Aslında bu yazımı, hemen mübarek üç aylar ve Ramazan Bayramı sonunda hemen yazmayı ve yayınlamayı düşünüyordum. Ama maalesef yetiştiremedim. Malum Karaman’ımızda hepimizin bir köyü bahçesi var, tarla bağ bahçe deyince de bahar aylarında bol iş var demektir. Bizim yazımızda bu sebepten geç kaldı. Köylü çocuğu olduğumuzdan eş dost akrabanın hafta sonları gerek damlama döşeme gerekse mısır ve pancar arası sürmede elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalıştık. Bir yandan da kendimizde ilişeler, görevleri ve tohumları toprak anayla buluşturduk. İnşallah, olursa Allah’ım hep beraber yemek nasip etsin. Sizlere de yeri gelmişken hemen kamu spotumu yapıyım  “Toprakla sizlerde buluşun ki o üzerinizdeki negatif enerji kaybolsun,  o ilişe den yetiştirdiğiniz bir domatesin tadına bakmadan…”

Bugüne kadar yazmış olduğum yazılarda Karaman’ımızda yaşamış 70 bin erenle yattık 70 bin erenle kalktık. Hep yaşamış erenlerimizden ilham aldık, onlardan feyizlendik. Özellikle mübarek üç aylarda kendimde dahil hepimiz elimizi ayağımız bazı şeylerden çektik, ibadetlerimize ağırlık verdik. Bu süreçte de kendi adıma bazı gözlemlerim oldu. Bu gözlemlerim neticesinde gördüm ki, Cenab-ı Allah’ım bizlere sadece yaşamış erenlerimizin, evliyalarımızın, şehitlerimizin yüzü suyu hürmetine nimetlerini vermiyor. Günümüzde yaşayan gönül dostu, Allah dostu, Hatimler inen çocuklarımız o kadar çok var ki bunu özellikle bu yıl gördüm.

Mübarek üç aylarda o kadar çok olaya şahit oldum ki hangi birini anlatayım. Herhangi bir vakitte camiye gidiyorum, içeride çocuklar hatim iniyor, teravih namazında çoluk çocuk, genç yaşlı kaynaşıyor, sadaka zekat vermede herkes birbiriyle yarışıyor. Demek ki deriz ya bazı şeyler bitti tükendi, ama yanıldığımızı gördüm. Türk Milletinin içindeki o güzel duygular ilelebet hiç bitmeyecek ve devamlı yaşayacak.

Beni bu süreçte en fazla etkileyen ve bu yazıyı yazmama vesile olan olay ise; Karaman’ımızda yaşamış olan 70 bin erenin içine girmeye hak kazanmış olarak gördüğüm bir ablamızdan bahsetmek istiyorum. Bir süredir kızım ve bir gurup arkadaşı gönül seferberliğine başladılar. Muhtaç evlere yemek götürüyorlar (o kadar meşgaliyetli bir iş ki, yemek yapacak hayırsever evi buluyorsun, ikindinden o evden yemekleri alıyorsun, iftara yardıma muhtaç evlere yemek götürüp sofralarına eşlik ediyorlar) hasta ziyaretlerine gidiyorlar, düğünlere derneklere eşlik ediyorlar, çocukları giydiriyorlar. Sürekli bir hareket halindeler, bu faaliyetlerden dolayı da yüzünü az gördüğüm kızıma fırsat bulduk sıra soruyorum.

-Kızım, bütün bu yükün altından maddi ve manevi olarak nasıl kalkıyorsunuz,

-Baba, gönül işi hem de arkamızda bize destek olan öyle bir ablamız var ki bir görecen, diyordu.

