SÖZLEŞMELİ İNSANLIK

Hani meşhur bir tabir vardır; bilirsiniz hepiniz...  ‘’Karşımdakini kendin gibi sandığın zaman kaybedersin’’ …
Hâlbuki işin aslı öyle değildir bence;  karşıdaki insana, onun tavırlarına, davranışlarına göre hareket ettiğiniz zaman başlıyorsunuz kaybetmeye…
Tıpkı bir sözleşme imzalarcasına!
Önümüzdeki bir saniyeye bile garantimizin olmadığını, yarının kimseye vaat edilmediğini bile bile…
Ve sonra başlarız şartlarımızı sıralamaya;
          - O iyi olursa bende iyi olurum
          - O kötülük yaparsa bende yaparım,
          -  O seversem ben de severim… gibi liste uzar gider devamını siz getirin.
Sürekli bir beklenti içerisinde olan insanoğlunun kafasında karşılıktan ziyade imzalanmayı bekleyen binlerce sözleşme vardır aslında…
Bu yüzdendir o nabza göre verilen şerbetler, sakala göre verilen taraklar…
Aksi takdirde kestiremeyebiliriz karşıdakinin fırtına öncesi sessizliğini!
 İnsan kendindeki birçok vasfı kendine göre değil de karşıdakine göre belirler velhasıl…
Yapacağı iyiliklerden vazgeçer hadi o değerini bilmezse diye, sevmekten korkar o sevmezse, gitmekten adım atmaktan korkar o gelmezse diye…  Koşar ama bir arpa boyu yol kat edemez.
Oysaki yolun sonu belli,  vakit dar, ömür kısa…
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın kalacak
Taht misali o musalla taşında
 Ne güzel demiş şair değil mi? Başımız musalla taşının soğuk zeminine değmeden önce bir dualık vaktimiz bile kalmayacak beklide…
Oysa her birimiz bambaşka meşgaleler peşindeyiz şimdilerde…
Küçük hesaplar, bitmek bilmeyen kavgalar, hengâmeler…
Şişip kabaran nefislerimiz ‘’ben’’liğin kölesi oldu...  Hiç uğruna değiştirmeye kalktık insanlığın ölçütünü..
İnsan insanı kendi terazisinde tartmaya başlar oldu.. eksik çıkanlar yere çalındı, üstte çıkan havalara atıldı.
Haddimizi bilmedik, haddimizi aştık beklide…
Kafamızda kurallar koyduk kendimize sonra putlaştırıp peşine düştük her bir maddenin! Hep karşıdan beklemekten bir türlü gelmedi bize sıra… Sözleşmenin dışına çıkmak bize gelmeyene gitmek, aramayanı aramak bir an ağır geldi gururumuza…
Horlandık hor gördük birbirimizi, kibirlendik!
Bütün bu hengâmenin arasında bir şeyi unuttuk!
Daha biz doğmadan yeri ve zamanı belirlenmiş bir randövi için sessizce sıyrılıp gidecektik insanların arasından...
Dünyadayken öleceğini bile bile yaşayan tek canlı biz olmamıza rağmen hiç ölmeyecekmiş gibi harcıyoruz ömrümüzü.
Bütün insanlığı kucaklamaya yetecek vaktiniz olsa da, kırılmaya, küsmeye ve sonra yeniden barışmaya vaktiniz olmayacak belki de...
Hayat gerçekten çok kısa...
Hatta yeni birini sevemeyecek, bir gönlü tamir edemeyecek, bir ömre sahip olamayacak, atıp kırgınlıkları bir kenara yeni bir sayfa bakamayacak kadar çok kısa
Sözüm size ey sözleşmeli insanlık!
Kadro mu?
Kadrolar diğer tarafta…