Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği ve Kongre Başkanı Prof. Dr. Ali Gürbüz, Türkiye de 260 kalp merkezinde yıllık 75 bin açık kalp ameliyatı yapıldığını belirterek, “bu ameliyatların başarı oranları dünyanın en önde gelen merkezleriyle çok yakındır” dedi.

Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği 13. Kongresi, Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği tarafından 30 Ekim-2 Kasım 2014 tarihleri arasında Titanic Deluxe Otel Belek, Antalya’da gerçekleştiriliyor.

Bu yıl 2 bin 145 doktor, hemşire ve perfüzyonist katılımı ile düzenlenen kongre, yurt dışında bulunan EACTS, ISMICS, ISHLT gibi derneklerin kurumsal katılımı ile gerçekleştirilirken, Avrupa Kalp Damar Derneği ortak oturumları, Dünya Kalp ve Akciğer Nakli Derneği ortak oturumları, Uluslararası Minimal İnvaziv Cerrahi Derneği ortak oturumları, Avrupa Damar Kursları organizasyonları ortak oturumları ile toplam 28 ayrı başlıkta 121 farklı kurs seansı, 60 ayrı panel ve 2 adet uydu sempozyum yoğun bilimsel programda yer aldı. Kongrede, kalp ve damar cerrahisindeki çok önemli ve ilgi çeken konuların yanı sıra, olgular eşliğinde sık karşılaşılan problemlere ve hastalıklara yaklaşım ile birlikte tıptaki yeni gelişmeler gözden geçirildi. Son gelişmelere ilişkin konferanslar, dünyadaki kalp ve damar cerrahisindeki son gelişmeler, programın ana başlıklarını oluşturdu. Kongrede konularında söz sahibi Türkiye’den 427 ve yurt dışından 52 konuşmacı ve oturum başkanı görev aldı.

KALP DAMAR CERRAHİSİ VE TÜRKİYE’DEKİ DURUM

Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği ve Kongre Başkanı Prof. Dr. Ali Gürbüz, kalp ve damar hastalıklarının sadece hasta olan kişi için değil, yakınlarının yaşamlarını da önemli ölçüde etkileyen kronik hastalıkların başında geldiğini belirtti. Gürbüz, “Bizler, kalp ve damar cerrahları olarak, en zor tıp branşlarından birinde hizmet veriyoruz. Riskli hastalıkları tedavi etmeye çalışıyoruz. Öncelikle şunu büyük bir samimiyetle söylemek istiyorum, Ülkemizde kalp ve damar ameliyatları, girişimleri ve tedavileri dünyadaki en üst standartlarda yapılmaktadır. Bunu büyük bir gururla sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum” dedi.

Şu anda Bin 350 üye tarafından, 42 Sağlık Bakanlığı, 52 üniversite, 164 özel hastane olmak üzere toplam 260 kalp merkezinde yıllık 75 bin açık kalp ameliyatı yapıldığını belirten Gürbüz, “Bu ameliyatların başarı oranları dünyanın en önde gelen merkezleriyle çok yakındır. Almanya ve İngiltere’de 1-1,5 milyon nüfusa 1 merkez düşerken, ülkemizde 250-300 bin kişiye 1 merkez düşmektedir. Yıllar önce halkımız çocuk kalp ameliyatları ve kalp yetmezliği ameliyatları için yurt dışına giderken, günümüzde çok ileri kompleks konjental kalp hastalıkların ameliyatları ile kalp nakli ve yapay kalp cihazları gibi yüksek bilgi ve tecrübe gerektiren ameliyatlar ülkemizde de büyük bir başarıyla yapılabilmektedir. Artık halkımızın hiçbir kalp ameliyatı için gitmesine gerek yoktur. Bu rakamlar Avrupa standartlarına ulaştığımız, hatta merkez ve doktor sayısı bakımından onun da üzerine çıktığımızın göstergesidir” diye konuştu.