Aklımın hep bir yerinde olan bu ablalarını çok tanımak istiyordum. Ramazan Bayramı benim için bir fırsattı. Ramazan Bayramının üçüncü günü hemen kızma dedim. – Kızım senin şu ablanıza da bir bayramlaşmaya gidelim, hem de tanışalım, dedim. Bu yazıyı hazırlayacağımda kendisinden izin aldığım fakat ismimi vermeyin diyen ablamıza Bayram ziyaretine vardık. Daha kapıyı açar açmaz o yüzündeki nuru, gülümseyişi ve tebessümü gördüm. Hemen müsaade isteyerek içeri girdik. Kendimi tanıtarak, kendisi gibi bir insanla, ne kadar çok tanışmak istediğimi dile getirerek, yaptıkları işten dolayı da iltifatlarımı sıraladım. Arkasından bir yazar merakıyla bütün bu işlerin üstesinden nasıl geldiğini sordum. Evladım diyerek söze başlayan ablamız anlatmaya başladı. Bu esnada da kızıma seslenerek, bu evin kızı sensin ikramlarımızı getir diyerek söze başladı.

-Evladım, ben bu işe on yıl önce başladım, o zamanlar bir dernek vesilesiyle yardıma muhtaç kimselere ulaşıyorduk. Zamanla birçok Sivil Toplum Kuruluşlarında gönül seferberliğimize devam ettik. Muhtaç kimselerin ayağına gittik, hastalarımıza ziyaretlerde bulunduk, yemekler dağıttık, kimsesiz çocukların başını okşadık, muhtaç çocuklara bayramlıklar aldık. Onlar mutlu olduk sıra bizlerde bir o kadar mutlu oluyorduk. Bu faaliyetleri yaparken birçok da açık kapı görerek, bu açık kapıları fırsata çevirenleri gördüm. Hem dernekten hem belediyeden hem de bir Sivil Toplum kuruluşundan aynı anda yardım alan insanları tanıdım. Belki de öbür tarafta hiç sesini duyuramayan muhtaç insanlar vardı. Onun için bu yardımların adaletli dağıtılması çok önemliydi. Resmî kurumlarla, muhtarlıklarla ve Sivil Toplum Kuruluşlarıyla arada mekik görevi yaparak öyle bir sistem kurduk ki, artık bir yerden yardım alan diğer bir yerden alamıyor, böylelikle muhtaç olan bir fazla kişiye ulaşılabiliyor. Yardımların birçoğunu kendi kişisel ilişkilerimle buluyor ve ilgili kurumlara yönlendiriyorum… Diyerek sohbetimiz bir süre daha devam etti. Tabi bu arada yardımsever birçok isim ve şirketimizin ismi geçti, hemen söyleyim içlerinden iki isim çok dikkatimi çekti, benimde şahsen tanıdığım iki genç arkadaşımızın yüreklerinin ne kadar geniş olduğunu gördüm kendilerinden ve diğer hayırsever vatandaşlarımızdan Allah razı olsun.

Bu ablamızdan ve genç bayanlardan yaptıkları gönül seferberliğinden dolayı Allah Razı olsun. Bu işler çok ağırdır hem taşıması zordur, hem de uğraşması… Gönülden gelmezse kimse dönüp bu işlere bakamaz. Ablamıza da dediğim gibi –Abla, bir şirket sahibi ya da hayırsever zekatını, sadakasını veya hayrını sizlere güvenerek dağıtın diye verir ve kurtulur. Ama, bu süreçten sonraki yapılacak o kadar çok iş var ki; araştıracaksınız, yardıma muhtaç kimseyi bulacaksınız, evine kadar gideceksiniz yemek/kıyafet/para olarak eline vereceksiniz. Bana göre yardımı yapandan daha çok ağır bir yükünüz var, dedim.

Şimdi, neden “İyilik Melekleri” dediğimi anladınız mı? Bu ablamız ve genç bayanlar iyilik meleği değildirler de nedir sorarım.

Müslüman bir Türk Toplumu olarak şuna inancım tam artık. “Türk Milleti var olduğu sürece ne iyilik Melekleri bitecek, nede 70 bin erenlerimiz bitecek, gün gelecek bu yaşayan Meleklerimizle, erenlerimizin sayısı seksen binlere, yüz binlere çıkacak inşallah”

Cenabı Allah’ım Yüce Türk Milletini; Bu güne kadar yaşamış erenlerimiz hürmetine ve yaşayan iyilik meleklerimiz hürmetine bütün şer odaklarından korusun(Amin)…