Çok kıymetli arkadaşım, aile dostumuz olan Taşkale Köyü Muhtarımız Sayın Hasan Karaca kardeşimiz beni gördüğünde sitem etti. İsmet abi, yazılarınla Karadağ’ı Taşkale’nin önüne çıkaracan diye; aman Hasan abi Karadağ’da bizim Taşkale’de bizim Ermenek’te bizim dedim ve bende hemen kalemimi elime alarak Taşkale Köyümüzü standart bilgilere de ek olarak farklı yorumlarımla sizlere tanıtmaya çalışacağım. Tabi ki Muhtarımız Hasan kardeşimizin engin bilgilerine başvurarak. Bu arada Karaman’ımızın her bölgesini her karışını elimden geldiği kadar sizlere kendi yorumumla anlatmaya çalışacağım. Ama sizlerden de bu konuda destek gelirse memnun olurum. Bulunduğunuz yerlerin ilginç hikayelerini (özellikle dedelerimizin ebelerimizin anlattığı hikayeler) aşağıda bulunan e-mail adresime atarsanız veya benimle iletişime geçerseniz ortaya çok daha güzel şeyler çıkacaktır.

Karaman’a 46 Km. uzaklıkta bulunan köyümüzün zeki, çevik, dürüst, çalışkan, sanatçı ruhlu ve güzel Taşkale insanı. Bütün bu özellikleri bir arada bulunduran Taşkale insanı acaba bunu neye borçlu diye hiç düşündünüz mü? Bizler toplum olarak tek bir pencereden bakmaya alışığız. Onun için özellikle Taşkale Köyümüze farklı bir açıdan mesela doğudan bakalım. Bütün kitaplarımızda yayınlarımızda aynı bilgiler mevcut. Niçin kalıbın dışına çıkmayalım.  Mevcut olan bilgilerimizi karanfille, gülle, kasım çiçeğiyle süslesek nasıl güzel olur. Karaman İlimizi tanıtım projemde özellikle bunu yapmaya gayret ve çaba gösteriyorum.

Konumuzla bağlantılı olarak düşündüğüm ve yukarıda saydığım özelliklere sahip zeki ve güzel insanlarımız varken sahip çıkmıyoruz değerlendiremiyoruz, maalesef Türk toplumu olarak günümüzde de aynı hatamızı yaparak zeki beyinler elimizden uçup gidiyor ve bunu geçmişte de aynı hatalarla tekrarlamışız. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Karamanoğulları çok isyan çıkarttığı için Karaman bölgesindeki halkı aynı zamanda böyle zeki ve mücadeleci Taşkale halkını da sırf Karamanoğulları ileride yine sıkıntı çıkarmasın bize baş kaldırmasın diye işgal edilen topraklara sürgüne göndermişlerdir. Taşkale’den balkanlara sürgüne gönderilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dedesi olan Kızıl hafız Ahmet gibi daha bir çok Karamanlı Balkanlar, Afrika ve Ortadoğu’ya gönderilmiştir. Atatürk Taşkale’nin bağrından koparıldığını unutmamış ve güzel Anadolu’muz için mücadele vermiş ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak Türk toplumunun yeniden filizlenmesini sağlamıştır. Atatürk Taşkale’nin ruhunu taşıdığı için cesaretiyle, zekiliğiyle bu işi başardı. Keşke Hafız Ahmet Efendi Balkanlara sürgün değil de saraya vezir olarak alınsaydı.

Sınırlar itibariyle jeolojik bir konuma sahip olan Taşkale Köyümüz Akdeniz bölgemiz ve İç Anadolu bölgemizin arasına sıkışmış stratejik bir mevki sinde yer almaktadır.  Konumu itibariyle korunaklı ve güvenli bir konuma sahip olan Taşkale buralarda 10.000 yıldır yaşayan halk için güvenli bir liman olmuştur. Hattiler, Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar, Romalılar, Bizanslılar ve daha birçok ilkel kavimin yaşadığı bu 10.000 yıllık geçmişte her gelip geçenin iz bıraktığı bölgemiz, sırlarını da içerisinde saklıyor.  Bu tip sığ bölgelerimizde yerel halk devamlı varlığını sürdürmüştür. Ne kadarda imparatorluklar ülkeleri eline geçirmiş olsa da yerel halk aynı halktır. Sadece egemenliklerini uzun süre koruyan işgalci devletler yerel halkı asimile etmişlerdir. Fakat genlerinde ruhlarında 10.000 yıllık geçmişlerini saklamaktadırlar.  Taşkale halkıda bana göre özünde bozulmamış 10.000 yıllık bir ruhu içinde taşımaktadır.  

