Cihannüma Karaman Şubesi tarafından düzenlenen Pazar Sabah Namazı Buluşmaları devam ediyor. Bu haftaki sohbette Dua konusu işlendi. Aktekke Camisinde eda edilen namaz sonrası Hatuniye Medresesine geçildi. Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan program KMÜ İslami İlimler Fakültesi öğretim üyesi Dr. Nasseruddin Mazheri’nin sohbetiyle devam etti. Nasseruddin Mazhari Konuşmasında;

DUADA CİMRİ DAVRANMAYALIM

Değerli katılımcılar! Selam ve saygılar sunarım hepinize. Dün sabah Fadi Betş adıyla Filistinli bir makine mühendisi İsrail istihbaratı tarafından Malezya’da şehit edildi. 35 yaşında olan bu başarılı ilim adamı Filistin’deki yardım kampanyalara katıldığı için terör devleti tarafından şehit düştü. Konumuz dua olduğundan dolayı bütün şehitlerin ruhuna Fatiha göndererek sohbete başlarsak daha bereketli olacaktır.  

 Bu sabahki sohbetimizde ferdi (kısıtlı) ve kapsamlı dua üzerinde duracağız. Bildiğiniz üzere insanın nefsi cimriliğe daha yatkındır. Nefis, terbiyeden geçmediği sürece potansiyel olarak cimriliğe meyyaldir. Nitekim Hz. Mevla (cc) der ki: “Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır”. Dolayısıyla nefsin bu meziyetini ortadan kaldırmak ancak onu iyi huylara alıştırma ile mümkün olacaktır.

İnsan, Allah (cc)’tan bir nebze bile müstağni olamaz. Her şeyden her kesten müstağni olabilir ama yaratanından göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa müstağni olamaz. برحمتك  نستغيث اصلح لنا شووننا كله..... “göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa bizi bize bırakma” şeklinde Fahri kâinatın duası vardır. Hem dini konularda hem dünyevi konularda insan Allah’ın yardımına muhtaçtır.

İnsan maddi şeylerde cimri davrandığı gibi manevi şeylerde de cimri davranabiliyor. Bunun en belirgin örneği duadır. Ne kadar açıyı geniş tutarsanız o kadar feyiz ve bereket de genişler üzerinize. Bu konuda bize en güzel örnek Peygamberlerin ve büyük zatların duasıdır. Neyi ve nasıl istemeliyiz? Bu iki soru çok önemlidir. Peygamberlerin duasına baktığımız zaman onlar asla kendileri için mahsus bir şey istememişlerdir. Her zaman bütün Müslümanları, insanlığı, ümmeti dualarında katmışlardır. Dualarında dini konuları her zaman öncelik vermişlerdir. Dünyevi konuları da dini ve uhrevi meselelerden dolayı ehemmiyet vermişlerdir. Çünkü dünya fani ve ahiret bakidir. Ahireti mamur etmeyen dünyalığın asla bir kıymeti yoktur. 

Yeryüzünde ilk dua kimin duasıdır? Tabi ki Hz. Âdem’in duası… Yasak ağaçtan yedikleri zaman Allah’ın itabına maruz kalmışlardı. Kendi günahlarının farkında oldukları zaman tekil zamir kullanmadılar. Bakın çok önemlidir burası; şöyle dua ettiler: “ Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz”. Bakın, hemen sonrasında icabet geliyor. Kapılar açılıyor onlara… Demek ki dua da kendini başka Müslümanlara katmak icabeti hızlandıran unsurlardan sayılır. Asıl

hata Adem (as)’in hatası idi, Havva’nın değil. Hristiyanlar bütün hatayı Havva’ya yüklerler ve onun yüzünden Âdem’in yeryüzüne sürgün edildiğini söylerler. Bu düşünce yanlıştır. Çünkü Kur’an’ın birçok yerinde Âdem (as) esas alınmıştır Havva değil. Net olarak Taha süresinde şöyle geçer: “Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı”. Hristiyanlar bununla da kalmaz bu günahın sonsuza kadar irsi olarak insanoğluna geçtiğinden bahsederler ki bu da çok yanlış bir tasavvurdur. Bu zihniyete göre her insan doğduğu andan itibaren günahkâr sayılır. İslam düşüncesinde bunun yeri yoktur. Çünkü Kur’an’ı kerim de net bir şekilde onların mağfiretinden bağışlanmasından bahsedilmektedir. O günah tövbeden sonra orada bitmiştir. Kimsenin günahından dolayı başkası asla sorumlu tutulamaz. Her yeni doğan çocuk fıtrat üzerine doğar ve ter temiz olarak dünyaya gelir.                 

