Cumhuriyet Halk Partisi Karaman İl Teşkilatı,  29 Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamaları kapsamında Atatürk Anıtına çelenk bıraktı.

Atatürk Parkındaki Atatürk Anıtı önünde düzenlenen tören, CHP, Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşam Derneği ve Eğitim Sen’in çelenk bırakması ile başladı.

Ardından saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile devam eden törende konuşan CHP Karaman İl Başkanı Av. İsmail Atakan Ünver, Cumhuriyet Türk Ulusu için çok uluslu bir imparatorluğun çöküşünden ve vatanın işgal edilmesinden sonra kurduğu bir yönetim biçimi olmaktan öte, Ulu Önder Atatürk'ün önderliğinde kendi kaderini yine kendisi çizerek oluşturduğu bir yaşam biçimidir. Kurucu babalar tarafından antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı ve ulus devlet esasıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Ulu Önder Atatürk'ün en büyük eserim diyerek bizlere bıraktığı en önemli mirastır.” dedi.

Ünver, konuşmasının devamında ise şunları ifade etti;

“Vatanın kurtarılmasına ve cumhuriyetimizin kurulmasına önderlik eden Atatürk, Cumhuriyeti, Türk milletinin aklın ve bilimin rehberliğinde ileri bir toplum olarak en kısa sürede çağdaş uygarlık düzeyine erişmesini, milletler ailesinin bağımsız, eşit ve şerefli bir üyesi olarak demokratik ve laik kurallar içinde mutlu bir yaşam sürmesini amaçlayan, toplumun temel ihtiyaç ve isteklerinden doğmuş çağdaş bir düşünce sistemine dayandırmıştır. Bu düşünce sisteminin kaynağı, ülke gerçekleri, Türk ulusunun ihtiyaç ve istekleri ile Türk tarihinin derinliklerinden doğmuştur. Bu nedenle cumhuriyetimizin dayandığı temel, kişisel bir düşünce değil, milli vicdandan kaynaklanan, ulusun ortak arzu ve eğilimlerinin simgesidir. Buradan hareketle cumhuriyetin sahibi, vatanın kurtarılması ve yeni bir devlet kurulması noktasında kader birliği yapmış, "vatanımız" dediğimiz bu topraklar üzerinde yaşayan herkestir.

Atatürk, cumhuriyetin kuruluşuna önderlik ederken ilk ve en önemli: yol gösterici olarak bilimi kabul etmiştir. Atatürk'ün akılcılığa ve bilime verdiği değer ve sürekli yenilenmeyi hedefleyen düşünce sistemi, bugün olduğu gibi yarın da geçerliliğini korumaya devam edecektir. Atatürk, "Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir" diyerek izlenmesi gereken yolu da göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş dönemindeki aksaklıkları bizzat gözleme ve değerlendirme fırsatı bulan Atatürk, toplumu ilgilendiren her alanda aklı ve bilimi öne çıkarmış, toplumun bütün ihtiyaçlarının akıl ve bilimle karşılandığı takdirde toplumsal gelişmenin hızlı bir şekilde sağlanabileceğini öngörmüştür. Bu bağlamda Avrupa'nın ortaçağda yaşadığı din taassubunun, çöküş döneminde Osmanlı ya sirayet ettiğini görmüştür. Atatürk, cumhuriyetin ilanından hemen sonra "bir lokma, bir hırka" anlayışı ile toplumu miskinleştiren ve Osmanlı'nın sanayi, kültür-sanat, askeriye, ticaret, bilim gibi tüm alanlarda geri kalmasına ve nihayetinde çöküşüne sebep olan bu taassupla mücadele etme, aklı ve bilimi esas alan bir anlayışla devleti ve toplumu yeniden inşa etme çabasına girmiştir.

Bu anlayış çerçevesinde Osmanlı'nın çöküş döneminde toplumu esir alan dini taassubun aşılmasına katkı sunması için Ahmet Naim ve Kamil Miras tarafından hazırlanan "Sahihi Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sahih Tercemesi" adlı 12 ciltlik hadis tercümesi 1928 yılında yayınlanmıştır. Bizzat Atatürk'ün teşviki ve isteğiyle Elmalı! Hamdi Yazır tarafından hazırlanan ve 1935'te tamamlanarak 10 bin adet basılıp dağıtılan, 9 ciltlik "Hak Dini Kur'an Dili" adlı Kur'an-ı Kerim tefsirini de yine bu kapsamda değerlendirmek gerekir.

