Ülkemiz, önümüzdeki dört yıllık dönemde iktidarın kim olacağını belirlemek üzere  çok önemli bir seçim sürecini bütün sıcaklığı ile yaşamaya başladı. Coğrafyamızın her bir köşesinden çok değişik simalar, söz konusu seçimlerde kendilerine meclise gidecek bir yol açma telaşındalar. Her kesimden insanımızın yarış halinde olduğu günleri yaşıyoruz. İşte demokrasinin güzelliği bu olsa gerek… Gönlünden ülkenin geleceğinde söz sahibi olmayı geçiren herkese bu kapılar açık, isteyen herkes (elbette seçilme yeterliliğine sahip olan) vekil adayı olarak sahneye çıkma şansına sahip durumda. Nitekim adaylarımız yarış için kıspetlerini giyip meydana çıktılar.

Demokrasinin güzelliği, ülke insanlarına böyle bir fırsatı sunmasında yatıyor. Burada anormal bir durum yok, olması gereken zaten bu… Ancak mevcut tabloda bizim dikkatleri çekmek istediğimiz ise biraz daha başka yönler olacak. Demokrasinin güzelliği olarak altını çizdiğimiz, insanlarımızın eşit fırsat ve şansa sahip bir şekilde seçimlerde aday olabilmelerinin acaba bazı olumsuz yönleri de olabilir mi? Ya da dikkatlerden kaçan bazı handikapları yok mu bu güzelliğin?

Tam da bu noktada, parlamenter adaylarımızın durumlarının, sahip oldukları özelliklerinin ve birikimlerinin önemli olduğunu belirtmek istiyoruz. Seçildikten sonra, kendilerinden beklenen ama ideal anlamda bir parlamenterden bekleneni karşılayabilecek yeterliliğe haiz olmalarının gerektiğine işaret ediyoruz. Elbette ülkenin dört bir yanındaki adayların tek tek özelliklerini ve kapasitelerini değerlendirmek gibi bir niyetimiz olamaz. Burada üzerinde duracağımız genel bir çerçeve çizerek değerlendirmeyi yapma işini, bu değerlendirme yapma yetkisine sahip olan gerçek iradeye yani halkımıza bırakmak en doğru olanı…

Burada çizmek istediğimiz genel çerçeveyi, sosyal psikolojinin önde gelen isimleri Justin Kruger ve David Dunning’in 1999 tarihli bir çalışmasına dayandırmak istiyoruz. Literatüre Dunning-Kruger Sendromu olarak da geçen “Kifayetsiz Muhterisler” adlı teori kapsamında milletvekili adaylarının değerlendirilmesinin faydalı olabileceğini düşünüyoruz. Ve elbette takdirini aziz milletimize bırakmanın gerekli olduğunu da biliyoruz.


Söz konusu teoride ana fikir, Türkçe bir deyim olan “Cahil Cesareti” ifadesi ile karşılık bulmaktadır. Cehaletin, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırmasıdır. Araştırmacıların yaptığı çalışmalar sonucunda bu durumdaki kişilerin bazı özellikleri ise şöyle sıralanmaktadır:
Niteliksiz insanlar, ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedirler.
Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
Bu kişilerin nitelikleri eğitim yoluyla arttırılırsa, niteliksiz olduklarının farkına varmaya başlarlar.

Dunning ve Kruger, görüldüğü üzere kifayetsiz muhterislerin kendi kapasitelerini değerlendirmekten ve eksikliğini teşhis etmekten aciz kişiler olduğunu ortaya koymaktadırlar. İşin ilginç yanı ise, bu kendini bilmezlik ve yetersizlik halinin özellikle kariyer ilerlemesi açısından bir olumsuzluk olarak görülmesi gerekirken “itici güç” haline geliyor olmasıdır. Şöyle ki, işinde çok iyi olduğuna yürekten inanan “yetersiz”, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan en küçük bir rahatsızlık duymayacaktır. Aksine bunu bir “hak” olarak görecektir. Böyle davranmak bir “uyanıklıktır” yetersize göre. Bu arada gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar, yaşamlarında “fazla alçakgönüllü” davranarak kendilerine haksızlık edecekler, öne çıkmayacaklar, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmayacaklar, kıymetlerinin bilinmesini bekleyecekler ve bilinmeyince de içten içe kırılacaklar ve kendilerini daha da geriye çekecekler ve ilgililerce muhtemelen “ihtiras eksikliği” ile suçlanacaklardır. Adaylar arasından değerlendirmeyi yapacaklar için de “kendine güvenen ve iyi sonuç alma olasılığı yüksek olan” yani “tuttuğunu koparan” tercih edileceğine göre, sonuçta kifayetsiz muhterisler her zaman ve her yerde hızla yükselecek ve daha yukarılara çıkacaklardır.
Burada kısmen anlatmaya çalıştığımız kıfayetsiz muhterisleri daha iyi tanımak için bu kişilerin nasıl davranışlar içinde olduklarına dair birkaç ipucu daha verelim:
Ekibinin orkestra şefi havalarına girer.
Çok gürültü patırtı çıkarır, çok şey yapıyormuş havası verir.
Koridorlarda hızlı hızlı ve düşünceli edasıyla yürür.
Ne olursa olsun, hazırlıklıymış, olacakları önceden biliyormuş gibi davranır.
Üstlerine karşı son derece kibar, altındakilere ise kötü muamele eder.
Astlarına kimin üst olduğunu hatırlatmayı sever.
İlk denemede başarısız olursa, başarısızlığının belgelerini yok etmeyi unutmaz.
Gerekirse başkasının sözünü tekrar etmek pahasına, toplantılarda son sözü mutlaka o söyler.
Araştırmacıların iddia etikleri ışığında etrafımıza baktığımızda acaba yanılıyorlar mı dersiniz? Eğer Dunning ve Kruger’in haklı olabileceğine yönelik bir düşüncemiz oluşmuş ise, önümüzdeki dört yılda bizi temsil edecek kişileri seçerken “kifayetsiz muhterislere” dikkat etmemiz gerektiğini de unutmamalıyız!
Sağlıcakla kalın!