KALP MERKEZİ VE KALP EKİBİ KAVRAMLARI

Dünyada yılların birikimi ile oluşan deneyimler, günümüzde ‘kalp merkezi’ ve ‘kalp ekibi’ kavramını ortaya çıkardığını belirten Gürbüz, “Kalp merkezi kavramının mantığı, kalp krizi geçiren bir hastaya en kısa sürede, mümkünse ilk 90-120 dakika içerisinde müdahale edebilme imkanı oluşturmaktadır. Bu süre içerisinde kalp merkezine getirilebilen hastaya hemen gerekli tetkik ve tedavisi yapılacaktır. Kalp merkezi kavramını dünyada en iyi uygulamaya sokabilen ülkelerden biri de ülkemizdir. Bu konuda büyük çabası, emeği olan Sağlık Bakanlığı’mıza da teşekkür etmek istiyoruz” diye konuştu. ‘Kalp ekibi’ kavramının odağında insan sağlığı ve hizmet kalitesi olduğunu, amacın ise hasta için en ideal tedavi seçeneğine karar vermek ve uygulamak olduğunu bildiren Gürbüz, “Ekip kavramı kardiyolog ve kalp cerrahının ortak karar vererek çalışmasını temsil etmektedir. Kalp ekibinin dünyada yaygınlaşmasının nedeni de ekip çalışmasının getirdiği başarıdır. Bir hastaya yapılacak tedaviye tek bir doktorun değil, aynı hastalığa farklı tedaviler uygulama bilgisine sahip farklı branş doktorlarının bir arada ortak karar verebilmesi, alınacak kararın en doğru karar olması sonucunu doğurmaktadır. Kalp ve damar hastalıkları gibi riski yüksek hastalıklarda da bu ortak karar vermek ve ekip ruhu oldukça önemlidir. Hasta için balon, stent ve bypass tedavilerinden en uygun olanı hangisi ise ortak karar alınması bizim kalp cerrahları olarak büyük önem verdiğimiz bir durumdur. Bu ortak karar mekanizması, ekip ruhu,’kalp ekibi’ çalışması, hizmet kalitesini her zaman daha da ileriye götürecek bir yaklaşımdır diye düşünüyoruz.”

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun da bu kavramı dünyada en çabuk benimseyen kurumlardan birisi olduğunu vurgulayan Gürbüz, “Uygulamalarımızda, kardiyoloji kalp damar cerrahisi konseyi kavramını getirdikleri için teşekkür ediyoruz” dedi. Bu uygulamaların daha da yaygınlaştırılması gerektiğini sözlerine ekleyen Gürbüz, “Bu konuda da SGK, Sağlık Bakanlığı, kardiyolog meslektaşlarımız ve biz kalp damar cerrahları ortak çalışmalara devam ediyoruz. Kalpleri tamir eden doktorlar olarak, insanlarımıza hizmet edebilmenin mutluluğunu yaşadığımız kuşkusuzdur. Biz kalp cerrahları olarak, elbetteki sorunlarımız da çok. Bunları da kurumlarımızla karşılıklı konuşarak, birbirimizi anlamaya ve sorunları beraber çözmeye çalışmaya devam ediyoruz. İnsanlarımızdan en az bizim onların sağlığına verdiğimiz önem kadar, sağlıklarına önem vermelerini rica ediyoruz. Türk kalp ve damar cerrahları olarak, Sağlık Bakanlığı’mızı ve SGK ile ortak projelerle halkımızı bilinçlendirmek, önlenebilir risk faktörlerinden kurtulabilmeleri için onları bilgilendirme görevimizi de daha iyi yapmak için gayret ediyoruz” şeklinde konuştu.

AORT CERRAHİSİ VE GİRİŞİMLERİNİN TÜRKİYE’DEKİ DURUMU

Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Anıl Z. Apaydın ise aort cerrahi ve girişimlerin Türkiye’deki durumu ile ilgili bilgiler verdi. Aortun vücudun en büyük atardamarı olduğunu belirten Apaydın, “Kalpten çıktığı bölüm çıkan aort, beyin damarlarını verdiği bölüm arkus, sol göğüs boşluğunda ilerlediği kısım inen aort, karın boşluğundaki bölümü abdominal aort olarak adlandırılır. Aort hastalıkları anevrizma (balonlaşma) ve diseksiyon (katlarına ayrılma, çatlama) şeklinde iki ana gruba ayrılır. Her iki hastalık da yırtılıp kanamaya neden olacağından tedavi edilmezse hayati tehlikeye yol açar” dedi. Anevrizma ve diseksiyonun bazen ilk belirtilerinin yırtılma olduğunu kaydeden Apaydın, bunun çok acil bir durum olduğunu ve bu hastalıkların açık cerrahi (geleneksel, konvansiyonel) ya da kapalı girişimsel (endovasküler, kesisiz) yöntemlerle tedavi edilebildiğini söyledi. Her iki yöntemin de Türkiye’de birçok merkezde başarıyla uygulandığını anlatan Apaydın, “Bu yöntemlerin birbirlerine göre bazı üstünlükleri ve zayıflıkları vardır. Açık cerrahide, kesi gereği, hastanede uzun kalış süresi ve daha yüksek erken dönem risk söz konusuyken, kapalı girişimler; anevrizmanın tam kapatılamaması, anevrizmadan dal çıkışlarının olduğu bölgelerdeki uygulama kısıtlılığı, sık takip için yüksek radyasyona maruz kalma gibi sorunları içerir. Kapalı yöntemde tekrar girişim oranı daha yüksektir. Bir iki yıllık takipte genel risk oranları benzerdir” diye konuştu.