Atatürk'ün başta İslam Dini olmak üzere toplum hayatında önemli olan her konuda doğrunun bilinmesi, aklın kullanılması, bilimin önderliğine başvurulması ve en kısa sürede muasır medeniyete erişilmesi amacıyla başlattığı çağdaş, akılcı ve müreffeh bir toplum yaratma çabası, çok zor bir coğrafyada yaşayan ülkemizi ve toplumumuzu bugünlere getirebilmiştir. Eğer bugün demokrasiden, adaletten, özgürlüklerden, sahip olduğumuz her türlü zenginlikten bahsedebiliyorsak bu Atatürk'ün kuruculuk ve önderlik ettiği Cumhuriyet sayesinde mümkün olmuştur.

Cumhuriyet, topluma sadece din anlayışın taassuptan kurtarılması yönünden değil, az önce değindiğimiz gibi kendisini etkileyen ve gelişimini kısıtlayan her alanda yenilikler ve çok önemli kazanımlar sağlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini oluşturan Türk unsurunun kimliği, Osmanlı Devleti içinde imparatorluk politikaları nedeniyle adeta unutturulmuştu. Özellikle Fransız ihtilallerinden sonra devleti bölmek isteyen yabancı devletlerin teşvikiyle azınlık unsurlar arasında başlayan milliyetçi akınlara karşı, devletin sınırlarını korumak amacıyla gerçekleştirilen milli duyguları geri planda bırakan Osmanlıcılık ve Ümmetçilik fikirleri başarılı olamamış, aksine imparatorluğun ana taşıyıcısı olan Türk unsurunun dışlanmasına yol açmıştı. Bu noktadan hareketle Atatürk'ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı ve arkasından gerçekleştirilen Türk Devrimi'nin temel iki özelliğinden biri laiklik, diğeri de milli olmaktır. O, Türk insanının milli duygularını ve kendine güvenini yeniden kazanabilmesi için çalışmalar yapmış, yaptırmış; bu düşünceyle Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu'nun kurulmasını sağlamıştır. Bu çalışmalar sayesinde millî birlik ve beraberlik duygusu gerçekleştirilmiş ve tüm dünyanın Türk mucizesi olarak adlandırdığı büyük başarılar kazanılmıştır.

Osmanlı Devleti'nden devralınan çok başlı eğitim, toplumda birbirine zıt ve düşman görüşlü insanlar yetiştirmekteydi. Bu sorun 3 Mart 1924 tarihinde TBMM'de kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile ortadan kaldırılmıştır. Bu kanunla bütün okullar, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı ve laik eğitim veren kurumlar haline getirilmiştir. Her alanda akılcılığa giden yolun kapısı bu şekilde açılmıştır.

Osmanlı Devleti'nin yönetim sistemi olan saltanat kaldırılarak milli egemenlik esasına dayalı bir yönetim biçimi ve bu esasa sahip kurumlar meydana getirilmiştir. Saltanat ve hilafet kamburundan kurtulan Türkiye Cumhuriyeti, üyelerini Türk milletinin özgür iradesi ile seçtiği TBMM tarafından kabul edilen laik kanunlarla yönetilmektedir. Bu sayede Isparta'nın bir köyünde çobanlık yapan bir çocuk, Rize'nin bir ilçesinden çıkıp İstanbul’a yerleşen fakir bir ailenin çocuğu, soy bağından kaynaklanan bir ayrıcalık olmadan başbakan ve hatta cumhurbaşkanı olabilmiş; yine soy bağına dayanan herhangi bir ayrıcalık olmadan ülkenin dört bir yanındaki halk çocukları milletvekili olarak ya da bürokrasiye girerek devleti yönetme imkânına kavuşmuşlardır.

Osmanlı Devletinden genç Cumhuriyet'e, miras olarak iflas etmiş bir ekonomi kalmıştı. Genç cumhuriyet, sanayisi olmayan, var olan az sayıdaki sanayi kuruluşlarının da yabancılara ait olduğu, demiryollarının bile yabancılarca işletildiği bir ekonomik miras devralmıştı. Osmanlı’nın borçlarını tahsil etmek için kurulan Duyun-u Umumiye idaresi, devletin tüm gelirlerine el koymuştu. Kapitülasyonlar, devletin kendi ülkesindeki ekonomik kararları bağımsız olarak alamamasına, kendi vatandaşına uyguladığı kanunları başkalarına uygulayamamasına sebep oluyordu. Atatürk bağımsızlığı bir bütün olarak yorumlayan ve iktisadi açıdan dışarıya bağımlı olan ülkelerin tam bağımsız olmayacaklarını bilen bir liderdi. Bu yüzden iktisadi bağımsızlığı kazanmak için Lozan'da çok çetin bir savaş verilmiştir. Bu savaşı kazanan Türkiye, Lozan Antlaşması'yla her türlü kapitülasyonu kaldırmayı başarmış, tam bağımsızlığını kazanmıştır. Genç Cumhuriyet, Osmanlı borçlarının önemli bir kısmını ödemek zorunda kalmasına rağmen, ekonomik gelişmesini de sağlamıştır. Yabancıların elindeki fabrika ve demiryolları tek tek alınarak millileştirilmiş, halkın elinde yeterli sermaye gücü olmadığından devlet ekonomiye de aktif olarak katılmıştır. O dönem için gerekli olan devletçilik uygulamaları ile yıllarca ekonomimizin yükünü çeken, sonunda da sata sata bitirmeyi başardığımız önemli sanayi kuruluşları ve ticaret kurumları oluşturulmuştur.

Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından birisi de hukuk alanında olmuştur. Osmanlı'da uygulanan şer'i hükümler Cumhuriyetle birlikte yerini, laik esasa dayalı anayasa ve kanunlarla pozitif hukuka bırakmıştır.

Cumhuriyet'in en önemli yeniliği ve millilikle birlikte en temel iki unsurundan birisi olan Laiklik, Türkiye'nin çağdaş uygarlık içinde yerini daha kuvvetli bir şekilde alabilmesi ve koruyabilmesi için tavizsiz uygulanması gereken temel bir ilkedir. Atatürk'ün Cumhuriyet'in temeli olarak ortaya koyduğu laiklik, din ile değil, dini kendi çıkarlarına alet edenlerle mücadele etmektir. Dini kendi çıkarlarına alet edenler, bu çıkarlarını ancak aydınlanmamış dimağlarla sağlayabilirler. Bu nedenle başta eğitim olmak üzere her alanda aydın düşünceli ve akılcı bireyler, yetiştirmek ancak laikliğe sahip çıkarak mümkün olabilecektir. Son yıllarda yaşanan olaylar, özellikle 2016 yılının 15 Temmuz'unda karşı karşıya kaldığımız darbe girişimi, dini kendisine kalkan olarak kullanarak istismar eden hain FETÖ'nün ve benzeri örgütlerin güç bulduklarında neler yapabileceklerini tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Bu nedenle laiklik ilkesini örseleyici yönetim davranışlarından kaçınılmalı, laiklik kenara itilerek devletin ve milletin bekasını karartmaya niyetli odaklara fırsat verilmemeli, müsamaha edilmemelidir. Bunlar yapılırken de bu tür hain girişimlerin esas hedefinin, cumhuriyetin devletimize ve milletimize sağladığı kazanımlar olduğu gözden kaçırılmamalı ve unutulmamalıdır.

Burada bir kısmından bahsedebildiğimiz kazanır-dar, kadın erkek herkese sağlanmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki Cumhuriyet ile kadınların kazanımları çok daha büyüktür. Cumhuriyet öncesinde ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılan, eğitim ve iş hayatı da dahil olmak üzere sosyal hayattan soyutlanan, erkeklere tanınan çok kadınla evlenebilme hakkıyla aile hayatında bile etkisiz bir duruma getirilmiş olan kadınlar, Cumhuriyet'le birlikte, erkeklerle aynı hakların tanınması, eğitimde, iş hayatında, siyasette fırsat eşitliği sağlanması, özellikle 1926da Medeni Kanun'un kabulüyle aile ve toplum hayatında çoğu batılı ülkeden daha önce ve geniş haklar tanınmasıyla eşit yurttaş ve birey statüsüne kavuşmuşlardır. Bu itibarla Cumhuriyetin yaptığı en büyük devrim kadınlar nezdinde vücut bulmuştur.

Cumhuriyet, Türk milletini çağdaş medeniyet seviyesine ve hatta onun üstüne çıkarmak için yapılan, toplum hayatının her alanını kapsayan devrimler sayesinde milletimize vazgeçilemez kazanımlar sağlamıştır. Bu kazanımlar sonucunda Türkiye Cumhuriyeti bugün, bulunduğu bölgenin en çağdaş, en güçlü ülkesi olmuş; dünya devletler topluluğunun saygın ve şerefli bir üyesi haline gelmiştir. Bu itibarla bize bugünlerimizi sağlayan başta Ulu Önder Atatürk olmak üzere, vatanın kurtarılması ve cumhuriyetin kurulmasında ve yükseltilmesinde emeği geçen tüm şehitlerimizi, ebediyete intikal etmiş devlet büyüklerimizi, gazilerimizi Cumhuriyetimizin 94. yılı vesilesiyle saygı, rahmet ve minnet duygularımla anıyorum. Ruhları şad olsun.”

Tören, şiirlerin okunması ile sona erdi.