                Taşkale köyümüzü tanıtmaya uyuyan prenseslerin bulunduğu Manazan Mağaralarının hikayesiyle devam edelim. Her ne kadar Bizans döneminde kullanıldığı söylense de  bana göre tarih öncesi dönemlerde vahşi hayvanlardan korunmak için, doğal bir oluşum olduğunu düşündüğüm mağaralar kullanım amacına göre 10.000 yıldır şekillenmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. Hristiyanlığın yayılma döneminde Roma İmparatorluğunun baskılarından kaçmak ve ibadetlerini yapmak için mağaralar kullanılmıştır. Bana göre daha fazla fakat araştırmalarda beş katlı olduğu düşünülen uçsuz bucaksız nereye kadar uzandığı bilinmeyen mağara içinde birçok sırrı saklamaktadır. Korunma amaçlı, ibadet amaçlı, büyücüler ve askerlerin çok değişik amaçlı kullandığı bir yer olan Manazan Mağaralarının iki katı çökmüş durumdadır.  Tüf kaya ve değişik kimyasal yapısı sayesinde şekillendirilen mağara bu özellikleri sayesinde hem yaşam alanı olmuş hem de farklı kullanımlarla kendini göstermiştir. İçerisindeki su kaynaklarıyla dışarıyla irtibat kurmadan yaşayabilmişledir. Havalandırması ve ışık kaynağını elde etmesini bilmişlerdir. Şu anda tespit edilemeyen fakat Akdeniz’e döküldüğü tahmin edilen suyun, ışık ve havalandırma kaynağı da mağaranın derinliklerinde çözülmeyi bekliyor.  1979 yılında okuldan çıkan Taşkaleli dört genç çocuk Manazan Mağaralarına  gezmeye giderler. Ölüler Meydanında bulunan Odaların birinde karşılarına prensesler kadar güzel giyim kuşamı gayet iyi bir esmer güzeliyle karşılaşırlar. Çocuklar dona kalır, ellerindeki kandilin ışığının ferini de açaraktan o güzel kadına yaklaşırlar. Fakat kadın uyuyor vaziyettedir, Kadına seslenseler de o güzeli uyandıramazlar. Mağaraların vadiye bakan kısmında bulunan pencerelere doğru kadının kollarına girerekten taşırlar. O gün öğretmenlerinin anlattıkları Pamuk Prenses hikayesinden etkilenmiş olacak ki içlerinden birisi kendini prens yerine koyarak o güzel esmer prensesin alnından öper, çocuklar uyanacak diye beklerken oksijenle temas eden kadının yüzü buruşmaya derisi büzülmeye başlar. Çocuklar bu durumdan korkarak oradan uzaklaşırlar. Koşarak evlerine giderler ve akşam ailelerine durumu anlatırlar. Ertesi günü Jandarmaya haber verirler, jandarma Müze Müdürlüğü yetkilileri ile birlikte olay yerine gelerek incelemelerde bulunurlar ve o esmer güzelinin takriben 1600 yıl önce ölen bir bayana ait olduğunu söylerler. Müzeye nakline karar verilir ve o tarihten sonra Karaman Müze Müdürlüğünde sergilenmektedir. Ben o yıllarda ortaokula yeni başlamıştım okul gezimiz esnasında görmek nasip oldu, o ilk geldiği yılda sadece büzülme vardı ve sağlam bir vaziyetteydi örgülü saçlarıyla kıyafetinin uyumu o kadar güzeldi ki, fakat yıllar geçtik sıra herhangi bir koruma olmadığından dolayı ceset bozuldu ve parçalandı. Uzun yıllar öldüğü anki gibi duran ceset bunu mağaranın tüf kayalarına, ısı, nemin dengesine ve oksijensiz ortamına borçludur. Mağara doğal mumyalamayı kendisi yapmıştır. Mağaranın derinliklerinde bozulmadan duran daha birçok ceset bulunduğuna eminim. Araştırmalarla gün yüzüne çıkartılacak olan bu cesetler günümüz teknolojisiyle öldükleri an gibi hiç bozulmadan korunacaklardır. Bulunan bayan cesedinin Müze Müdürlüğü tarafından daha sonra yapılan kıyafet yaşı incelemesinde 1.000 ile 1.100 yıl arasında olduğu tespit edilmiştir.

