Neredeyse bir yıldır her gün gündemimizde olan koronavirüs salgınıyla ilgili uzmanlar konuşuyor. Salgın hastalıktan korunma yollarıyla ilgili önerilerde bulunuyorlar. Ayrıca salgının yayılmasını önlemek ve bitirmek için devlet yetkilileri tedbirler alıyorlar. Biz bu salgın dönemini yaşayan insanların ise ortak bir sorumluluğu var: Kendi sağlığımızı ve diğer insanların sağlığını koruma sorumluğu.

Her insanın isteğidir; bir an önce salgının bitmesi ve normal yaşam rutinlerine dönülmesi… Ama bu istek duygumuza, bu sorumlu davranma bilinci eşlik etmiyor maalesef.  Yer yer uzmanların önerilerine kulak tıkıyoruz. Yetkililerin aldığı tedbirleri görmezden geliyoruz. Bazen gerekirse de gözümüzü kırpmadan tedbirleri delebiliyoruz. İşin özü sorumluluk alanımız içinde kalmamız gerekirken, bazen sorumsuzca davranmayı hak görüyor, hatta daha da ötesinde sorumsuz davranma biçimleriyle övünüyoruz bile.

Telefonda konuştuğu kişiye “Dışarda geziyoruz ne yapalım. Bu marketlere gitme izni de olmasa hafta sonları eve tıkanıp kalacaktık.” diyebilen insan; diğer taraftan “Okullar neden yüz yüze eğitime geçmiyor hala? Çocuklarımız ekrana baka baka gözleri iyice bozulacak var ya…” diye sitem etmemeli. Yine hafta sonu evinin yakınında yürüme mesafesi bir parkta eşiyle birlikte oturup piknik yapabilen insan; “Neden hala hafta içi saat 21.00’den sonra dışarı çıkamıyoruz?” sorusunu sormamalı. Dışarda maskesiyle ağzını ve burnunu kapatmayıp çenesinde tutan insan, “Marketlerde neden HES kodu isteniyor arkadaş!” şikâyetinde bulunmamalı.

Maalesef biz kendi öz-denetimimizi sağlayamadığımız müddetçe bu salgın bitmez. Evet, salgın bitecekse fedakârlık göstermekle ve sorumlu davranmakla bitecek. Aksi takdirde, tünelin ucundaki ışık sürekli gecikecek. Yine normal yaşam rutinlerimize dönememek gibi bir bedel ödemekle karşı karşıya kalacağız.

İşin özü bu salgın karşısında topyekûn sorumlu davranmazsak, topyekûn bedel ödemeye devam ederiz.

Kalalım sağlıcakla…