Cihannüma Karaman Şubesi tarafından düzenlenen Pazar Sabah Namazı Buluşmaları devam ediyor. Bu haftaki sohbette Kur’an-ı Kerim’in Edebi Özellikleri konusu işlendi. Aktekke Camisinde eda edilen namaz sonrası Hatuniye Medresesine geçildi. Şükrü Özdemir Hoca’nın Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan program KMÜ Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Orhan Oğuz’un sohbetiyle devam etti. Orhan Oğuz Konuşmasında şunları dile getirdi.

Kur’an-ı Kerîm çok çeşitli yönlerden mucizevi bir kitaptır. Bu mucizelik Fesahat (lafızların akıcı olup kulağa hoş gelmesi) Belagatı (Sözün fasih olması ile birlikte söylenen yer ve zamana uygun olması), üslubuyla (Ne şiir ne de düz yazı), geçmiş ve gelecek haberleriyle, hükümleriyle kendini göstermektedir. 

Fakat Kur’an-ı Kerîm günümüzde sürekli olarak hükümlerle gündemde. Kur’an-ı Kerim hep bu yönü ile ele alındığı zaman zihinlerde onun sadece bir kanun kitabı gibi algılanmasına sebep olmaktadır. Fakat onun üstün bir edebi özelliği de var. Bu özelliğinin de zaman zaman dile getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ki böylece insanlar ona bir edebi zevk almak için de yaklaşsınlar. Çünkü insan sadece kurallarla çevrilmiş, hayatını kurallara göre yaşayan bir varlık değildir. Bu konuşmamızda Kur’an’a bu yönden bakacağız.

Şuara 193-195

نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ ﴿١٩٣﴾ عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ ﴿١٩٤﴾بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ ﴿١٩٥﴾

Onu ruhul emin (Cebrail) indirmiştir. Senin kalbine… uyarıcılardan biri olman için. Apaçık Arapça bir dille.

Burada hem uyarıcılık görevi hem de bu görevi yaparken kullanılacak dilin Mübin (apaçık, net, aşikar) olması Kuran-ı Kerim’in dilindeki edebi özelliğe de vurgu vardır. Çünkü yukarıda da zikredildiği üzere bir kelamının fasih ve beliğ olması için, hem sözün akıcı olup kulağa hoş gelmesi, hem de zikredilen yer ve zamana uygun olması gerekmektedir.
Kur’an-ı Kerîm’in edebi yönden üstün özelliklerinden birisi de kelimelerin yerli yerinde kullanılmış olmasıdır. Yani Allah mana için en doğru kelimeyi tercih etmiştir. Bu konu ile ilgili karşımıza teradüf ve furuk kavramları çıkmaktadır.

Teradüf: Bir kavramın farklı kelimelerle ifade edilmesidir. Örnek olarak bilmek kelimesinin  علم ve عرف ile ifade edilmesinde olduğu gibi. 

هويعرف هذا الموضوعO bu konuyu biliyor.

هو يعلم هذا الموضوعO bu konuyu biliyor.

İki cümlede farklı fiiller kullandık ama ikisini de aynı şekilde biliyorum diyerek tercüme ettik. Peki, aralarında anlam farkı yok mu? Başka bir örnek

هويعرف هذا الشخصO, bu şahsı tanıyor.

هو يعلم هذا الشخصO, bu şahsı biliyor.

Burada nisbeten bir anlam farkı ortaya koyduk. Bilmek ve tanımak. 

İte Furukkavramı kelimeler arasındaki bu tür anlam farklarını inceler. Yukarıda verilen cümlelerde birinci cümle عرف ile anlatılmış. Bu fiil yüzeysel bir bilgiyi ifade eder.
İkinci cümle ise علم ile ifade edilmiştir. Bu da derinlemesine bir bilgiyi ifade eder.

Fakat biz günlük hayatta kullandığımızda kelimeler arasındaki farkı gözetmeden kullanabiliyoruz. Hatta bu iki kelimenin ismi faili yani Türçedeki kavramıyla isim fiili عارف ve عالمdir. Ama Türkçeye tam zıt anlamı ile geçmiştir. Özellikle tasavvufi kavramlarda arif, alimden üstündür. Arif, bilen, vakıf, tanıyan, anlayışlı, kavrayışı mükemmel, irfan ve marifet sahibi anlamlarına gelir. Allah Teala'nınkendi zatını, sıfatlarını, isimlerini ve fiillerinimüşahede ettirdiği kimselere arif denir. Ama Arapçada bunun tersidir.

Bu fiillerin Kur’an-ı Kerîm’deki kullanımına bakıldığında şöyle bir sonuçlar ortaya çıkmaktadır. عرف fiili Allah için kullanılmamıştır. Çünkü Allah için yüzeysel bir bilgi düşünülemez. Sadece insanlar için kullanılmıştır ki insanların iç yüzünü bilmedikleri sadece yüzeysel olarak vakıf oldukları birçok bilgi vardır.  علم fiili ise hem Allah için hem de insanlar için kullanılmıştır. علم fiilinin insanlar için kullanılması insanların o konuda derin bir bilginin olduğunu veya olması gerektiğini ortaya koymaktadır.

عرف fiilinin geçtiği yerler

Mutaffifîn / 24 

تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّع۪يمِۚ ﴿٢٤﴾ 

Onların yüzlerinde nimetin parıltısını bilirsin /tanırsın. Burada derinlemesine bir bilgi yoktur. Bilinen sadece nimetin parıltısıdır.
Benzer ayet günahlarlar için de zikredilmektedir.