Aort cerrahisi ve girişimlerinin yüksek düzeyde tıbbi bakım, deneyim ve teknolojiye ihtiyaç duyduğunu da sözlerine ekleyen Apaydın, “Bu nedenle pahalıdır. Özellikle girişimsel yöntemlerde kullanılan greftlerin (suni damar) yeni ve ileri teknoloji k ürünler olması nedeniyle fiyatları açık cerrahiyle takılan greftlere göre yüksek kalmaktadır. Yıl içinde dahi sürekli değişen geri ödeme politikaları nedeniyle bu yöntemin uygulanması dönem dönem sekteye uğramakta hem hastane yönetimleri, hem doktorlar, hem tedarikçi firmalar en başta da hastalar sıkıntı yaşamaktadır. Çıkan aort ve aort kökünün cerrahisi pek çok merkezde çok iyi sonuçlar elde edilerek yapılabilmektedir. Ancak arkus, inen aort ve özellikle torakoabdominal aort (hem inen hem abdominal aortun birlikte genişlemesi) cerrahisi için aynı şeyleri söylemek olası değildir” dedi.

Bu durumun yurt dışında da benzer olduğuna dikkat çeken Apaydın, ”Amerika Birleşik Devletleri’nde 1988-1998 yılları arasındaki torakoabdominal aort anevrizması nedeniyle ameliyat edilen elektif olgulardaki mortalite oranının, bu tür ameliyatların çok yapıldığı hastanelerde, az yapılan hastanelere göre daha düşük olduğu ortaya konmuştur. Bu tip ameliyatların belli merkezlerde yapılması gereği vurgulanmıştır. Elbette bu merkezlere gereken destek (personel, malzeme) sağlanmalı, zaten kısıtlı olan kaynaklar dağıtılmamalıdır. Sonuç olarak, hayati öneme haiz aort hastalıklarının açık cerrahi ya da girişimsel yöntemlerle tedavisi özellik arz etmektedir. Bu tedavilerin kesintisiz ve yeterli düzeyde uygulanabilmesi için malzeme geri ödemesi başta olmak üzere tutarlı bir yaklaşım gereklidir. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun giderek artan yükünü azaltmak amacıyla kısmen hasta katkısını da içeren alternatif ödeme politikaları gündeme gelebilir” diye konuştu.

YAPAY KALP DESTEK CİHAZLARI HAYAT KURTARIYOR

Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. A. Rüçhan Akar, yapay kalp destek cihazları ile ilgili bilgi verdi.Yapay kalp destek cihazlarının son evre kalp yetersizliğindeki hastada kalbin pompalama görevini üstlenen, ileri teknoloji ürünü cihazlar olduğunu belirten Akar, “Hastanın kalp yetersizliği iyileşene dek ya da kalp nakli oluncaya kadar hayatta kalması için kullanılan kısa süreli yapay kalp destek cihazları olduğu gibi, hastanın kalan hayatı boyunca kullanabileceği uzun süreli yapay kalp destek sistemleri de mevcuttur” dedi. Kalp destek cihazlarının, ani ya da zamanla gelişmiş son evre kalp yetmezliğindeki hastalarda başlıca dört amaç için kullanıldığını anlatan Akar şunları söyledi:

”Aniden kalp yetersizliği gelişen hastalarda, diğer organ fonksiyonlarında oluşacak bozulmanın önüne geçmek ve uzun süreli bir destek sistemi uygulayana kadar hastayı hayatta tutabilmek için köprülemeye köprüleme (kısa süreli kullanım) amacıyla, miyokardit (kalp kasının virüs vb. sebeplerle iltihabı) gibi aniden kalp yetersizliği oluşturan ama ilaç tedavisi sonucu tamamen iyileşen hastalıklarda, hastalığın şiddetli seyrettiği dönemde hastanın hayatta tutulabilmesi için iyileşmeye köprüleme amacıyla, kalp nakli için bekleme listesinde olan, ancak kalp beklerken kalp yetersizliği ilerleyen hastalarda kalp nakline köprüleme amacıyla, çeşitli sebeplerden (ileri yaş, ciddi böbrek, karaciğer hastalığı vb.) dolayı kalp nakli olamayacak durumda olan hastaların yaşam süresini ve kalitesini arttırmak için hayat boyu kullanım amacıyla.”

