Cihannüma Tarafından Düzenlenen Pazar Sabah Namazı Buluşmalarında geçtiğimiz hafta sonu ''Din Kültür'' ilişkisi konusu işlendi.

Cihannüma Karaman Şubesi tarafından düzenlenen Pazar Sabah Namazı Buluşmaları devam ediyor. Bu haftaki sohbette ''Din Kültür'' ilişkisi konusu konusu işlendi. Aktekke Camisinde eda edilen namaz sonrası Hatuniye Medresesine geçildi. Külahçılar camisi imam hatibi Şükrü Özdemir hocanın Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan program KMÜ İslami İlimler Fakültesi Dr. Öğretim üyesiNasseruddin Mazhari’nin sohbetiyle devam etti. Nasseruddin Mazhari konuşmasında şunları dile getirdi.

Din Kültür İlişkisi
    
Değerli dinleyiciler! Bize burada tekrardan toplanmaya tevfik veren Allah’a hamd olsun. Geçen hafta akıl nekil ilişkisi üzerinde durmuştuk. Bu günkü hadis sohbetimiz din kültür ilişkisi bağlamında olacaktır. Müşahhas ve belli bir hadisi zikredip vaazvari anlatmaktansa daha geniş perspektifden hadislere bakmak ve düşünce sahibi olmak daha faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Özellikle de siz seçkin bir kitlesiniz ve siz akademik meselelerin üstesinden pekâlâ gelirsiniz.  
 Din, kültür ve medeniyet kavramları çok geniş bir konu olduğundan dolayı bir burada sadece kültür ve din ayrımı üzerinde bazı örnekler vererek geçeceğiz. Hadis sohbeti olduğu için burada bizi ilgilendiren kısım hadis kitaplarında hangi hadisler dini bağlamda anlaşılır, hagileri kültürel bağlamda anaşılır. Başka değişle hadis kitapları içerisinden dini olan ile kültürel olanı birbirinden nasıl ayırt edeceğiz? Buna vakıf olduğumuz zaman hangi hadislerin bağlayıcı olup, hangilerinin olmadığını net bir şekilde anlayabiliriz. Kültürel olan ile dini olanı ancak bu ölçü ile bilmek mümkündür. Bu konu o kadar önemlidir ki iyi kavradığımız zaman zihnimizde oluşan çok sorun gördüğümüz meseleler kendiliğinden hal olur.   
Bildiğiniz üzere kültür daha dar bir anlam taşır. Kültürü bir kavmin kendine mahsus yaşayış ve davranış tarzı olarak tanıtırlar alimlers. Kültür ve dinden bahsederken medeniyet kavramını es geçemeyiz. Sadece bir tarifini yaparak geçeceğiz. Medeniyet daha genel bağlamda evrensel ortak değerleri ifade eden bir kavramdır. Kültür hususi bir özellik taşırken medeniyet daha umumi ve evrensel bir anlam taşır.
Bildiğiniz üzere Hz. Peygamber (sa)  bir kavimden gönderildi. Nitekim bütün kitaplarda kureşi el-Haşimi, Medeni, Mekki olarak tanıtılmıştır. Yani bir kavmin içinden, belli bir coğrafyadan olup onların bir evladı olarak dünyaya gelmiştir. Ancak hiç bir Peygamber kendi kavminin has kültürünü evrensel bir dine dönüştürmeye gelmemiştir.
 Bu çok önemli bir nokta, çünkü hadislerin birçoğunun mahiyetini bilmek buna bağlıdır. Tekrar ediyorum, hiçbir Peygamber gönderildiği kavmin üretimi olan bir kültürü evrensel bir medeniyete veya dine dönüştürmek için gelmemiştir, böyle bir görevi yok, böyle bir misyonu da yok.
Onların içerisinden maruf ve güzel olan şeyleri elbette ki alır, ama alınan şeylerin çoğu ibadet ile ilgili şeylerdir. شرع من قبلنا derler. Alışveriş ve muamelat ile ilgili güzel şeyleri de bazen bazı düzenleme yaparak kullanır. İbadet alanında eski semavi dinlerden alınan şeyler vardır. Mesela hac menasiki ve namaz kılınış şekli Hz. İbrahim’in şeriatından bu yana vardır. Onun için en büyük bidat kültürü din olarak empoza eden anlayıştır. 
Arap dünyasında özellikle Arabistan’da her hutbede böyle bir ikaz ederler: 
ألا إن كل محدثة بدعة و كل بدعة ضلالة و كل ضلالة في النار
“Agah ve mütenebbih olun! Her yenilik (dinde olmayıpta dine izafe dilen şey) bidattır. Her bidat ise sapkınlıktır, her sapkınlık ise ateştedir”. Bunu söyleyen hatip eğer muhdese kelimesini salt yenilik olarak algılıyorsa kafasındaki sarıktan tut giydiği çoraba kadar bidattır. Mesela soruyorlar hocam karavat bidatmıdır? Takım elbise nasıldır? Sarık takmak sünnet midir?
