Cihannüma Karaman Şubesi tarafından düzenlenen Pazar Sabah Namazı Buluşmaları devam ediyor. Bu haftaki sohbette Milad-i Nebi konusu işlendi. Yunus Emre Camisinde eda edilen namaz sonrası ÖNDER seminer salonuna geçildi. Kur’an-ı Kerim tilaveti ardından başlayan program KMÜ İslami İlimler Fakültesi Dr. Öğretim üyesi Nasseruddin Mazhari’nin sohbetiyle devam etti.

Nasseruddin Mazhari konuşmasında şunları dile getirdi;

Şu an Rebiyülevvel ayı hicri 1440. yılındayız. Sohbetimizi bir ayeti şerife ile başlamak isterim:

Allah (cc) Hz. Peygamberi ümmetine karşı şefkatinden dolayı şöyle tasvir ediyor:  “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir”.

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيم

Ahlaki ve her türlü rezaletin zirveye ulaştığı cahiliye döneminde Hz. Peygamber’in doğuşu karanlıkta bir güneşin doğuşuna benzemiştir. Cahiliye içinde yaşayan her türlü kötülük ve zulüm ve buhran içinde olan o insanlar için ab-ı hayatın fışkırmasına benzemiştir doğuşu.

Bu münasebet âlemi İslam’ın birçok yerinde kutlanıyor. Bazı ülkelerde biraz hurafe ile kutlansa da Türkiye ve diğer bazı diğer ülkelerde müspet bir yansıması olmuştur her zaman. Bu kutlamalarda asıl olan anlamaktır salt anmak değil. Nasıl anlarız peki? Kur’an ve sünneti seniyye ile Peygamberi tanımak anlamak mümkündür. Kur’an İslam’ın ruhunu teşkil ediyorsa sünnet İslam’ın iskeleti mesabesindedir. İmanı tazeleme, Kur’an okuma ve tekrar onun şahsiyet ve Risalet amaçlarını düşünme ve hatırlama vesilesi olduğundan hayırlı ve güzel bir sünnet olmuştur.      

Doğuşundan bu yana her kes, her ırk, her dil onun aşkı ile yanmış ve hislerini kendi dilleri ile aktarmışlardır. Şiirinde onu ilk defa öven ve vefatından sonra da çok etkili mersiye yazan Hassan b. Sabit olmuştur. Hassan b. Sabit 60 yıl cahiliye döneminde geçirmiştir. İslam’a şerefyâb olduğunda de 60 yıl İslam gölgesinde yaşamıştır.   

 Hz. Peygamber’in hayatı, öğretileri her kesimi etkilediği gibi Müslüman olan şairlerin hayatını da tam olarak altüst etmiştir.

 Cahiliye döneminde mersiye yazan, ağıt yakan, sevgilisinin diyarının yâdına ağlayan, savaş, asabiyet ve kabilecilik anlayışını şiirlerinde yansıtan şairler İslam’a müşerref olduklarında o kadar hayatları değişmiş ki incelediğimiz zaman bunu anacak bir Peygamber’in öğretileri değiştirebilir dersin.

Mesela şiirlerinde ağıt yakmada en meşhur olan Hansa es-Süllemiye idi. Bu hanım şairin Sahır ve Muaviye isimli iki kardeşi cahiliye döneminde kabile savaşlarında ölmüştü.

Özellikle de Sahır adlı kardeşini çok seviyordu. Sahır hayatında ona çok değer veriyordu, her türlü ihtiyacını gideriyordu. Savaşta öldürüldüğünde ise öyle yas tuttu ki ve öyle ağladı ki artık parmaklarla gösterilir hale geldi. Şair olan Hansa özellikle hislerini şiirlerinde yansıttı ve mersiye sanatında en zirve isim olarak bilindi. Uzun uzun kasideler, Şiileri yazdı. Hala cahiliye şirinde mersiye değince ilk akla gelen Hansa’dır.   

Hatta zaman zaman bu yas tutma onu intiharı düşünmeye kadar bile götürdü. Mesela bir şiirinde der ki: “etrafımda yakınlarına ağlayan diğer birçok insan olmasaydı ben kendimi öldürürdüm”.

ولولا کثره الباکین حولی           علد اخوانهم لقتلت نفسی

Bu şanslı hanım efendi Hz. Peygamber (s.a) ile karşılaştı ve iman etti. İman ve İslam Hansa’nın şahsiyetini öyle değiştirdi ki Kadisiye savaşında dört öz çocuğu şehit olduğunda ve ona haber ulaştığında bu cümle ile yetinmiştir: “onların şehadeti ile bizi şereflendiren Allah’a hamd-u sena olsun! inşallah onlarla cennette birleşeceğiz”.

