Bonjour,

       Bonjour ya ne sandınız. Yüz yıl evvel kaldırdığımız Osmanlıca’yı hepten tozlu raflarda unuttuğumuz yetmiyormuş gibi, şayet bu hızla gidersek bir yüz yıl sonrası Türkçemiz diye de bir şey kalmayacak benden söylemesi. Birileri zihinlerde andımızla şifa arayadursun ruhumuz çoktan kangren olmuş hepinize good morning...

     Geçtiğimiz yıllarda Türkçe’nin düştüğü/düşürüldüğü içler acısı hali biraz tariz biraz da hayıf yükü cümleler ile tezyin ederek bir şiir kaleme alan Yusuf YANÇ’ı yâd etmeden geçemeyeceğim. Hani Karamanoğlu Mehmet Bey´i arıyorum/Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?/Bir ferman yayınlamıştı” diye başlayan.

       Fermanı duyan var ama uyan var mı bilmiyorum. Duyan ve uyan birileri hayattaysa bile ancak münevver/aydın eşrafın kültür çöplüğünde açan Karakoç misali var olmuştur; ya da Tanpınar misali müteveffa olup toprağa yâr olmuştur. Konuşmalarından, yazılarına, yaşantılarından duruşlarına varana dek -sayıları giderek azalan- Türkçe savunucusu adamların görmezden gelindiği milenyum Türkiye’sinde ecnebi kumaşlardan biçtiğimiz kefeni el birliğiyle dilimize giydirebilmenin derdine düşmüşüz de haberimiz yok.  

      Belki de Türkçe adına en iyi bildiğimiz ve de yapar olduğumuz şey bir birimize “Türkçe yalan söylüyor oluşumuz” desem yalan olmaz herhalde. “Türküm, doğruyum” diyerek başlayan laf cambazlığı mottolarımız kadar “Ne mutlu Türküm diyene” çeşnili aforizmalarımızla yüzümüz kızarmadan kendi kendimizi kandırıyoruz ya pes doğrusu.

    Adeta bütün ülke ağız birliği etmişçesine ehlisalip kokan kelime ve kavramları yazma ve de yaymanın, daha doğrusu Türkçe’yi iğdiş etmenin derdine düşmüşüz. Ülkemizin seksen bir ili neyse de “Türk Dilinin Başkenti” diye tanınan/tanıtılmaya çalışılan Karaman’ın düştüğü durum evlere şenlik.

      Daha şehre girer girmez adı “Grand” ile başlayan bir otelin varlığı yetmiyormuş gibi şimdide şehrin çıkışı sayılan diğer ucuna Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitemizin yanı başına ismi “New” ile başlayan kundağa sarılı bir otel inşa edilmiş oldu. Bu eksantrik durum karşısında insanın eline tesbih alıp doksan dokuz kere “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diyesi gelir.

       Belki basmakalıp bir şeyi yeniden söylemiş olacağım ama bütün cadde ve sokaklarda canım Türkçem can çekişiyor. Münevver olma payesini bir derece atlayıp entelijansiya mertebesine ulaşan kanaat önderlerinin yılda bir kez toplanıp da “Dil Bayramı” denilen gönül almaca/avutmacalarla mayıs aylarında yaktığı ateş daha toplantıya katılanlar evlerine varmadan sönüyorken kime ne diyebiliriz ki...

       Hepsi bir yana yeni açtığı kafenin, lokantanın –dükkânın her neyse işte- adını gözlerimizin içine baka baka din ve dil düşmanı yabancıların lügatinden seçerek ser levha eden adamların kahir ekseriyeti, sorsan ya “Atatürk sevdalısıdır ya da Metehan savunucusu...” Oysa gerçek olan bir şey var ki dükkân sahibinden müşterisine varana dek önünde London ya da New York resmedilmiş tişörtüyle dolaşan bu zavallılarla birlikte Türkçe’den yana esrik olmuş zihinlerin bir an evvel fabrika ayarlarına dönmesi gerektiğidir.

      Ya değilse batı öyküntüsü mekânlarda Türk Lirası vererek içilen, markası ecnebice dil ile yazılıp okunan, adı ve tedı acı ka(h)felerin çocuklarımızın burnundan geleceği günler yakındır deyivereyim. O kadar ki bir zamanlar Türkçe ekip biçer olduğumuz güzelim dil tarlamız domuz sürüsünce talan edilmişten beter hale gelirse yeniden ekebilmenin mümkün olmayacağını salık veririm.

      Kaldı ki kimse çıkıp da vay efendim belediye neden şunu yapmıyor, valilik niçin çözüm aramıyor ya da üniversite ne güne duruyor gibilerinden saçma sapan laflar üretmesin. Giderek karakter zafiyeti yaşadığımızı unutup insanların kendisini erişilmez, dokunulmaz ve vazgeçilmez gördüğü şu günlerde dilinden yana hassasiyeti olmayanın belediyeden, validen, akademik telkinlerden yana eyvallahı mı olur?

      Sizi bilemem ama benim dilimden yana güpegündüz çalınan kelimeleri, derdest edilen masallarımızı, tekerlemelerimizi, yarenlik sözlerimizi, şarkı ve türkülerimizi, ninnilerimizi gördükçe içim acıyor. Şayet ruhumuzu kavrayan bu ufunetli gevur parmakları bir an evvel kesilmez ise korkarım ki dizlerimizi döverken “...end of the days” çoktan gelmiş ve “oh my God!” ünlemi dilimize pelesenk edeceğimiz son şey olacaktır.

      Bir kez daha “Bonjour cancağızım, Bonjour…