Mesele önemli azizim. Hem de çok mühim. Ne diyordu Muhterem Nureddin Yıldız Hoca; İslam Ebû Cehil'e sövme dini değil; Ebû Bekir yetiştirme dinidir. Aslını söylemek gerekirse, bizim çokta Ebu Bekir yetiştirmek gibi bir derdimiz - ki bunun için en başta paramızdan ve vaktimizden önemli derecede infak etmemiz gerekir- yok. Bu durumda Ebu Cehil’e ve onun sulbünden gelen torunlarına sövmeyi de bırakıverse insan, bi an kendi kendine – sahi her ikisini de yapmadığıma göre- ben şimdi neye mensubum acaba diyesi geliyor. Hemen telaşa kapılma Müslüman. Kimliğin ne güne duruyor. Yazıyor ya orda neye mensup olduğun(!) Hem Nureddin Yıldız Hocaya bakma sen. Bize söylemiyor O,   İstanbul’dakilere söylüyor bi kere(!)
           Boş ver sen Hocayı, hocaları. Sen en son ne zaman Teheccüd Namazı kıldın ondan haber ver. En son ne zaman yalan söylemeyi tamamen bıraktın? En son ne zaman gıybet etmekten vazgeçtin? En son ne zaman Sabah Namazı’ndan sonra Güneş doğana kadar Kuran okudun? En son ne zaman gün ortasında tüm işini ve gücünü bırakıp bir köşede Rabbi’ni zikrettin? En son ne zaman Allah rızası için secdeye kapanıp gözyaşı döktün? En son ne zaman eşine, çoluna çocuğuna İslam’la ilgili bir öğüt verdin, okudun, anlattın? En son ne zaman hep yapıyor olduğun bir hatadan vaz geçip tövbe ettin? En son ne zaman sırf Allah için ve Peygamber böyle yapardı deyip malından ve bir hafta sonu vaktinden canını acıtacak kadar davam dediğin dinin için harcadın? Bu soruların sonu yok. Sonu yok olmaya yokta, bunların hiç birinin ya da çoğunu hayatımızda yok olmasıdır asıl mesele.
             Ah Acun efendi ah. Hepsi senin başının altından çıkıyor bunların. Tam da ailecek kıldığımız Yatsı Namazı sonrası edep ve haya konusunu işleyecekken senin o “Beceriksizsiniz Programı” başlıyor. Gerçi bizim İslami kesimden senin programlarını izleyen yok çok şükür (!) Sen bizleri 12 saat geriden takip eden Latin Amerika sahillerinde, ünlüleri ve gönüllüleri çamur deryasının ortasında açlıkla ve yarı çıplak dolaştırmakla  imtihan ederken; “biz bir kez bile  aç ve açık  bırakmadığımız ümmetin yetimlerinin başını okşamakla meşgul olduğumuzdan”, senin programını izlemeye  inan vakit kalmıyor be Acun abi(!)
          Canınızı sıktıysam özür dilerim. Lakin hiç hazzetmesem de ABD’de yapılan bir araştırmada çocukların günde en az 3 saat ve hafta da ortalama  28 saat televizyon izlediğini tespit edilmişken; ülkemizde faaliyet gösteren Aktif Yaşam Derneği tarafından yapılan araştırmada, ülkemizde yaşayanların sadece %25 i fiziksel aktivite yapmakta, geri kalan kısmı ise günlük rutin işleri haricinde nerede ise hareketsiz yaşamakta olduğu tespit edilmiş. Yaşamak denirse tabi. Bunun anlamı şu ki,  millet olarak ne yazık ki işimiz dediğimiz zorunlu meşguliyetlerimiz dışında kalan zaman dilimlerinde, saatlerce uyumak dışında yaptığımız bir çok şeyi;- ki yarım yamalak  ibadetler de dahil-  ya oturarak ya da özür dilerim ama yamışarak yapmaktayız. Bunun anlamı millet olarak ömrümüzün uyku ve lak lak zamanları dışında kalan kısmını biraz bilgisayar başında, biraz cep telefonu karıştırmakla ve de baya baya biraz televizyon izlemekle geçiriyoruz vesselam.
