Dernek yönetiminden yapılan açıklamada; "İçinde bulunduğumuz 2017 yılı içerisinde kurulan derneğimiz teşkilatlanmasını tamamlamış olup yeni sezonu Kapadokya ve Kayseri'yi kapsayan geziyle açmış bulunuyoruz. Şehrimizde eksikliğini hissettiğimiz fotoğraf sergileri, söyleşiler ve gezilerle bundan sonraki süreçte aktif olarak faaliyetlerini sürdürecek olan derneğimizle ilgili etkinlikleri ve faaliyetleri www.larendefotograf.com internet adresinden takip edilebilir." denildi.  

Dernek üyesi Abdurrahman Boyacı'nın kaleminden, 1 Ekim 2017 Pazar günü gerçekleştirilen gezinin yazısı:

KAPADOKYA

Güzel şeyler anlat bana beyaz atlar ülkesinden

Dörtnala koşmalı alaca taylar

Alaca taylar- yelesi rüzgâr

Yelesinde kar…


Ceylanlar gezmeli yamaçlarımda

Papatya sarısı kırlar- bayırlar

Kelebek kervanı olmalı göçüm

Maviye yeşile öylesi açım

Gözlerim serçe kuşu

Gözlerim ürkek

Gözlerim yağmur

Gözlerim kısrak

Ve korkak tavşan koşarken ruhum

Sonsuzluk türküsü dudaklarımda

Bir çınar altında ve de son mola

Yorgunum, yorgunum

Yorgunum anla *1

Eylülün son gecesi düşüyoruz yollara

“Ulukışla Yolundan Orta Anadolu’ya” *2
Bir yolcu minibüsünde her yaştan on küsur fotoğraf sevdalısı. Üstat Feyzullah Tunç’un izinden, Üstat Emir Bağcı’nın rehberliğinde Kayseri Hürmetçi Çiftliği’ne yılkı atlarına gidiyoruz. Fotoğraf kursiyeri gençler ve Larende Fotoğraf Derneği üyesi bizlerde büyük bir heyecan fırtınası, zaptedilir cinsten değil üstelik.

Havalanıyoruz, kemerlerinizi bağlayın diyor genç seyyahımız Muhammaet Özpınar. Bir eli Afrika’da bir eli Afrupa’da 58.000 km yapmış bir fotoğraf ustası, dava adamı bir aktivist. Bir o kadar da şakacı, kıpır kıpır. Eli avuca sığmayan bir yaşama sevinci Maşallah diyoruz gönülden Yüz bin kere Maşallah.

Derneğimizin usta fotoğrafçılarından Fahri Dev ve lise öğrencisi oğlu Abdülkerim’de bizlerle beraber. Bir süre yol aldıktan sonra düşüyor başı koltuğa Abdülkerim’in. İnsanoğlu güvende olduğu yerde, bir ana kucağında uyur böylesine diyorum içten içe. Allahım diyorum, bizi yersiz yurtsuz ve vatansız bırakma.

İlk molamızı Aksaray’da bir tesiste veriyoruz. Ekim ayının ilk günü, gecenin üçündeyiz. Dışarıdaki taraçada çaylarımızı yudumluyor, hasbihâl ediyoruz dostlarla.”  Kedilerle aran nasıl? diyorum Emir Üstada. Maksadım kedi değil elbet en son ödül aldığı bir fotoğrafa nazire aslında. “Komşunun maydonazlarına uzanmış bir ara, şikayetçi oldu bir avuç maydanoz için, evim olunca ilk işim yeni bir kedi almak olacak” diyerek sitemini iletiyor bizlere.

Derken Hayvan Hakları Federasyonu “HAYTAP tarafından tertip edilen tüm sahipsiz sokak hayvanlarının da insanlar kadar yaşam hakkı olduğunu toplumla paylaşmak, sokak hayvanlarının güzelliğini, estetiğini ve duygularını ön plana çıkartmak, ‘Sokak Hayvanları’ ile ilgili toplumda farkındalığı arttırmak amaçlarına sahip olan; Larende Fotoğraf Derneği üyeleri Muhammet Özpınar’ın birincilik, Emir Bağcı’nın mansiyon ödülü kazandığı yarışmaya getiriyoruz mevzuyu.

