Birinci Dünya Harbinden kayıpla çıkan ülkemiz, batılı emperyalistlerin kardeşi kardeşe kırdırma düşüncesinin gerçekleşmeye başladığını, Müslümanların parçalandıklarını gören Akif çok üzülür. Karamsarlığa kapılır. Osmanlı Devleti’nin otoritesinin zayıfladığına şahit olunca makaleler, şiirler yazarak, camilerde vaazlar vererek halkı tekrar iman kuvvetine ulaştırmaya çalışır.15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’e çıkması, Ayvalık’ın işgali üzerine Mehmet Akif, İstanbul’dan hemen Balıkesir’e gider ve Zağanos Paşa Camisinde verdiği vaazla halkı hürriyetini muhafaza etmek için teşvik eder. Bu sebeple Darü’l-hikmeti’l-İslamiyye azalığından çıkarılır. Şeyhülislam’ın Anadolu’da baş gösteren hürriyet mücadelesine karşı fetva vermesi üzerine, İstanbul’dan ayrılıp Anadolu’ya gider ve artık Milli Mücadele’ye katılır. Oğlu Emin ile birlikte  İnebolu ve Kastamonu üzerinden Ankara’ya gelir. Akif’in bundan sonraki görevi Milli Mücadele’ye manevi önderlik yapmaktır. Halkı, batılı müstevilere karşı, özgürlük için teşvik etmeye başlar. Milletimizin böyle bir dönemde en çok ihtiyaç duyduğu maneviyattır bu yüzden bir marş arayışı başlar.

Devletlerin ve milletlerin marşlarının önemi büyüktür. Milli marşlar o milletin tarihini, bağımsızlığını ve bir vatan oluşunun bildirisidir. Bizim Marşı’mızın da yazılış amacı, dönemin etkisi ve halkın imanının göstergesi ile "İstiklal" adını alması pek manidardır. İstiklal marşı yazıldığı dönemin etkilerini taşıyan tarihi bir belgedir. Edebi bir metin veya şiir olmasının yanında muhtevasıyla da son derece önemlidir. o dönemdeki iç karışıklıklar, baskı, isyan, işgal ve savaşlarla yıldırılıp tarihten silinmeye çalışılan bir halkın sesidir. Adeta kurtuluşunu anlatan, küllerinden yeniden doğan bir milletin azmini kuvvetlendiren marştır. İstiklal marşı düşmanlarımıza ve sömürgeci devletlere İslam'ın bir sesi olarak gözdağıdır.

 İstiklal Marşı'nın ilk kıtası "korkma" diye başlar. Bu sesleniş Akif'in İslam ideolojisini temsil eder.

“Peygamber Efendimiz yanındakilerle birlikte hicret ederken arkasından onları öldürmek için gelenlerden saklanmak ve korunmak amacıyla bir mağaraya girerler. Burada Hz Ebubekir’in korkusunu gören Peygamber Efendimiz Hz Ebubekir'in omzuna dokunarak : "Ey Ebu Bekir! Korkma! Hiç şüphesiz, Allah bizimledir!" buyurmuştu.”

İlk mısrada ki korkma buna da işaret eder. Diğer işaret ettiği bir konu ise halkına gerçekten korkmaması için sesleniştir.

Hayatı boyunca Türkçülük akımına karşı çıkıp İslam ideolojisini savunan Akif İslam'a duyduğu aşk ile yazdığı bu eseri daha da güzelleştirmiştir.

Devamında “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak” diyecektir Ersoy. Anadolu topraklarında bir tek ocak kalıncaya kadar savaş olacaktır diyor, son nefer son fert son insan kalıncaya kadar Anadolu’nun kendisini savunacağını; vatanı için kendini feda edeceğini hatta ettiğini vurguluyor. Savaştan yeni çıkan bir toplumun yüreğine en çok dokunan dizelerden birisidir bu..

İkinci dize “Nazlı Hilal” diyerek bayrağa seslenen Ersoy, onun vatana küsmemesini söylüyor. Harika bir teşbih ile onu çatık kaşlı birisine benzetiyor ve haykırıyor :” Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal !”

Üçüncü dizede özgürlüğünü haykırıyor şair. Şairimizin bu duygusu, Safahat’ta bulunan Çanakkale Şehitlerine adlı şiirde de var. Türk’ün, milletin hep özgür olduğunu, özgür olacağını söylüyor.

Dördüncü dize, tek kelimeyle harika... “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar “ derken Avrupa’nın tankından tüfeğinden bahseder.  Onların ne kadar kalabalık olduğunu çelikten duvar diyerek tarif eder. Devamında da der:  “Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var” ki bu da Akif’in dini duygularının dışa vurumudur. “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar” derken müthiş bir kinaye yapar. Hem ulumak eylemini kullanır ki Avrupa’yı tek dişi kalmış uluyan bir canavara benzetir hem de Türk milletine “yücesin, büyüksün” der. Devrinde Avrupa’nın medeniyet eşiği olmasını da eleştirir “‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?” diyerek…

Tüm 10 kıtada sürekli bir seslenme, bir nida vardır ki bu da çok güçlü bir lirizm verir marşa. Türk milletine, Anadolu’ya, gelecek nesile, bayrağa seslenir; adeta şiiriyle konuşur şair. Öyle ki beşinci dize de “Arkadaş” der ve öğütler “ Yurdumu alçaklara uğratma sakın!”

Altıncı dizede “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme” der; şehitlerimizi, şehit kanları ile sulanmış topraklarımızı hatırlatır bize. Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Kütahya’da, İzmir’de ve Anadolu’nun her karışında vatan için ölen yiğitleri, anaları, çocukları hatırlatır.

Yedinci kıtada vatanı bir cennete benzetirken, sekizinci kıtada vatanda dalgalanan bayrak yanında ezanları da ister. Bu tam bir Akif ideolojisidir. O asla Anadolu’yu ezansız düşünemez, Türklükten ya da kavmiyetten önce hep din gelmiştir onun için.

Dokuzuncu kıtada şehitlik mertebesinden bahseder; şehitlerin dirilmesinden bahseder. Şehidin mezar taşının bile – ki o da varsa diyor; varsa diyor çünkü bu topraklarda mezar taşı olan şehit şanslı sayılıyor -  secdeye kapandığı ama şehidin başının layık olduğu yere yani göğe mutlaka ereceğini söylüyor.

Son kıtada yine bayrağa sesleniyor ve  o müthiş dizesiyle noktalıyor “ Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal” . Son dize onun hayat felsefesini, vatan anlayışını dile getiren nadide bir hazinedir..

O dönemde ki yazılış amacı "milli birlik ve beraberlik" olmasıyla önemli bir rol oynar. Bu amaca günümüzde de çokça ihtiyaç duyduğumuzu üzüntüyle belirtmek isterim.

Sözlerimizi Akif'in şu duası ile bitirelim; "Allah bu millete bir daha İstiklal marşı yazdırmasın."