Akar, “Yapay kalp destek cihazları, vücut içine yerleştirilen (implantable, minyatür) ve vücut dışında (parakorporal) olan olmak üzere iki farklı gruptur. Hangisinin takılacağı, hastanın kalp yetersizliğinin ve genel durumunun özelliklerine göre uzman ekiplerce belirlenir. Yapay kalp destek cihazı ameliyatı, takılan cihazın türüne göre değişse de, eğer bir komplikasyon gelişmez ise ortalama 3-10 saat süren bir ameliyattır. Ameliyatı biten hastalar, yoğun bakımdaki özel nakil odasında uyanırlar, tüm bulgular normale geldiğinde solunum cihazından ayrılırlar. Ameliyat sonrası ilk 2-3 günü yoğun bakımda geçiren hastalar, ardından aileden bir yakını ile birlikte kalacakları, servisteki özel odalarına alınırlar. Ameliyat sonrası hastanede kalış süresi ortalama 20-25 gündür. Bu hastalar, cihazla yaşadıkları süre boyunca kan sulandırıcı ilaçlar kullanmak ve düzenli olarak kan testleri yaptırarak bu ilaçların dozlarını doktorlarına danışmak zorundadırlar.Kalp nakli ve yapay kalp destek cihazları programları, devletin ruhsat verdiği ve denetlediği konusunda özel eğitim almış uzman ekiplere sahip sınırlı sayıdaki merkezde yürütülmektedir. SGK’lı hastaların kalp nakli ve yapay kalp destek cihazları ameliyatları, hazırlık, yoğun bakım ve hastane dönemlerindeki bakım ve tedavileri paket ödeme sistemi yoluyla SGK tarafından karşılanmaktadır. En çok total yapay kalp nakli yapan ülkeler arasında Türkiye de yer almaktadır. Ağırlığı 160 gram olan yapay kalbin kapladığı hacim 40 ml’dir.Yapay kalp ile insanlar günlük hayatlarını devam ettirip, spor dahi yapabilmektedir. Diğer organları da bu arada iyileşmektedir. Daha sağlıklı olarak kalp nakli adayı olmaktadır. Dünyada en uzun yaşayan hasta şu an 11’inci yılındadır” dedi.

"TÜRKİYE’DE 17 MİLYON SİGARA İÇİYOR"

Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. A. Kürşat Bozkurt, dünyada bir numaralı ölüm nedeni olan damar sertliğinin Türkiye’de artışta olduğunu belirtti.

Bozkurt, “Özellikle sigara içen orta ve ileri yaşta bireylerde bacak damarlarının tıkanması ile parmakların ve hatta bacağın kesilmesi mümkün. Üstelik Türkiye’de toplumun yaşlanması ile birlikte risk artıyor. Bu konuda ülkemizde yapılan kapsamlı bir çalışmada damar sertliği 55 yaş üzerindeki bireylerde yüzde 20, 70 yaş üzerindeki bireylerde yüzde 30. Bu oranlar Avrupa ülkeleri içinde rekor ve ABD verilerine yakın yükseklikte” dedi. Türkiye’de 70 milyon nüfusun 17 milyonunun sigara içtiğini belirten Bozkurt, “Dünya Sağlık örgütü WHO, 15 yaş üstündeki nüfus için kabul edilebilir oranın yüzde 15 olduğunu söylüyor, ancak son çalışmalar bazı yörelerimizde bu oranın yüzde 70’i geçtiğini gösteriyor. Bu yüzden de damar sertliği Türkiye’de artıyor” ifadelerini kullandı.Hastalığın eskiden kötü seyirli olduğunu ifade eden Bozkurt, şunları söyledi:

