Yeni bir haftaya uyandık bu sabah yangınların söndürüldüğü, yaraların sarıldığı, adını, sanını bilmediğimiz yeni felaketlerin bizi karşılamadığı bir hafta olması temennisiyle başlıyorum ikinci yazıma. Yazımın başında; ilk yazımda kaldığım yerden devam etmek isterim. Ben görme engelli bir kardeşinizim. Doktor amcalar doğuştan görme engelli demişler bana. Aslında yedi aylık oluncaya kadar bilememişler durumumu. Öğrenince de ağlamışlar, sızlamışlar, çareler aramışlar, kabullenmişler sonra. Hayat devam ediyor nede olsa. Fedakâr anam beni bu günlere getirmek için çabaladı. Her zorluğu anam göğüsledi. Beni toplumdan biran bile olsun soyutlamadı. Hep söylerim: bütün analar fedakardır amma engelli çocuğu olan analar en fedakardır. Engelli camiasına baktığınız zaman göreceksiniz ki; engellilerin yüzde doksan dokuzluk bir kesiminin babası yoktur. Baba kabullenemez özürlü bir çocuğu. Her derdi, her gailesini analar çeker, analar her şeyiyle kabullenirler. Bu vesileyle bütün engelli anaların ellerini, o öpülesi, o mübarek ellerini hasretle öperim.
İlköğretimi tamamladıktan sonra hafızlık eğitimine yönlendirildim. Kasetten ve bilgisayardan dinleyerek hafızlığımı ikmal ettim. Çok istememe rağmen İmam Hatip Lisesine, örgün eğitime yönetmelik gerekçe gösterilerek kabul edilmedim. Eğitim hususundaki hayal kırıklıklarımı ilerleyen yazılarımda arz etmek isterim müsaadenizle. Sevgi ne kutsal, ne ulvi bir duygu. Sevgilerde, muhabbetlerde sanki hep eskilerde kaldı. Geçenlerde Taşkale’de namı değer Polat, Emine teyzemizin evine konuk oldum. Yahu! Onlar koca bir çınar. Zorluğu, sıkıntıyı yaşamışlar ama tevekkülü, şükrü bir an elden bırakmamışlar.

Namı değer: Polat Emine teyzemiz bir başladı anlatmaya o tatlı diliyle günlük yaşam temposunu! Oturduğum yerde ben bile yoruldum. Horozlar ötmeden yoğururmuş hamuru. Yerimiş, yurumuş, koyun gütmeye gidermiş. Koyundan gelir yine hamur yoğurur, ekmek hazırlarmış. Akşama kadar bu tempoyla gelir geçermiş günleri. Diyor ki o ballı diliyle: kara bir çenceremiz varıdır guzum! Şimdiki gibi tabak, çanak nerde! Diyor. O kara çencerede: tencerede bir pilav pişirirdik. Otururduk o çencereden hepimiz bir güzel yerdik! Diyor. Onun o kanaatkâr, ehli tevekkül haline bir imrendim ki? Yine geçtiğimiz günlerde bir taziyeye götürüldüm. Orada konuşulanlara kulak misafiri oldum. Amcamızın adı Ali Rıza üst başmış. Amcam eşini kaybetmiş. Eşinin vefat sürecini paylaştı bizimle o ağlayan sesiyle. Ali Rıza amca ezcümle olarak diyor ki: teyzeniz beni bıraktı, gitti! Yıkıldım! Diyor. Amcanın teyzeye olan sevgisini büyük bir kıskançlık ve hayranlıkla temaşa ettim. Elimde sihirli bir değneğim olsa; eskilerin sevgisini, muhabbetini biz yeni nesile aşılamak isterdim. Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ziya Selçuk öğretmenimiz görevden affını istemişler ve Cumhurbaşkanımız tarafından da görevden affı uygun görülmüş ve Bakan Yardımcısı Sayın: Prof. Dr. Mahmut Özer beyler Milli Eğitim Bakanlığına atanmışlardır. Kendilerine bu kutsal görevlerinde muvaffakiyetler temenni ederim. Sayın Ziya Selçuk Bakanımızın sesindeki şefkati hiç unutmayacağım. Kendilerine bu zorlu pandemi sürecinde görevini hakkıyla yerine getirmeye çalıştığı ve bakandan öte bütün öğrencilerin öğretmeni olduğu için son suz şükranlarımı arz ederim.


Benim sayın bakanımızdan bir baba olarak bir temennim var: çocuklarımız bir buçuk yıllık koskoca bir kayıp yaşadılar. Bedeli ne olursa olsun bu yıl okulların kesinlikle açılması gerektiği kanaatini taşıyorum.
Bazen uzaktan eğitim gören öğrencilerin derslerine şahit olurum. Hayatını kulaklarıyla idame ettirmek zorunda olan ben derim ki; uzaktan eğitim ne öğrenci için nede öğretmen için verimli bir eğitim metodu olamaz.
Yangınlar kontrol altına alınmaya çalışılıyor halen.
Milletimizin bir , beraber olarak afet bölgelerine yürekten yardımları hakikaten fevkalade bir hadise.
Devletin tüm kurumlarıyla süreci yönetmeleri de milletçe , devletçe bir olduğunun en güzel ifadesi. Tabi böyle bir afet söz konusu olurda ardından sosyal medya dezenformasyonları , talihsiz açıklamalar gelmez mi?
Sosyal medyada yer alan Help Türkiye paylaşımlarına girmek istemiyorum ama ne olursa olsun TOKİ bana villa bile yapıverse; yine de: keşke benimde evim yansaydı! Demezdim. Eminim! Kimsede demezdi her halde?