Bir zamanlar Çin'in başında Ling-Yu adında bir yönetici bulunurmuş. Bu yönetici yükselmeyi çok severmiş. Bu yüzden halkın mazi ile hiç bir alakasının kalmamasını istermiş. Hatta bunun için bütün Çin’in eski kitaplarını eski kütüphanelerini yaktırmış. Öyle ki Çin halkı da onun tanrısallığına inanır olmuşlar. Derlerdi ki: "Ling-Yu, dünyada Allah'ın dehasından bir numunedir!" Kavga, gürültü çıkıp mahallelerin, köylerin asayişi bozulmasın diye afyon tarlalarını şenlendirip esrarı, haşhaşı, günah olmaktan çıkarmış. Devri rüyasız yorgun bir uyku gibi geçiyorlarmış. Herkes kendi dalgasında yaşıyor, "Dünya var imiş, ya yok imiş ne umurun!" felsefesi âdeta bir açık ve kesin yargı ediliyorlarmış. Fakat bir sabah imparatorun afyonu patlamış. Huzuruna bir görevli girmiş. Secdeye kapanmışı:

 - Efendimiz, başmüneccim geldi, mutlaka size bir şey arz etmek istiyor! demiş.

 İmparator Ling-Yu, zaten dehası sayesinde gelecekte ne olacağını bilirmiş. Dermiş ki: "Sebepleri doğru görebilenin neticede şüphesi kalamaz." Onun için baş müneccimden daima kendi tahminlerini dinlermiş. Şimdiye kadar o hiç böyle habersiz gelip bir şey söylememiş. Tuhaf, diye başını sallamış, acaba ne söyleyecek?

 - Gayet mühim bir şeymiş efendim.

İmparator düşünmüş. İşler tıkırındaymış. Öyle mühim bir şeyin oluşabileceği durum yokmuş.

 - Gelsin! buyurmuş.

 Huzura giren baş müneccim, resmî secdesinden kalktıktan sonra:

- Ah efendim, gayet korkunç bir felâket bizi tehdit ediyor! Demiş.

İmparator, dünyanın her şeyine ilişkin bilgisi tammış.  Görünürde savaş, kıtlık, ihtilâl, taşkınlık gibi bir şey yokmuş. Badem gözlerini süzerek:

- Yanılıyorsun! demiş.

- Hayır efendim, muhakkak bir felaket!

 - Savaş mı?

 - Hayır.

 - İhtilâl mi?

 - Hayır

- Ya ne?

- Bir yağmur, efendim. - Yani tufan!

- Hayır, yalnız yağmur...

 İmparator, değerli baş müneccimin saçmalayacağına ihtimal vermemiş. Tekrar onu bir süzmüş. Merakla sormuş:

 - Yağmur niçin bir felâket olsun?

- Bu yağmur çok sürecek!

 - Sürsün.

- Suyundan kim bir damla içerse deli olacak?

İmparator düşünmüş. Gerçekten felâket korkunçmuş. Çıkardığı sonuçta yanılıp yanılmayacağını baş müneccime tekrar sormuş. Zavallı âlim bundan son derece eminmiş. Korkusundan tir tir titriyormuş. İmparator sarayda hemen bütün görevliler toplamış. Günlerce tartışmalar, görüşmeler yapılmış. Nihayet daha bu uğursuz yağmur başlamadan sarayın bütün sarnıçlarının, küplerinin, vazolarının, mahzenlerinin önlem olarak temiz sularla doldurulmasına karar verilmiş. Aradan bir hafta geçmemiş, baş müneccimin haber verdiği yağmur hafif hafif yağmaya başlamış. Bir gün, iki gün olmuş dinmemiş, hızlanmış. Bardaktan boşanırcasına yağmış. Her tarafı sel almış. Âdeta minimini bir tufan! Baş münecciminin haber verdiği felâket gerçekten aynen ortaya çıkmış. Kim bu yağmurdan bir damla karışmış bir suyu içerse hemen çıldırıyormuş. On beş, yirmi gün içinde bütün halk çıldırmış. Yalnız imparatorla çevresindeki seçkin kişiler sarayda saklanmış sulardan içiyorlarmış, akıllarını başlarında tutabiliyorlarmış. Uğursuz yağmur dinmemiş. Memlekette çıldırmayan kimse kalmamış. Genellikle deliren halk, işi öyle azıtmışlar ki, artık ne görevliler , ne hâkimler saraydan sokağa çıkabiliyorlarmış. Bir curcunadır gidiyormuş. İmparatoru o vakit düşünmek almış. Bunun sonu ne olacaktı demiş? Evet bir kere deli olan artık akıllanamıyormuş. Zırdeli halk bahçe surlarının etrafında toplanmış, gece gündüz, akşam zurnalarla davullarla kulakları yırtan bir gürültü koparıyorlarmış:

 - Delileri bakın, yuha, yuha!..., diye saklanan sulardan içip akıllı kalanlara dillerini çıkarıyorlarmış.

Bir gün geldi ki, yiyecek filân temini imkansızlaşmış. Lâf anlayan, söz dinleyen kalmamış. İtaatin, vazifenin, büyüğün, küçüğün ne demek olduğu unutulmuş. Kanunlar şaka olmuş. İdare bozulmuş. Yağmurun suyundan içmeyip akıllı kalanların felâketi çok dehşet vericiymiş. Hayatları tehlike içinde geçiyormuş. Bir avuç kişi kalmışlar. Milyonlarca delilerin maskarası olmuşlar. Fakat "Ling-Yu” gayet akıllı, gayet ihtiyar bir imparatormuş. İşe yaramayan, zarar getiren akılın delilikten hayırlı bir şey olmayacağına inanmış.

 Bir sabah çılgın halkın tecavüzünden, eğlenmesinden ürkmüş çevresindekilere:

 - Herkesin içtiği sudan hemen içiniz! emrini vermiş.

Görevliler, hekimler, filozoflar, hâkimler:

- Aman efendim; akıllarımıza, ilimlerinize yazık olur, diye karşı gelmek istemişler.

 İhtiyar imparator:

 - Herkes deli olduktan sonra, birkaç kişinin aklına lüzum yoktur!... demiş. Uğursuz yağmurun sularında doldurttuğu ilk kadehi kendi içmiş. O anda ufukları sarsan kahkahalar atmışlar. Surun dışarısındaki curcunaya katılmışlar.

Gel zaman git zaman, bu genel curcunanın adı "sosyal düzen" olmuş. Halk içinde tekrar akıllananlar "deliler!" diye tımarhaneye tıkılmış. Ta işte o vakitten beri bütün hekimler, bütün filozoflar derlermiş ki: "Çinliler dünyanın en akıllı, en zeki, en sakin, en çalışkan bir milletidir!”