”Ancak son zamanlardaki teknolojik gelişmeler seçilmiş hastalarda ince balon ve teller kullanılarak damarları açmayı olası hale getirdi. Hastalar anestezi almadan, hastanede yatmadan tedavi olabiliyorlar. Sonuçlar yüz güldürücü. Bazı hastalarda ise hastalarda ise bypass ameliyatı tek çare olmaya devam ediyor. Hastalığın ilerlemesini durdurabilmek için ise tek çare hastanın kanı sulandırıcı ilaç kullanması, şeker hastalığının kontrolde tutulması, kolesterol düşürücü ilaçlar ve işin olmazsa olmazı sigaranın bırakılması.Ayaklarında üşüme hissi, yürüme sırasında baldır ağrısı ve parmaklarda geçmeyen yarası olan kişilerin mutlaka bacak damar tıkanıklığının araştırılması için bir kalp damar cerrahisi uzmanına başvurmasını öneriyorum.”

VARİS VE TEDAVİDE YENİLİKLER

Varisin bacak toplardamarlarının genişlemesi, uzaması ve büklümlü hale gelmesi olarak tanımlandığını söyleyen Bozkurt, “Antik Yunan döneminden bu yana bilinmekte olan bir hastalıktır. 2500 yıl önce yapılan bazı heykellerde varisler çok belirgin olarak gösterilmiştir. Varis ile ilgili diğer ilginç bir özellik doğada yalnızca insanlarda görülmesidir. Diğer hiçbir memeli türünde saptanmamıştır. Ülkemizde sağlıklı istatistikler bulunmadığından tam sıklığını bilmiyoruz ancak batı toplumunda yüzde 10-20 gibi yüksek oranda görülmektedir. Buradan yola çıkılarak Türkiye’de 5 milyon bireyde değişik derecelerde varis olduğu öngörülebilir. Kadınlarda erkeklerden daha sıktır. Yaşla birlikte varis görülme olasılığı çok artmaktadır” dedi. Lazer teknolojisinin varis tedavisinde son 5 yıldır gittikçe artan yaygınlıkta kullanıldığını kaydeden Bozkurt, “Cildin dışından verilen lazer ışınları ile çapı 1 mm altında olan toplardamar genişlemeleri yok edilebilir Ancak daha geniş çaplı damarlar cilt dışından lazer ile tedavi edilmemelidir. Damarı kapatmak için gereken yüksek enerji ciltte yanıklara, renk değişikliğine ve parşömen gibi değişikliklere yol açabilir” diye konuştu. Günümüzde tüm dünyada en popüler tedavin büyük varislerin içten lazer ile kapatılması olduğunu da sözlerine ekleyen Bozkurt, şunları söyledi:

”Bu girişim eskiden hemen daima cerrahi tedavi gerektiren hastalarda rahatlıkla kullanılabilmektedir. İşlem sırasında öncelikle bir iğne ile damarın içine girilmektedir. Ardından Doppler ultrason denen bir cihaz kılavuzluğunda öncü tel damarda uygun yere yerleştirilmektedir. Ardından lazer ışığını damar duvarına verecek olan ince tüp damar içinde ilerletilmektedir. Son olarak lazer kaynağı çalıştırılarak kontrollü olarak damarın içten tıkanması sağlanmaktadır. Bu yöntem önemli avantajlara sahiptir. Öncelikle lokal anestezi altında yapılabilmektedir. İşlem ortalama 30 dakika-1 saat sürmekte, hasta 1-2 saat dinlendikten sonra yürüyerek evine gönderilmektedir. İşlem sonrası hareketlerinde herhangi bir kısıtlama gerekmemektedir. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerinde her yıl onbinlerce hasta bu yöntem ile tedavi edilmektedir. Girişimin başarı oranı yüzde 98 civarındadır. Bu yöntem varis yakınması olan olguların yüzde 70’ine uygulanabilmektedir. İşlemin komplikasyonları nadirdir. Olguların yüzde 20’sinde bacakta geçici morluk oluşabilir. Yöntemin önemli dezavantajı maliyettir. Kullanılan lazer tüpleri tek kullanımlık olup her biri 400 dolar civarındadır. Günümüzde bu teknoloji ülkemizde tarafımızdan yaygın olarak uygulanmaktadır.

Lazere benzer şekilde damarın içten kapatılmasını sağlayan diğer bir yöntem ses dalgalarının kullanılmasıdır. Bu girişimin uygulanması lazer ile aynıdır. Tek fark lazer enerjisi yerine ses dalgaları kullanılarak tıkanma sağlanmasıdır. Bu yöntemde lokal anestezi altında yapılmakta ve hasta girişim sonrası evine gönderilebilmektedir.”