Taşkale Tahıl Ambarları dünyada eşi benzeri olmayan bir mimari yapıdır adeta. Tarihçilerin 800 yıllık bir oluşum demesine rağmen, hangi amaçla yapıldığı belli olmayan tahıl ambarlarının geçmişi bana göre tarih öncesi dönemlere ve mitolejik hikayelere dayanmaktadır. 250 kadar odadan oluşan ve halkın adeta bir cambaz gibi tırmanarak çıktığı, oluşumunun kaya özelliğinden dolayı içine koyulan gıda maddelerinin bozulmadan uzun yıllar saklandığı esrarengiz odalar. Kim bilir mitolejik zamanın belki hapishanesi, belki doğumhanesi, belki de virüse yakalanmış insanların tedavi gördüğü esrarengiz mekanlarıydı.

İncesu Mağarası İlluyanka efsanesinde Fırtına Tanrısının, yılan ejderha olan İlluyanka’nın savaşının sonucunda doğan Şahmaran bebeğin Medusa tarafından Tarsusa kaçırılırken bir süre saklandıkları mağaradır.  İncesu Mağarası şu anki uzunluğu 1.000 metre fakat her iki tarafından da sonuna kadar gidilmemiştir. Bin metrelik kısım düzenlenerek ziyaretçilere açılmıştır. İçerisi insana adeta bir görsel ziyafet sunmaktadır. Sarkıtlarıyla su havuzlarıyla insanı büyülemektedir. Mağaranın içine girince Şahmaran bebeğin annesini öldüren aynı zamanda dedesi de olan Fırtına Tanrısına olan ağıtını duyabilirsiniz.

Taşkale Köyümüz Torosların gölgesinde binlerce yıl gizemli kalmasını başarmıştır. Yeraltı şehirleri hala bulunamamış, su kaynaklarının akışı tespit edilememiştir. Yerin altına döşeli su kanalları şifalı suları nereye götürüyordu. Yanı başında su kaynağı varken neden ihtiyaç duyuldu ki başka bir yerden su kanalıyla su getirilsin. Bu su kanalları hangi teknolojiyle kimler yaptı. Gürlükten yerin yüzüne çıkan su, şifalı su ve antik su kanallarından akan su üçü de farklı sular mı, bu üç suyunda farklı bir faydası mı var, yoksa daha bilmediğimiz Manazan Mağaralarının altından akan, belki tahıl ambarlarına bile gelen, keşfedilmemiş yeraltı şehirlerinin su ihtiyacını gören kaynaklar var. Özellikle Manazan Mağaralarının altından geçen su kaynağının Akdeniz’e döküldüğü söylenmektedir. Taşkale halkının yukarda saydığımız özellikleri sanırım bu şifalı sulardan ve genetik yapılarının bozulmamasından gelmektedir.