            Eğer ki Müslümanlık denen şey üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi “Benim istediğim şeyi Rabbim istemiyorsa konu kapanmıştır” deyip, her zaman ve zeminde emrolunduğumuz gibi dos doğru olmaksa, “dürüst olalım ve bir ara yemek yemek için kullandığımız kaba şimdi işeme derdine düşmeyelim”. Yalan mı? Daha düne kadar çocuğunu cemaatin dershanesine, okuluna gönderen, gazetesine öyle yada böyle abone oluveren, kırtasiyelerine ihale veren ve Türkçe’den imal edilen ve adına olimpiyat denen o  oyuncak bebeklerinin – bakıcı-sı olan sana bana, o’na,  size ve bize ne oldu da şimdilerde “ben onları zaten biliyordum” aymazlığındayız acaba. Madem biliyor(duk)(dunuz) da neden ben Müslümanım ve  dünyalık fayda için bu paralelcilere minnet etmem diyemedik ve  o zamanlar tenzihen mekruh bile olmayan  paralelcilerle konuşma sanatı ve alış veriş yapma becerimize ne oldu da bugün  tahrimen mekruh oluverdi. Öyle ya da böyle, adı şimdilerde Paralel örgüt olan o gölde - yöneticilerimizde de dahil - kimimiz yüzdü, kimimiz elini yıkadı, kimimiz suyunu içti, kimimizde göle su taşıdı. Bir Müslüman da çıkıp; “yahu bu göle birileri  idrarını  yaptı, bu gölün kurutulması gerek demedi.”
         Günahın azı çoğu, beyazı siyahı olmaz. Sen çıkıp önce Acun denen adamın programlarını evde tek başına iken ya da aile ortamında başıydı sonuydu deyip izleyeceksin; Adnan hoca denen adamın - güya kızıyoruz muşmuş- haremindeki ambalaj yoksunu hempa kılıklı nedimelerle oturduğu şeytan sofrasına yanaşıp ben tokum ama şurada azıcık oturup kalkacam diyeceksin; ortam çok karışık ve sinemaya gitmiyoruz deyip evinde çoluk çocuk western film izleyecek ve “Gonya yolundayım Gonya”  repliğini tekrar etmekten  haz alacaksın ; zap yaparken “Çok güzel hareketler’le” azıcık; ben açmadım çocuklar açmış ironisiyle avucunda  çekirdek “Güldür Güldür” programı ile birazcık güleceksin; başka dizi ve filmleri ve günlük yaşantıları beni ilgilendirmez bu dizi de pek nahoş sahne yok deyip Filinta, Diriliş ve Kurtlar Vadisi’nin artistleri ile kültür ve tarih sevabına nail olacaksın; Annem izliyor biz de bakıyoz - analık hakkı işte- öle deyip izdivaç programlarına davetsiz misafir olacaksın, sonra da çocukların az ergenlik çağına gelmeye başlayınca  kalkıp “bu diziler yok mu şu diziler; şu evlilik programları yok mu  ahlakımızı bozuyor efendi” diyeceksin.     Maşallah… Maşallah… İnşallah… İnşallah…
        Hepimiz deyip de bazı ulemanın ve Allah dostlarının günahını almayalım. Ama toplum olarak kahır ekseriyetimiz; Acun’u da; Eser’i de; Ali Sunal’ı da; Recep İvedik’i de;  Poyraz’ı da Karayel’i de;  Esra Erol’u da; Satılık Aşk’ı da; Kiralık Sevda’yı da; Seksenler’i de ; Doksanlar’ı da  bal gibi biliyoruz. Ucundan kıyısından izliyoruz. Falan hepsini izliyor da ; filan üçüne bakmakta. Malum görüşe mensup aileler birisini izliyor da ; bilmem ne düşüncesindekiler ikisini takip ediyor o kadar. Bunca içler acısı halimiz orta da iken” ben (onu bunu ) bilmem eşim bilir” esprisi yapmak edepsizlik olacak. Ama bildiğim bir şey var ki. Bunca rezalete seyirci kalıp sonrada önüne gelenle birlikte RTÜK’ü ve hükümeti suçlamanın ne anlamı var. Bunca nefsine hükmedemeyenlerden oluşan bir toplumun ahanda RTÜK’ü de hükümeti de kendileri gibi olur . Hükümet sensin. Benim hükümet. Hükümet biziz. Hülasa, Fatmagül’ün -hiç mi hiç- suçu yok! Bütün suç azıcık Müslüman olmayı beceremeyen bizim. Hepimizin vesselam…