 Dolayısıyla duada insan asla cimri davranmamalı. Kendini Müslümanlara katmalı. Enaniyet sahibi insanlar maddi şeylerde insanları mahrum ettikleri gibi manevi olan dualarını da insanlardan esirgiyorlar. Ama kalbi geniş olan insanlar asla diğer insanları dualarında mahrum bırakmazlar. Özellikle Kur’an’da geçen Peygamberlerin duasına baktığımız zaman görüyoruz ki onlar hep ümmeti, Müslümanları dualarında düşünmüşlerdir. Böyle olunca da bazı dualar kıyamet gününe kadar etkisi devam edecektir. Mesela Hz. İbrahim (as)’in duasına bakalım: “Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.”

Amelden daha ziyade amelin kabulü önemlidir. Belki Allah sana amel kapıları açmış olabilir ama kabulü değil… Görürsünüz bazı insanlar toplum baskısından ibadet ederler, başlarını örterler; amel var ama böyle amel ihlastan yosun olunca kabulden de yoksundur.

Fatiha süresi bilirsiniz, hepsi duadır. Dua içeren ayetlerin hepsi çoğuldur. Sonuna kadar öyledir. Bizim için en güzel örnektir Fatiha süresindeki dualar. Aynı şekilde Bakara süresinin son ayetleri de öyledir. Allah’ın bize öğrettiği duaların hemen hemen hepsi çoğuldur. Aslında bu metot ile Allah (cc) bizim nefsimizi manevi cimrilikten kurtarmaya çalışıyor. Bir manevi terbiye içerir bu dualar.

Bir başkasının duası niye icabete daha çok çabuk mazhar oluyor? Çünkü onda bencillik sıfıra düşüyor. Asla bir maddi menfaat ummadan birisine duadan bulunursanız o zaman göklerin kapısı açılır ardına kadar. Müslim’de böyle sahih hadis geçiyor:

ٍ  َكَلَ : و ُكَلَمْ ال َ ال َ ق َّلاِ إ ،ِبْيَغْ ال ِرْهَظِ ب ِ يه ِخَ و لأ ُعْدَ ي ٍمِلْسُ م ٍدْبَ ع ْنِ ا م َم ])، وفي رواية 2732 (صحيح مسلم؛ برقم: [ »لْثِمِب ٍ « :اً له عن أبي الدرداء مرفوع ( (صحيح مسلم »لْثِمِ ب َكَلَ و ،َ ين ِ : آم ِهِ ب ُلَّكَوُمْ ال ُكَلَمْ ال َ ال َ ق ،ِبْيَغْ ال ِرْهَظِ ب ِ يه ِخَ ا لأ َعَ د ْنَم

İnsan sadece duasında değil, başka meziyetlerde kendini yeryüzündeki tek insan zan etmesin. Sabır, şükür veya diğer meziyetleri zikrederken kendisini o vasıfe sahip olan diğer insanların zümresinde saysın.  من الشاكرين، من الصابرين، من المومنين، “müminlerden, şükredenlerden, zikredenlerden” tabirleri de bizi manevi olarak terbiye ediyor. Yani konuşurken veya dua ederken: “ben şakirim, ben zakirim, ben sabirim, beni şakir yap, zakir yap” “ demektense: ben şükredenlerdenim, zikredenlerdenim, Allah’ım beni zikredenlerden eyle, zikredenlerden eyle, sabır edenlerden eyle” demek daha iyidir.    

Allame Alusi Ruhu’l-Meani tefsirinde şöyle der: “Hz. Musa (as) Hızır imtihanında: beni sabırlı olarak bulursun” dedi ve sınavdan geçemedi der. Ama İsmail (as) babasına şöyle dedi: “Allah’ın izni ile beni sabır edenlerden bulacaksın” dedi ve böylece sabır ile imtihanı geçebildi.             

Allah’ın bize öğrettiği dualardan birisi de şöyledir: “ Bizi inkâr edenlerin zulmüne uğratma” “zalimler için bizi deneme aracı yapma, ezdirtme” bir başka anlamı da var o da şu: “Allah’ım! Bizi kâfirlere zalimlere fitne sebebi yapma”. Yani: bizim davranışlarımız onların hidayetine engel olmasın, bizim taksiratımız onları iyice saptırmasın”. Şu an maalesef ikisi de gerçekleşiyor. Hem kâfirler ve zalimler tarafından eziliyoruz, hem birçok insanın sapkınlığına sebep oluyoruz. Sadece kâfirler için de değil imanı zayıf olan kimselerin kafasının karışmasına da sebebiyet vermişiz. 

Demek ki bir Müslümanın acizliği, güçsüzlüğü, kötü olması, İslam’ı iyi temsil etmemesi sadece kendisini bağlamıyor, bütün insanlar üzerinde doğrudan etki yapıyor. Desek ki İslam güçtür, derler ki niye o zaman siz güçsüzsünüz, temizlik dinidir, niye o zaman temiz değilsiniz, İslam kardeşliktir desek niye birbirinizi öldürüyorsunuz? Derler. 

Program yapılan dua ile sona erdi.