“Buca sokak kedileri” diyor Muhammet Özpınar. Sevimli, yaramaz, hayat dolu kediler. Güzel gözleriyle usulca giriyorlar kadraja, hayata ve sokağa.

Bir kış gününde bir ayakkabıcı dükkânı, sobada kuru meşe çıtırtısı. Ayakkabı sandığı üzerinde keyif yapan bir sokak kedisi Emir üstadın kedisi yani. Ne güzel adamlarsınız diyorum, yürekten kutluyorum dostlarımı.

Anadolu Selçuklu Fotoğraf Derneği ASFOT üyesi Beyşehir Fotoğraflarıyla ünlü usta fotoğrafçı İbrahim Erdoğan’ı görüyorum bir ara. Fotoğraf sanaçısı Mustafa Binol mihmandarlığında aynı istikâmatte olacak yolculuğumuz. İbrahim Erdoğan’ın kış aylarında Beyşehir Gölünde kadraja almış olduğu ödüllü “Tamamen Beyaz” isimli fotoğrafını cep telefonundan gösteriyor Fahri Dev bizlere. Göl üzerinde bir geometri öğretmenin biçimlendirebileceği kadar keskin geomeriye sahip; karlı, küçücük buz parçaları üzerinde oltasıyla kocaman bir balık yakalayan bir balıkçı; maviyse mavi, beyazsa beyaz. Beyşehir gölünün güzellikleri ancak bu kadar anlatılabilir. Fotoğraf sanatçılarının memleket tanıtımına katkılarının önemini bir kez daha kavrıyor tebrik ediyorum.

Bir ara Muhammet Özpınar’ın cep telefonu açılış sayfasında bir fotoğrafa kaydı gözlerim. Belli ki Afrika’da çekilmiş bir insan portresiydi. Başındaki kovasıyla birlikte muhteşem bir yüz ifadesi, gözlerde hüzün. Hüznün yaşı kaçtı sahiden soramıyorum. Öfke değildi, yılgınlık değil. Yorgun değildi hatlar, intikam değildi soluğu. Karaydı saçları kara, kara, kara. Yüzündeki hatlar isnsana dair bir şeyler fısıldıyor anlayamıyordum. Tanzanya dedi Muhammet. Darüsselam’a hava alanına indik önce. Ardından 12 saat süren araba yolculuğundan sonra Luhoto. Kırsalda 2 saat süren bir taksi yolculuğu. Ardından uçurum kenarında 4×4 Jeeple yola devam edibildik.  Arabanın gidemeyeceği kadar sapa bir yolda 2 saat süren bir motorsiklet yolculuğundan sonra bir köye varıyor, su kuyunuz var mı diye soruyoruz. İki yıl önce başka bir aktivist grup tarafından yaptırılmış su kuyularının olduğunu söylüyorlar. Daha önce suyu nereden aldıklarını soruyorum deklanşörümdeki çocuğa, 6 km öteden diyor, bir seferde 10 litre. Gözündeki hüznün yaşını soracak oluyorum tekraren, soramıyorum.

Mola bitiyor yola koyuluyoruz. Minibüste çıt yok. Gece karanlığında dalıyor, dalıyoruz. Bir yılkı koşuyor dört nala. Sarıca yelesiyle, çatlacasına koşuyor uzaktaki kuyuya. Yelesi kara oluyor sonra, kocaman oluyor gözleri, beyazında kahverengi lekeler. Belliki çocuktan çalmış gözlerini kişniyor şafağı yırtarcasına. “ Yanlış yöne gidiyoruz galiba “ diyor arkadaşlar uyanıyorum.

