Semavi Eyice ile Karaman’da Tarihe Yolculuk

O pınarların en büyüğü, o bir şelale, o bir tarih ve kültür abidesi. 
Dökülen katreleri tek tek özümsenmesi gereken bir derya.
O "Bizans ve Osmanlı Sanatı" dendiğinde Türkiye'de akla gelen az sayıdaki otoriteden birisi, dünyanın sayılı, ülkemizin ise bir numaralı Bizantolog’u.  Galata ve Galata Kulesi, Karadağ (Binbirkilise) ve Karaman çevresinde incelemeler yapan, Bizans Devrinde Boğaziçi, Son Devir Bizans Mimarisi, Türkiye'de Bizans Sanatı, Ayasofya’yı kitaplaştıran, adına İstanbul Üniversitesi’nde Bizans Kürsüsü açılan 90 yaşında tonton genç delikanlı.
 
Derler ki onun için İstanbul’u ondan iyi tanıyan birisi daha yok.
Herkes ismini duyduğunda Karaman’a gelmeyeceğini düşünmüş.
Gözleri artık az gören, yürümekte zorlanan, İstanbul’da bir semtten bir semte bile gidemeyen bu büyük zatın Karaman’da ne işi vardı? Karaman’a gelecek olması hayalden öte bir şey de değildi. Ama geldi. O 55 yıl sonra gezdiği, incelediği, tırmandığı yerlere yeniden ayak bastı. Duygulandı, tek tek anlattı. Her şeyi daha dün gibi hatırlıyordu.  

Peki nasıl gelebildi ilimize?  Karaman Ticaret ve Sanayi Odası çok güzel bir projeyle yola çıkmış, Karaman’ın turizm gelirlerini artırmak amacıyla bir Ulusal İnanç ve Kültür Turizmi Sempozyumu düzenlemek için girişimlerde bulunmuştu. Hepsi birbirinden değerli onlarca konukla birlikte, geçen sene de davet edilen ama şehrimize gelemeyen Prof. Dr. Semavi Eyice onur konuğu olarak tekrar davet edilmiş. Hemen KTSO Başkanı Mustafa Toktay, Rıza Duru ve ekibi harekete geçmişler. Derken İKEV başkanı Suat Sözer’in de desteğiyle Sayın Eyice davete icabet ederek ilimize geldi. Ve de programa bir gün öncesinden dâhil olarak. Niye mi? 55 sene önce kitaba döktüğü Karadağ’ı, Binbirkilise’yi, Değle’yi tekrar gezebilmek için. Gelecek olduğunu duyar duymaz o gezi ekibine dâhil olmayı çok istedim. Şans bu ya tam onlar otelden gezi aracına binerken yetiştim onlara. Daha açıklama yapamadan Rıza Duru Bey atla hemen arabaya deyiverdi. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, Zeki Tuman’a, eşi Behiye Hanım’a ve Rıza Duru Bey’e şükranlarımı sunmayı da ihmal etmek istemiyorum. Zira dolu dolu 3 gün geçirmeme vesile oldular. 


Ve yola çıktık Karadağ’a doğru. Yaklaştıkça o büyük heybetli dağ sanki yaklaşan üstada kucak açıyordu. Hava ne sıcak, ne de soğuktu. Tam bir gezi havasıydı. Hocamıza yaşından ve rahatsızlıklarından dolayı dikkat edilmesi de gerekiyordu. Gözleri az görüyordu. Bugüne dek kimsenin fark edemediği şeyleri gören, okuyan ve yazan gözlerden ameliyat sonunda geriye eser kalmamıştı. Çok üzüldüm öğrenince. Üzüldüm çünkü atacağı adımı bile söylenir hâldeydi. Ancak görmese de tek tek anlattı köşe bucağı. Değle’yi, Madenşehri’ni, nerede ne olduğunu anlattı. 55 sene önce ki anılarını, o zamanın şartlarında karşılaştıkları zorlukları anlattı. Bol bol fotoğrafladım da her kareyi, ağzından çıkan her kelimeyi de kaydettim. Bir daha ya gelir ya gelmez bu topraklara. Allah uzun versin de tekrar gelsin. Ancak bizden geçti, ne arkamızdan gelen var ne de işimizi sahiplenen, diyordu hayıflanarak.
Prof.Dr.Semavi Eyice 57 Yıl Sonra Karadağ'da
Semavi Hoca çok kibar ve nazik bir insan. Yanındakine telefon geldi mi bıçak açmıyor ağzını. Tam bir beyefendi Semavi Eyice. Tarihi de çok iyi biliyor. Ayrıca ’İyi bir sanat tarihçisi olabilmek için, tarihi en iyi şekilde bilmelisiniz.’ diye de eklemeyi unutmuyor. Tarihin yanlış öğretildiğini konuşmalarında dip not olarak ta söylüyor her defasında. Karadağ gezisinde, Rıza Duru, Renk Foto’nun sahibi Mustafa Koçak, Kızılay Derneği Başkanı Ali Ünlüler, Karamanlı arkeolog Sabri Aydal ve misafirimiz Yücel Okutur Bey de eşlik etti hocamıza. Yücel Bey, sağ olsun, her anı tek tek kaydetmemi hep üsteledi. Zira bu kayıtların bir daha yapılmasının çok zor olduğunu söyledi her fırsatta. Teşekkürler Yücel Abi. Semavi Bey, Mustafa Koçak Bey’in İstanbul da Edebiyat Fakültesinden hocasıymış ayrıca. Mustafa Bey hürmetinden ve sevgisinden hocasının kolunu hiç bırakmadı gezi boyunca. Ali Ünlüer de Semavi Bey’in akranı olması hasebiyle bolca 55 yıl öncesini yâd ettiler. Rıza Bey tarihe olan ilgisiyle, her konuşmada paylaşımlarda bulundu. Arkeolog Sabri Bey’de derin araştırmacı bilgileriyle hocamızı sordukça sordu, konuşturdukça konuşturdu. Tabi ben de her andan feyz alarak kayıt etmeyi de ihmal etmedim.



