Cihannüma Karaman Şubesi tarafından düzenlenen Pazar Sabah Namazı Buluşmaları devam ediyor. Bu haftaki sohbette edep konusu işlendi. Aktekke Camisinde eda edilen namaz sonrası Hatuniye Medresesine geçildi. Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan program KMÜ İslami İlimler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nasseruddin Mazheri’nin sohbetiyle devam etti.

Nasseruddin Mazhari Konuşmasında;

Sakın Terk-i Edepten…  

 Değerli dinleyiciler! Bu gün bir nebze de olsa Edep konusu hakkında konuşalım. Sohbetimizi bir hadisi şerif ile başlayalım: “Rabim beni terbiye etti ve terbiyemi güzel kıldı”. Bu hadisi Hz. Peygamber (s.a) ashabına rasgele söylememiştir. Sahabiler Hz. Peygamber’in yüksek ahlakını, zirvede olan zarafetini, yüksek nezaketini görünce kendilerini soru sormaktan alamamışlar. Bu yüksek ahlakım nereden kazandığını sorunca cevapları da yukarıdaki hadis olmuştur. 

İslam kültüründe edep konusu o kadar geniş bir yere sahiptir ki hem selef (eski) hem halef (sonraki) alimler edep ve adabı muaşeret hakkında yüzlerce cilt kitap yazmışlardır.

İslam kültüründeki bu âdâb sadece bireyin edebi hakkında değil, amirin, kralın, hâkimin, âlimin, talebenin, sofinin, pirin, müridin, özetle toplumun her kesimi hakkında adap ve eser bulabilmek mümkündür. İnsanın hayatının bütün boyutları ile ilgili âdaptan bahsetmişlerdir. Edebu’l Mûluk, Edebu’l-Kadi, Edebu’l-alim ve’lMuteallim, gibi eserler artık çok meşhur ve her kes tarafından bilinenlerdendir.   

Bununla birlikte alimler hayatın her alanını ele alıp adabı hakkında detaylıca konuşmuşlardır. Konuşmanın adabı, oturma, kalkma, münazara, meclis adabı gibi hayatın her alanını kuşatan adabı muaşeret ile ilgili eser ve bilgiyi eserlerimizde kolaylıkla kültürümüzde bulabiliriz.

Geçen haftalarda Yahudilerin özelliklerinden bahsettik. Onların bir özelliği de edepsizliktir. Sözlerinde ve fillerinde Allah’a karşı ve en seçkin kulları olan Peygamberlere karşı edepsizce davranmışlardır. Bunun neticesinde de lanete maruz kalmışlar. Kur’an onların edepsizliğini şu ayette beyan etmiştir. “Yahûdiler, Allah'ın eli bağlıdır dediler, elleri bağlanasılar, söyledikleri söz yüzünden lânete uğrayasılar. Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır, dilediği gibi ihsânda bulunur”.

Edepsiz kişinin zararı sadece kendine münhasır kalmaz, onun uğursuzluğu her kesi dokunur. Mevlana edepsizliği ateşin kıvılcımına benzetip edepsiz kişinin bütün dünyayı yakacağından bahsediyor.

Başka yerde derki “eğer Allah (c.c) birisini rezil ve rüsva etmek isterse onu büyük zatlara dil uzatmasına sevk eder. Böylece o kişi büyük zatlarla gece gündüz uğraşır ve onların hakkına girer. Edep ve nezaket sahibi olan kimseler asla dilleriyle diğer insanların hakkına girmezler”.  

Ömer b. Abdülaziz’e birisi sahabenin aralarında geçen savaşlar hakkında fikrini sorunca günümüze ışık tutan ibretlik cevap vermiştir: “o kanlardan Allah (cc) ellerimizi korumuştur, (yani o zamanda yaşamadık ve o savaşlarda katılmadık) öyleyse bize düşen dillerimizi korumaktır”. Dolayısıyla şuurlu Müslüman bir birey özellikle Peygamberlerin, daha sonra da sahabiler, alimler, salih zatlar hakkında olumsuz konuşmaktan kendi dilini tutar. Onlara karşı edebi riayet eder. Sadece seçkin ve alimlere karşı değil dilini bütün Müslümanların mahreminden korur.

Bir büyük sofiye tasavvufun ne olduğunu sorulunca çok kısa ve ilginç cevap vermiştir. “Tasavvuf adaptır” demiş. Yani nezaketleri, edebin bütün mecmualarını, çeşitlerini riayet etmektir. Şimdi görüyoruz ki güya tasavvufa mensup olan kişiler ağızlarını açıp gözlerini yumuyorlar ve her kese hatta isim vererek laf atıyorlar. Bu nasıl tasavvufa mensubiyettir bilmem.

Aslında böyle bir metottan ibret almak lazım. Çünkü Sadi’ye: “edebi kimden öğrendin? Diye sormuşlar. “Edepsizlerden” diye cevap vermiş. “Bu nasıl olur mümkündür?” Demişler. Demiş ki: “onların yaptıklarını toplum benimsemediği için anladım ki yaptıkları ayıp ve doğru değil, böylece onların söz ve fillerinden kendimi aldım”. 

Tasavvufu, doğrusu Dervişliği Sadi Şirazi şöyle tarif ediyor: “derviş, elenmiş bir topraktır, biraz da içine su katılmıştır. Yalın ayak yürüdüğünde ayağın altı rencide olmaz. Aynı zamanda ayağın üstü tozlanmaz”. Bu tarife baktığımız zaman şimdi yumuşak huylu ahlakıyla insanları kendine çeken mutasavvıf kimseler nadir olmuş durumda. İlmi kitaplarımızda ilim ile birlikte edep de çok işlenmiş ve vurgulanmıştır. 

Edep konusunda şark kültürü ile garp kültürü arasında yer kök kadar fark vardır. Mesela garp kültüründe hocayı maaş alan bir işçi gibi görürken İslam kültüründe ise “kim bana bir harf öğretirse, kırk yıl onun kölesi olurum” gibi derin ve edepli bir anlayış hakimdir.

Konuşmamı Nabi’nin şiiri ile son vermek istiyorum. Peygamberimize karşı edepli olmayı en güzide, en beliğ şekilde anlatan bu mısralar olsa gerek. Bu şiirin hikâyesi her kes tarafından bilindiği için ben burada onu tekrar etmeden birkaç mısra şiiri ile yetineceğim.  

Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ'dır bu Nazargâh-ı İlâhî'dir Makâm-ı Mustafâ'dır bu

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil Amâdan içti mevcûdât çeşmin tûtiyâdır bu

Mürâât-i edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha Metâf-ı kudsiyândır busegâh-ı enbiyâdır bu

Edebi terketmekten sakın! Zira burası Allahu Teala'nın Habibinin beldesidir. Burası, Hak Teala'nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir; Muhammed Mustafa'nın makamıdır.

 Ey Nâbî, bu dergaha edebin şartlarına dikkat ederek gir. Sakın edebi basite alma. Burası, büyük meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin eğilip eşiğini öptüğü bir yerdir.

Program bir önceki ayda okunan hatimlerin duasıyla sona erdi.