Miske ve Zaza Örenyerlerin de Roma ve Bizans döneminin hiç de küçümsenmeyecek kalıntıları yoğun bir şekilde bulunmaktadır. Taşkale’nin derinliklerinde ki kiliseler ve ihtişamlı yapılar gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Zaman zaman buluntu ve definecilerden yakalanan eserler bölgenin milattan önceki çok tanrılı mitolejik gizemliliğine katkıda bulunmaktadır. Mevcut yerinden üç-beş kilometre ilerisinde bulunan şu anda Müze Müdürlüğünde sergilenen bir ton ağırlığındaki kolon taşındaki yazıtlardan bu bölgenin Roma İmparatorluğu döneminde eyalet düzeyinde temsil edildiği ve yönetici ailesinin mezar yeri olduğunu belirtmektedir. Bu bölgemiz ile ilgili üç ardıç, tepeler, vadiler, mağaralar, miske ve zaza gibi yerlerin hikayelerini ileriki zamanlarda ayrı ayrı sizlere aktaracağım. Bu arada kamu spotumuzu da unutmayalım araya sıkıştıralım. Bölgede zaman zaman definecilerin yeraltı şehirlerini ve saklı kalmış kiliseleri aradığını duyuyoruz. Bunlar yalnız dikkat etsin hem Karadağ’ın eteğinde Kılbasan-Dinek köyü arasında Kabasan Mevkiinde bulunan Kirke hem de İncesu Mağarasında bir süre konaklayan Medusa’nın nefesini enselerinde hissedeceklerdir.

Her zaman söylediğim gibi Valiliğimize, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitemize, Karaman Belediyemize, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğümüze, diğer kamu kurum ve kuruluşlarımıza ve Müze Müdürlüğümüzün değerli arkeologlarına çok iş düşüyor. Özellikle Manazan Mağaraların da belki uzun yıllar sürecek bir çalışma bekliyor. Tahıl ambarlarında yine bilimsel bir çalışma olması gerekir. İncesu Mağarası, su kaynakları keza öyle. Detaylı bir araştırma gerekiyor. Üniversite öğrencilerimiz, doktora yapan hocalarımız tez hazırlayacaklarında kara kara düşünmesinler Taşkale’ye gelsinler burada tez hazırlayacak çok konu başlığı çıkar. Ciddi anlamda farklı bir bakış açısıyla çalışılan tezler Taşkale’ye ve Dünyaya ışık tutacaktır. Tabi bütün bu çalışmalar maddi ve manevi olarak desteklenmeli ki sonuca ulaşılabilsin. Yalnız tez çalışacak öğrenci ve hocalarımız Taşkale’ye lütfen doğudan bakın. 

Taşkale den hepimizde kaybolan duygularımızı hatırlatan birde hikâye anlatarak yazımızı sonlandıralım.

Zamanın birinde Taşkale de yaşayan iki kardeşin işleri berabermiş. Kardeşlerden biri evli biride bekarmış. Çiftçilikle uğraşan kardeşler senenin birinde yine harman kaldırırlar. Harman yerinde kalkan mahsulü bölüşürler bu bölüştükleri buğday yığınına da o zamanlarda Çeş derlerdi.  Geceleri bu çeş yığınlarını ve samanlarını sırayla beklerlerdi. Evli olan büyük kardeş, kardeşim evlenecek ev bucak sahibi olacak diye kendi çeşinden alır küçük kardeşinin çeşine koyarmış. Gece bekleme sırası küçük kardeşe geldiğinde ise abimin karısı çocukları var diye düşünerek kendi çeşinden alır abisinin çeşine koyarmış. Kardeşlerin bu davranışları Cenabı Allah’ın çok hoşuna gitmiş ve mahsulleri bereketlendik sıra bereketlenmiş ambarları almaz olmuş. Kardeşler nazara gelmekten korktukları için bereketlenen çeş yığınına bir boşluklarında taş kesilesiniz diye söyleyivermişler. Cenabı Allah’ta o anda dualarını kabul ederek öbek yığınlarını bir anda taşa çevirivermiş. Harman yerinde bulunan bu taş kaya kütlesi halk tarafından Çeş Taşı olarak anılır. Sevgililer bu taşta buluşur, yeni evlenenler bu taşın yanına gelerek evlerinin bereketli olması için dua ederler. Binlerce yıldır bu taş Çeş Taşı diye anılır ve o taşın dili olsa da dertlenenlerin dua edenlerin hikayelerini anlatsa…

 

İsmet ÖZTÜRK  [email protected] ---Fotoğraf: Hasan KARACA