    Dolayısıyla sünneti doğru anlamak için dini olan ile kültürel olanı, bir kavime has olan ile tüm Müslümanları içine alan İslam medeniyetinin ilke ve prensiplerini birbirinden ayırmak gerekir. Yoksa işin içinden çıkmak zordur.  
Fakihler ve usulcular geçmişten günümüze kadar bu ayrımı yapmak için çok çaba sarfetmişler. Sünneti ikiye ayırdılar. Süneni zevaid, süneni huda, müekked, gayrı müekkede ayırmışlar. Ancak çağımızda bazı insanlar bunları birbirine karıştırıyorlar. Hadis kitaplarında da bunlar birbirine karışmış vaziyettedir.
Uyulması, uygulanması hidâyet, terk edilmesi de dalâlet olan sünnetler, ‘sünnet-i hüdâ’ kısmına girer.  Uyulması güzel, terki de mübah olan sünnetlere de, ‘sünnet-i zâide’ veya ‘sünen-i zevâid’ denir. Mesela ezan, ve kamet gibi sünnetler; "sünnet-i hüdâ" olarak tavsif edilmiştir. Bunlar İslâm dininin şiârıdır, başka dinlerde yoktur. 
    Her kavmin kültürü bir viadır, bir kaptır. Kültürü bir kaba veya bir testiye benzetecek olursak her toplumun her çoğrafyada yaşayan insanların kültürü bir kaba bir testiye benzer. Böyle olunca bütün insanlığa gelmiş bir din hiçbir kavmin kabına testisine sığmaz. Böylece her kültür dinin ilkelerinden istifade ederek kabını doldurur. Kıyamete kadar her topluma bütün zaman ve mekanara elverişli olan bir evrensel din hiçbir kavmin kabına testisine sığmaz. Mevlana’nın değişi ile:        
 گر بریزی بحر را در کوزۀ
چند گنجد قسمت یکروزۀ
“eğer denizi bir testiye dökecek olursan ancak bir günlük içecek su sığar” 
Necip Fazıl da ondan esinlenerek der ki:
“Marmarayı doldursan bir meşrebeye, Maşraba alacağını alır”.
Böylece bir kavim dini kendi maşrabasına sığdırmaya kalkarsa en büyük hatayı işlemiş olur. En büyük bidat ve İslama yapılan en büyük kötülük bu olsa gerek.
Böylece din ve kültür arasındaki bu ilişki ve kargaşayı birbirinden ayırmak için çağımızda hatta daha önceki çağda iki yanlış düşünce ortaya çıkmıştır. Birinci yanlış düşünce kültürü dine dönnüştüren anlayıştır. Günümüzde ortaya çıkan selefilik akımların yüzde doksanı dini olanı kültürel olan ile karıştırmışlar. Kültürel olanı dini hale getirmeye çalışmışlardır. Bu bütün Müslümanları ilgilendiren ciddi bir düşünce sorunudur. İkinci yanlış anlayış ise dini kültür olarak anlayan anlayıştır. Böylece iki aşırı uc haline gelmişlerdir. Birisi selefilik diğer modernizm akımı. Birisi kültürü dinleştirme çabasında, diğeri dini kültürleştirme çabası içerisinde. Tarihselliği de biz bu bağlamda değerlendiriyoruz. Ebu Zeyd aynen böyle demişti: “kur’an nassı hakikatı ve cevheri itibarı ile kültürel bir üründür”.
ان النص القرآني في حقيقته و جوهره منتج ثقافي ان النص القرآني تشكل من خلال ثقافة شفاهية و الوقائع هي التي انتجت هذه النصوص، النص تكون ثقافة فاعلا و النص منفعلا  
Dinin bir kültüre hitap ettiği ayrı bir şeydir, kültür ürünü olması ayrı bir şeydir.  Bu konuları maalesef konuşan tartışan derin anlayışa sahip birçok insan var günümüzde.