Gittiğimiz yerlerde kimseler tanıyamadı bu büyük üstadı. Sadece insanların dikkati elindeki yere sağlam basan asası, başında ki siyasetçi havası veren fötr şapkasıyla ve daha önemlisi etrafındaki insanların ona hürmeti dikkatleri çekiyordu. Bir de siyahlar içerisinde her an yanında olması gereken yardımcısı, Gürcü bakıcısı Nino Hanım. Semavi hocamızın kabanını giyip çıkartmasında, yolda yürümesinde, inip çıkmasında, ilaçlarını devamlı kullanmasında ona yardımcı olmaya çalışan kibar, zarif, görgülü bir hanımefendi. Gürcistan’da tiyatroyla uğraşan, ancak çalışıp para kazanmak zorunda olduğu için hocamızın yanında yıllardır 

çalışan Hristiyan, inançlı bir bayan. İnançlı çünkü her tarihi kilisede dualar etti. Gördüğü kilisenin haşmetinden ve atalarını hatıratından olsa gerek çokça gözyaşı döktü. ‘Bizim oralarda buraları ah bir bilseler, bir görseler’ dedi durdu. Gösterdiği her yerin resmimi çekmemi ve muhakkak kendisine göndermemi istedi. O da Gürcistan’daki tarihçi ve bilim adamlarına, dini liderlerine ulaştıracak Madenşehri, Değle, Alahan Manastırının resimlerini. 
Semavi Hocamızın her lafında tarihe, özellikle Karaman’la ilgili tarihe ışık tutacak özel söylemler vardı. ‘Yunus Emre Karamanlıdır, Karamanlılar sahip çıkmalıdır.’ dedi. Karadağ’da araştırılacak yerleri işaret etti. Alahan Manastırındaki mezhep asla Katolik değildir, Ortodoks’tur.” dedi. “İmaret camiinizin eşsiz çinili mihrabını İstanbul’dan geri getirin, taş yerinde ağırdır.” diye sıkı sıkı tembih etti. Daha neler neler… Bunları özel bir röportajla okuyucularımızla paylaşmayı düşünüyoruz. 


İkinci gezimiz Alahan Manastırı’na idi. Nino Hanım, Semavi Bey’i bizlere emanet edip hemen dua etmek için kiliselere koştu. Fresk başlarına hayran kaldı. Oradan ayrılmak istemedi. Semavi Bey de konuşarak yine bize bilgiler aktarmaya devam etti. Tabi ki on beş, yirmi adımda bir dinlenerek. Manastır görevlisi aracılığıyla telefondan Mersin Müze Müdürü bayana buradaki incelemelerini ve yapılması gerekenleri anlattı hiç üşenmeden. Hem de ilk günkü heyecanıyla. 
Üçüncü ve son gezimiz Yücel Okutur abimizin 18 yıl sonra uğradığı köyü İlisıra, yani Yollarbaşı’na idi. Semavi hocamız ise 55 sene önce uğramış incelemişti buradaki höyüğü. Yücel abimizin akrabalarıyla sıcak ve duygulu buluşması ise ayrı bir güzellikti. Dile kolay, yıllar sonra akrabalarıyla bir arada oluyordu. Burada her yerde olduğu gibi güzel ikramlar, hoş sohbetler, iyi dilekler bizimleydi. Hocamızla yine höyüğe çıkarak burayla ilgili değerli bilgilerinden yararlandık. Artık veda vakti gelmişti. Ama Karaman’daki gösterilen saygı, hürmet, sevgi hocamıza da keşke ‘daha fazla kalabilseydim’ dedirtmişti.
Eşi Kamer hanımla her telefon görüşmesinde, ‘’Hanım beni çok iyi ağırladılar, çok hürmet gösteriyorlar, burada çok iyi bakıyorlar bana, her şey çok güzel.’’ diyerek samimi duygularını açıklamaktan geri kalmadı Semavi Hoca.
Ben Semavi Bey’den çok şeyler öğrendim 3 günde. Mesela Türk olmanın kanla değil, insanın kendini Türk hissetmesiyle mümkün olduğunu öğrendim. Yüzyıllar boyunca Osmanlıdakilerin kendilerini hissettiği gibi. Beyefendiliğin bir insana ne kadar yakıştığını, insandaki çalışma azminin hâlâ ilk günkü gibi taze olması gerektiğini, miras olarak maddiyattan öte insanlığa faydalı bir iz bırakılmasını öğrendim. Daha birçok şeyleri de. Hoca okuna okuna bitirilemeyecek bir kitap gibi.

Prof. Dr. Semavi Eyice’nin İlimize gelmesinde emeği geçenlere tekrar teşekkürlerimi sunarım.

Allah’tan Semavi Hocamıza da nice sağlıklı uzun ömürler vermesini diliyorum.