Uçhisar, Ortahisar levhaları, ışıksız yollar. Aşıklar Tepesi diyor bir ara bir arkadaş. Epeyce bir süre geçtikten sonra yanlış rotadan dönüyor Kapadokya’ya Balonlara doğru Göreme’ye doğru yol alıyoruz.

Sabah namazını müteakip havalanacak balonları kaçırmaktan korka korka Göreme’ye varıyoruz. Kasaba kahvehanesi önünde sabah ezanı okunuyor. Bir müddet sonra Asfot ekibiyle birlikte asma altında çaylarımızı yudumluyoruz. Yudumluyoruz yudumlamasına ama, bir taraftanda Balon uçuşunu kaçırmaktan ödümüz patlıyor. Üstatlara saygısızlık yapmama adına bi şey diyemiyoruz. Sohbete dalmış millet hiç oralı değil. Hafiften can sıkıntısı yapıyorum. Neden sonra öğreniyoruz ki Balonların uçmasına 40 dakika kadar varmış. Yetişiriz diyor üstatlar.
Epeyce eğimli bir tepeye doğru yavaş yavaş tırmanırken Göremenin ışıl ışıl seyrine doyamıyoruz.

Balonlar kocaman kocaman balonlar. Şafağın alaca karanlığında alaz alaz yanıyorlar. Ne muhteşem manzara Yarabbi. Kapıyoruz makinelerimizi, basıyoruz deklanşöre. Aman Allahım o de ne ? Çektiğimiz fotoğraflar oldukça flu. Soruyoruz ustalara, ISO’ya dikkat diyorlar,ISO’ya dikkat ! Alev patlıyor bir balondan süzülüyor gökyüzüne. Tam patlarken basmak istiyoruz deklanşöre, yakalayamıyor bir dahakine diyoruz. Onlarca balon dolduruyor farkına varmadan gökyüzünü, işin püf noktasını yavaş yavaş kavrıyoruz. Makine şakırtısı, kahkaha sesleri. Selfiler, muhabbetler, fotoğraflar; iyi ki geldik diyoruz, iyi ki.

Göreme. Peri Bacaları

Bir masal dünyasında unutulmaz bir yolculuk doğrusu. Her bir ayrıntıyı fotoğraflıyor, dolduruyoruz hafıza kartlarımızı. Şarjımız biterse diye de hayıflanmadan edemiyoruz. Yılkı atlarına boş şarjlarla merhaba demek büyük bir trajedi olsa gerek diyerek telaşlanıyoruz.

Göreme’den ayrılıyor, yılkı atlarına gün batımında gidileceğinden Avanos’a doğru yol alıyoruz.

Avanos
Çarşı ve Hükümet Binalarını olduğu alanda iniyoruz minibüsten. Önce Türkiye’nin 2. Asma köprüsü iddiasında olan; 180 m uzunluğundaki Kızlırmak üzerine kurulan hafif salıncak gibi sallanmasıyla ünlü köprüye varıyoruz. Yüzlerce ördek günlük telaşı arasında arzı endam ediyor bizlere. Genç bir müzik grubu “ Yaşa Mustafa Kemal Paşa “ türküsü söylemekte. Yemyeşil bir park içerisinde uzunca bir yaya yolu. Bir su motor patlıyor ırmakta bir ara . Bir süre köprüde sallanıyor, keyifli dakikalar geçiriyoruz.

Kızılırmağın kuzeyinde yer alan, eski yerleşimin olduğu çarşıya dönüyoruz. Üst üste binmiş yapıların ihtişamında bir süre dolanıyoruz. Emir Hocamız, teorik olarak öğrendiklerimizi pekiştirme adına biz kursiyerleri, dağa yaslanmış dar ve dolambaçlı sokaklara davet ediyor. Vuruyoruz adımları yokuşa yokuşa. Sokakları taş kaplı, bazıları çatı altından devam eden, labirent görünümlü, “evlerdeki bir odaya kazma vurulduğunda başka bir evin odasına ulaşıldığı söylenen “ sokaklarda fotoğraf eğitimine devam ediyoruz. Genişce bir meydanda bir pınar. Yaşlı bir karı kocadan mütevvekkil iki mahalle sakini alüminyum güğümlere su doldurmakta. Selam veriyoruz. Hoş amediyle karşışıyorlar bizi. Kısa bir muhabbetten sonra sokak çeşmesi eşliğinde deklanşörümüze alıyoruz piri faniyi. Bakır güğümleri yükleniyor Abdülkerim doğru yaşlı teyzemizin mütevazi evlerine. “Bende Facebook yok ama komşuda var” diyerek çekilen fotoları görme arzusunu iletiyor yaşlı amcamız, hay hay diyor, ayrılıyoruz.