Bunları birbirinden ayırmak için hadis kitaplarının birkaç başlığını siz zikredeceğim. Şimdiden sin neyin kültür ile alakalı neyin dini neyin imani olduğunu söyleyebilirsiniz. Başlık seçelim siz söyleyin, din mi, kültür mü, medeniyet mi? İman Bölümü, Tevhid Bölümü, İbadatler Bölümü, Yemekler Bölümü, İçecekler Bölümü, giyecekler bölümü, Nikah bölümü, Taharet bölümü. Bu bapların bir kısmı ibadet, bir kısmı kültür bir kısmı da medeniyeti ilgilendiren hadis bölümleridir. Ama şunu da söylemek lazım ki kesin hatlarla bunları birbirinden ayırmak zordur. Çünkü İman bölümünde kültürel veya diğer konular ile ilgili hadis bulabilmek mümkündür. Mesela yemekler bölümünde helal ve haramı bildiren kısım dindir, ama serid (et suyundan yapılan çorba) çorbası ile ilgili bir bölümde vardır. Serid bir çeşit çorbadır, o topraklarda yapılan ve Rasulullahın da sevdiği bir yemek. Kabak yemeği da aynıdır mesela. Bir gün Allah’ın Rasulu bir eve misafir olarak gitmiş ev sahibi de kabak getirmiş. Heralde mahcup olmasın diye onu iştahla yemiş. Böylece helal haramı bildiren din, serid ile ilgili hadisler de kültürü anlatan meselelerdir.
Mesela hurmanın yetişmediği bir yerde siz iftar için illa ki soframda hurma olsun diye kendinizi zorlarsanız doğru olmaz. Ne yetişiyor mesela bu topraklarda? Zeytin değil mi? O zaman hurma yerine geçebilir, onun ile iftar yapılabilir. Yemekler bölümünde mesela el ile yemek yemenin fazileti ile ilgili hadisler de var, yıkamadan önce parmakların yalamasının fazileti hakkında hadisler de var. Şimdi biz kalkıp birisine parmaklarını yala, el ile ye..! kaşık ile yeme, diyebilirmmiyiz? Bu kültürdür, zaman ve mekâna göre değişir. Buna din ve medeniyet diyemeyiz. Bu kültürdür. Zaten bir el ile yiyen insanları ayıplamıyormuyuz?  Kültürü dine dönüştürmek bu dine yapılan en büyük kötülüktür. Taliban terör örgütü kendilerine air bedevi kültürünü din diye emopza ettikler Afganistan halkına. Böylece bayanların hepsini kendi kavimlerine ait burkayı bütün bayanlara giydirmeye çalıştılar. Bu kıt anlayış ile milleti dinden soğttular.
Temizlik konusunda Hz. Peygamber en büyük bir devrim yapmıştır. Arapları su ile tanıştıran o dur, Arapları istincayı, istibrayı, güslu öğreten o dur. Arapları diş temizlemeyi öğreten o dur. “ümmetime zor gelmeseydi her namaz için misvak kullanmalarını emrederdim” diyor. Elini kum ile temizleyen bir kesime “Temizlik imanın yarısıdır” buyurdu. İşte temizlik ile ilgili bu ilkeler medeniyettir ve evrenseldir. İlkeler ile kültürü birbirine karıştıran, başka değişle amaç aracı karıştıran anlayış çok komik trajik duruma düşebilir. Mesela Karaçi şehrinde bir caminin şadırvanında asılı misvvakların bulunduğundan bahsetmişlerdi bazı alimler. Her kes abdest alırken ortak misvakları kullanıyor..! Böylece o belli kesim sünneti tatbik adına ilkeleri unutup komik duruma düşmüşlerdir. Burada ilke nezafettir, temizliktir ama onlar bu derinliği anlamadıkları için bunu ifsad etmişler. Ebu davutta var diyiyorlar. Oraya baktığın zaman tek bir rivayet var. O da teberrüken bir sahabi Hz. Peygamber’in misvakını kullanmıştır. Peki, o sahabinin o uygulamasından bir evrensel ilke çıkarmak mümkün mü?   
 Bir iki örnek daha verip bitireceğim inşallah. Yani kültürünü dinleştirmeye çalışan kesimin uygulamalarından örnek vereceğiz.       
Kçük yaşta kız çocuklarının evlendirme meselesi kültürel bir olaydır. Bunu birisi din sayıp hiçbir millete dayatamaz. Bunu evrensel bir mesaj olarak algılayamaz. Siz de böyle yapın diyemez.
Mahremsiz kadının uzak yerlere yolculuk yapma yasağı da böyledir. Hz. Peygamber (as) tarafından güvenlik amaçlı söylenmiş bir meseleyi dinleştirerek şuanda bile Suudlar tarafından uygulanması gülünçtür. Mesela Umreye gitmek isteyen bir hanım efendiye vize vermezler. Onu yalan söylemeye sevkederler. O da bir hacı amcayı kardeşim veya dayım diye onlara tanıtır, böylece ikna olurlar. Hal bu ki Hz. Peygamber (as) defalarca emniyetin sağlanması neticesi ile tek bir bayanın devesine binip uzak diyarlardan hiçbir zarar görmeksizin, hiçbir eşkıyaya karşılaşmaksızın Hacca gelip menasiki tamamlıp o şekilde geri dönmesini arzulamıştır. Ama onlar bunu evrensel bir mesaj algılayıp milleti islamı zora sokmuşlardır.