Rahmân / 41 

يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِس۪يمٰيهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاص۪ي وَالْاَقْدَامِۚ

Günahkarlar yüzlerinden tanınır. Alınlarından ve ayaklarından yakalanır.

Nahl / 83

يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟ ﴿٨٣﴾

Allah’ın nimetini biliyorlar. Sonra onları inkar ediyorlar. Onların çoğu inkarcıdır. Hitap Peygamberimize ve müşriklerin hallerinden bahsediyor. Allah’ın nimetini derinlemesine idrak edemiyorlar. Bilgileri sadece yüzeysel. 

علم fiilinin kullanıldığı ayetlerden bazıları.

Mülk suresi:

وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١٣﴾اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟ ﴿١٤﴾

Sözünüzü ister gizleyin ister açığa vurun. O göğüslerde olanı en iyi bilendir. Yaratan hiç bilmez mi? O latiftir. Her şeyden haberdardır.

Ayet Allah’ın bilgisinden bahsetmektedir. Onun için علم fiili ile gelmiştir. Burada tercüme ayette bildirilen bilginin derinliğini ifade etmemektedir. 

İnsan suresi

وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماًۗ

Bu fiilin insan için kullanımına gelince,

Tekvir / 81

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْۜ

Kişi hazırladığı (getirdiği) şeyi bilecektir. Ayet kıyamet sahnesinin anlatıldığı bir bölümde geçmektedir. Kişinin dünyada yaptıklarının tam olarak farkında olduğu bir andan bahsedilmektedir. Dünyada kişi yaptığı bir şeyi doğru zannedebilir. Ama ahirette durum değişmiştir. Buna işaret vardır.

Kalem 33

فَاَذَاقَهُمُ اللّٰهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٢٦﴾ 

Allah onlara, dünya hayatında rezilliği tattırdı. Ahiret azabı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi. 

Ahiret azabı hakkında herkesin bildiği şeyler var. Fakat bu ayette ifade buyrulan bu bilgilerin tam olarak farkında olunmayışıdır.

Cuma 9

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نُودِيَ لِلصَّلٰوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِ وَذَرُوا الْبَيْعَۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Ey iman edenler Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allahı zikretmeye koşun. Alışverişi bırakın. Bilseniz bu sizin için hayırlıdır.

Zikredilen kimseler müminlerdir. Müminler elbette namazın önemini bilmektedirler. Fakat niçin bu şekilde hitap edilmektedir. Fiil علم ile geldiği için durumun daha dikkatli olarak farkında olunması vurgulanmaktadır.

Buraya kadarki ayetlerde fiillerin farklı cümlelerde farklı şahıslarda kullanımını gördük. Allahüteala aynı cümlelerde müteradif (eş anlamlı ) kelimeler kullanmıştır. 

a) ﴿إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ﴾“Sizden birinize ölüm geldiğinde” 

b) ﴿إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ﴾“Onlara ölüm geldiğinde.” 

c) ﴿إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ﴾“Yakup’a ölüm geldiğinde…” 

a) ﴿إِذَا جَاءَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ﴾“Ölüm size geldiğinde...” 

b) ﴿اِذَا جَاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ﴾“Onlardan birine ölüm gelince.”   

Ayette aynı olay aynı cümlede fakat iki farklı fiille geçmektedir. Gelmek anlamında birleşen bu iki fiil arasındaki fark nedir. er-Râgıb el-İṣfehânîجَاءَ fiilinin daha geniş bir anlamı kapsadığını, ayrıca جَاءَ fiilinin, kastedilen bir şeyin elde edilmesi durumunda kullanıldığını belirterek  aralarında bir fark ortaya koymuştur.

مَوْتٌ /ölüm, جاء fiili ile kullanıldığı zaman ya bizzat ölümle ilgili veya ölümden sonrası ile ilgili bilgiler anlatılmaktadır. 

Bakara Sûresi (180)

كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْراًۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ ﴿١٨٠﴾ 

Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah'a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı. (180)

Ayette asıl konu ölüm değil vasiyettir. 

﴿وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّي إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الْآنَ وَلاَ الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا﴾

“Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.” 

Ayette anlatılan konu tevbe ile ilgilidir. Tefsirlerde de bu ayette tevbenin şartları ve tevbenin en son ne zaman geçerli olduğu açıklanmaktadır Sâmarrâî de ayette anlatılan hükmün ölüm ile ilgili değil tevbe ile ilgili olduğunu bu yüzden حَضَرَ fiili ile geldiği görüşündedir. 

﴿وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةً حَتّٰى اِذَا جَاءَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ﴾

“O, kullarının üstünde mutlak Ḥâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucumelekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.” 

Bu ayette ise konu bizatihi ölümdür. 

Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’deki cümle ve kalıpların tam olarak başka bir dile aynı duygu ve aynı derinlikte aktarılamadığı görülmektedir.

Meallerden genel birtakım ifadeler anlaşılsa bile edebi olarak mananın derinliği kelimelerin anlamının, cümle yapısının vb. hususların bilinmesi gerekmektedir. Bu yüzden, Kur’an- Kerîm okurken manasını da anlamak ve tam bir lezzet almak isteyenlere Arapça öğrenmelerini tavsiye ediyoruz.

Program yapılan dua ile sona erdi.