Sokakları görüntülemekten bitap düşmüş bir halde acıktığımızı hatırlıyor, çarşıda kalan Mustafa Binol Hocamızı arıyor, nerede yemek yediklerini soruyoruz. Konum atıyor bizlere. “Gönül Sofrasındayız “ . Emir Hocanın peşinden iniyoruz çarşıya. Gözümüz Emir Hocanın cep telefonundaki konum bilgisinde, bir süre yürüyoruz. Keskin bir “ U “ dönüşüyle lokantaya doğru yürürken ardımızdan geç kalan bir kaç genç kursiyer kestirme geçmek istiyor lokantaya “ Olmaz diyoruz, U dönüşü yapmadan olmaz “. Gülüşüyoruz.

Öğle zamanı, mideler zil çalıyor. Yöreye özgü toprak çanak içinde pişirilerek sunulan kuru fasülye. Nefis mi, nefis. Yanında efsane bir pilav tabağı. Elhamdülillah diyor, yılkılara doğru yol alıyoruz.

Hürmetçi Çiftliği

Dokuzpınar bölgesinde Şehir Merkezine 15 Km mesafede neredeyse organize sanayine birleşen alanda Ekim ayı olmasına rağmen yemyeşil otlaklarda otlanan manda ve sığır sürüleri karşılıyor bizleri. Bereketli topraklar üzerinde bir süre yol aldıktan sonra köydeki çiftliğe varıyoruz. Havanın çiseliyor olmasından kaygılanıyoruz önce. Çiftlik çalışanları uçsuz bucaksız meraya sürüyor yılkıları. Bir meydan muharebesi. Deklanşörler patlıyor peşi sıra. Toz duman kaplıyor ufku. Yağmur yağıyor üzülüyoruz. Kesiliyor yağmur umutlanıyoruz. “Şaha kaldır atı Ali Abi, şaha “ sesleri, elimiz makinede, bir oradan bir oraya koşuşturuyoruz. Yağmur yağıyor toplanıyoruz, açılıyor gökyüzü basıyoruz deklanşöre. İstediğimiz gün batımı bir türlü gerçekleşmiyor olamamasına rağmen fotoğraf çekmekten büyük hazlar alıyoruz. “Kabağın büyüğü heybede olur” misali boşaltıyor ne varsa gökyüzü üzerimize. Ayakkabılar malum, ayaklar malum, teknede hamur arabada çamur. İlk güz yağmurundan alıp nasibimizi doluyoşuruz minisübümüze.

Gecenin geç vakti dönüş yolundayız. Ereğli’de kısa bir çay molasından sonra evin önünde buluyorum kendimi. Elimde çamura batmış bir emekli yeleği, birazca kurumuş çamurlu ayakkabılar. Basıyorum zile. Dudaklarımda çocukça bir büzüş, kaşlarım çatık, gözlerim yerde. Kapıyı açıyor hanım gülerek hafifçe.” Sen hiç büyümeyeceksin koca çocuk “ diyor, usulca titretip omuzlarımı nazlanıyorum.

Bir peynir sıkması, bir bardak çay, bir ağrı kesici

Camız yoğurdu geliyor aklıma sonra. Hürmetçi Köyünde satılıyordu oysa. Azıcık hayıflanıyor, uzanıyorum.

Gün ola harman ola

Yeni güne merhaba”