Merhabalar efendim, hani demiştim ya 11 Ekim bizim evlilik yıl dönümümüzdü dile kolay. Tam altı sene devirmişiz evlilik yolunda. Bir görmeyen kardeşiniz olarak bu hafta hayat mücadelemin en çetini olan evlilik sürecimizi paylaşacağım sizlerle. Ben ilkokula giderken bir Levent öğretmenim ve Şifa öğretmenim vardı. İkisi de görme engelli ama dünyanın en tatlı çiftiydi benim çocuk gönlümde. Yine Mersin’in Gülnar ilçesinde tanıştığım Betül abla ve Ahmet abi. Onlarda görme engelli çiftti. Betül ablanın görmemesine rağmen çocuklarını yetiştirmesi, evi gül gibi çekip çevirmesi beni çok fazla etkilemişti. Diyordum ki hep: “Ben kendim gibi görme engelli bir insanla evlenmeliyim. Birbirimizi anlayabiliriz. Hayatı beraber göğüsleriz.” Hep eleştirildim bu konuda, İki kör nasıl evlenir? İki kör nasıl çocuk yetiştirir? Falan görme engellinin bir gören eşi var, arabaları da var. Eşi her yere onu götürüp getiriyor. Diye örnekler verilirdi en sert dillerle. Ama ben bakıcı istemiyordum. Nadem ben görme engelliydim ve madem hayatın bana getirdiği zorlukların farkındaydım öyleyse eşimde benimle aynı kaderi paylaşmalıydı. Elbette bunlar makul eleştirilerdi isterseniz birde makul olmayan saçma eleştirilerden bir kaç örnek vereyim: “İki kör nasıl bir evde oturacaksınız? İki kör aynı evin içinde birbirinizi nasıl bulacaksınız? Hadi evde yangın mangın çıkarırsanız?” Biliyorum, sizin bile okurken ruhunuz sıkıldı. Bu geniş örneklendirmeden sonra gelelim Köroğlu’yla Ayvaz’a. Yıl 2012 Ramazan ayı için Kocaeli’nin Çayırova ilçesine Kuran okumak için davet edildim. Çayırova Belediyesi’nin iftar organizasyonlarında Kuran-ı Kerim okur, dua eder, oradan Çayırova eşrafının gittiği Kuştepe isimli çay bahçesine götürülür, orada da geç saatlere kadar sohbetler ederdik. 26 Temmuz 2012 günü yine iftardan sonra Kuştepede sohbet ederken programı organize eden benim gibi görme engelli arkadaşıma: “Bana da bir kısmet buluvermedin” diyerek şaka yollu bir sitem gönderdim. Arkadaşım: Dur! Sana bir kısmet bulayım” dedi ve eline telefonu aldı. Bizim hanımla Ankara’da beraber körler okulunda okumuşlar. Tanıştırdı bizi telefonda. Yozgatlıymış bizim hanım. Kırıkkale’de ikamet ediyormuş ailesiyle. Telefonla yaklaşık iki yıl konuştuk. Benim bir işim olmadığından ailesinin karşısına çıkıpta kızlarını istemeye cesaret edemiyordum. Bizim telefonla konuştuğumuzu babası farketmiş ve: “Gelsinler, istesinler gereken anlayışı gösteririz” demiş. Aile büyüklerimizi soktuk araya ve Karaman’dan 13.12.2014 tarihinde Kırıkkale’ye bizim hanımı istemeye gittik. Çok iyi karşılanmamıza rağmen ben o günkü sitresimi ömür boyu unutamam. Hani kahveler içiliyordu ya işte ben o an resmen yukarıdan aşağı soğumaya başladım. Canım çekiliyor, ölüyorum sandım. Neyse ki kayınpeder kızı verdi. Öyle Karaman’dan Kırıkkale’ye kız istemeye de kolay gitmedik hani. En basit ve canımı acıtan örneği paylaşayım ki, öz dayımdan arabası istendi de arabayı vermedi mesela. O günkü sıkıntımı yazsam roman olurda nişanlılık süreci, sayılan günler, kurulan hayaller, kavgalar,  gürültüler derken düğün günü geldi çattı. Kız evi Kırıkkale’de kendi düğünlerini yaptılar. kalabalık ve seçkin bir kafileyle düştük Kırıkkale yoluna. Şener Dolaşık ağabeyin minibüsüyle, Halil Sarıtaş, Halil Yeşildal hocam, Mustafa Eren hoca, Hidayet Bozkurt babam ve ailesi, Tarık Canevi ağabey, cemaatimizden Mustafa Gülten dedem, rahmetli Tevfik Aydoğmuş dedemle Kırıkkale’ye ulaştık. Oradaki düğüne iştirak ettik. Ertesi gün gelinimizi aldık, gözyaşlarıyla Karaman’a geldik. Elin düğünü güle oynaya olur ama benim düğünüm hem garip, hem de rüya gibiydi. Hep dediler ki bizi sevenler: “Hafızım, değme zenginler senin gibi düğün

edemezler. Çok güzel bir düğünün oldu” dediler gözyaşlarıyla. ben sevincimi, evliliğimi, bu günlerimi hep hocalarıma, büyüklerime borçluyum. İşte şimdi Köroğlu ile Ayvaz, 4 yaşında kadife kafalı bir oğlanla geçinip gidiyoruz. Yazımın sonunda özellikle engelli kardeşlerime tavsiyelerde bulunmak isterim. Bir kere, kesinlikle bir işiniz yoksa, devlete sırtınızı dayayamadıysanız evlenmeye kalkışmayın. Her yerde işsizliğinizin ezikliğini taşırsınız. Hele de kızın başka kardeşleri varsa ve size rakip olan damatlarında işi gücü sağlam olursa bayram olur, seyran olur kayınbabanızın evine gitmeye utanırsınız. Diğer damatlara gösterilen her türlü ihtimam sizin ezilmenizi ve yaşamaya olan azminizi kaybetmenizi sağlar. Hele birde engelliyseniz her şeyden öte bir erkeğin evde oturması kadar zul bir imtihan daha yoktur bu fani dünyada. Son tavsiyemde bütün okurlarıma olacak, evlendiğiniz zaman eşinizde birbirinizi yeterince tanıdığınıza kanaat getirmeden çocuk yapmayın. Unutmayın, istisnalar elbette ki olsa da öyle iki gönül bir olunca samanlıklar seyran olmuyor vesselaaam...