılmaktır. İtikat ve Allah korkusu olmadan merhamet inşa edilemez. Burada kanaat önderlerine, İdarecilere büyük sorumluluklar düşmektedir. “Ölüm daima gözünün önünde olsun, o zaman asla adi endişelere düşmezsin ve hiçbir şeyi fazla hırsla arzu etmezsin” diyor Epictetos. Yaşlılar toplumun bereket kaynağıdır. “ Eğer Allah’ın beli bükülmüş kulları, süt emen yavrular, otlayan hayvanlar olmasaydı, başınıza sağanak sağanak ve kesintisiz azap yağardı” diyor Peygamber Efendimiz (sav).Tüm evren ve insanlık merhamet üzerine yaratılmadı mı? Mazlumun sahibi Allah’tır diyor din alimleri.. Dini inancı ne olursa olsun her mazlumun duası karşılık görür. Hastaneler de endişe nedeni ile yakınlarınca yalnız bırakılmış, konuşamayan hareket edemeyen ama her şeyi hisseden tüm mazlumlar adına diyorum ki “Yeter artık! Yaşatmak uğruna daha fazla canımı yakmayın bırakın evimde sevdiklerimle beraber olayım” selamet ile kalınız.