Cahiliye döneminde kardeşleri için en acı ağıtlar yakan ve gece gündür ağlayan Hansa İslamiyet’e girince ağıt yakmayı tamamen bir kenara bırakmış ve bir dua ile yetinmiştir. İşte teslimiyet ve imanın timsali!

Hansa’nın ağıt yakmanın bir başka boyutu ise şunu gösteriyor: hanımlar, himmeti gayreti yüksek olan, kadınlara değer veren, ufak tefek işlerle uğraşmayan, ufku geniş olan erkekleri canı gönülden severler. Onlara bu şekilde kol kanat geren ve her türlü ihtiyaçlarını karşılayan erkeği kayıp edince çok üzülürler. Ama tersi olunca hiç hissetmezler bile.                 

Bazıları da milad-i nebi merasimini bidat olarak tanıtıyorlar. Aslının olmadığını dolayısıyla kutlamakla sevap değil de günah kazandıklarını söylerler. Her kutlu doğum haftasında bunu dile getirirler.

Bunu sahabe yapmamış, tabiin yapmamış deyip haram sayarsak böyle bir düşünce tarzı akıl ve mantığa terstir. O zaman onların yapmadıkları birçok ictimai ve siyasi faaliyeti terk etmemiz lazım.

 Sahabe, Hz. Peygamberin kutlamadılar biz de kutlamayalım, bu bidattir diyenler müzik ve kılıç oyunu ile Müslümanların en azılı düşmanını karşılamışlardı. Peki, böyle bir davranışı sahabe yapmış mıydı diye sorarsan ne cevap verecekler?

Çok gariptir ki mevlidi Nebiyi bidat diyen kesim kralların düzenlediği meşru olmayan birçok meclisi, birçok kutlamayı görüp sesini bile çıkarmıyor. Hatta insanlar itiraz edince veliyi emrin itaati farzdır diye milleti sakinleştirirler. Ama mesele Mevlidi Nebiye gelince bidat ve hurafe oluyor!

Daha vahimi Cemal Kaşıkçının ölümünü bile sahabe tarafından öldürülen bazı müşriklerin ölümü ile mukayese edenler de çıktı medyada. Bu nasıl bir anlayıştır. Din ile ticaret yapmaktan başka ne olabilir böyle bir anlayış! Hatta bu şekilde dini kullanan kimseler bedeni ile ticaret yapanlardan daha alçak mertebededir. Çünkü bedeni ile ticaret yapan din ile ticaret yapmıyor. Din ile ticaret yapmak her türlü pespaye işlerden daha pespaye ve alçaktır.   

Bir de bu kutlamanın dinin değişmez esasları ile alakası yoktur. bu bir fıtri meseledir. İnsan ictimai bir varlık olduğundan dolayı bu gibi konuları fıtratı ile sever, ona meyil eder. Biz görüyoruz ki Hz. Peygamber (a.s) akika, düğün ve benzer merasimlere teşvik etmiştir. Toplu davetlere katılmıştır. Sevincini birçok toplumsal merasimde göstermiştir.

“kim dinde olmayan yeni bir şey eklerse merduttur” hadisi ile istidlal eden aslında bu hadisin amacını bilmiyordur bence. Çünkü eğer yeniliklerin hepsi mutlak olarak yasak olsaydı her türlü konuda elimiz kolumuz bağlı olurdu. Bu hadisten maksat dinin esasları ve değişmeyen temel ibadetleri kastedilmiştir. Diğer güzel ve yansıması müspet olan sünnetler değil.

 Kur’an’ın toplanması, teravihin cemaat ile kılınması, Hz. Osman’ın zekatı toplamayıp her kesi zekat verme konusunda yetki tanıması, Hz. Ali’nin hilafet merkezini Medine’den Bağdada taşıması, Mushaf’ın basım evinde bastırılması ve benzeri birçok konu Hz. Peygamber (a.s) zamanında uygulanmamıştı ve tam yenilik sayılırdı. Ama İslam aleminde hiç kimse kalkıp bu yaptığınız şeyler bidattir, kötü bir çığır açtınız diye itiraz etmedi değil mi?

Bu gibi kutlamalar bir sarih Kur’an veya sünnet nassına açık bir şekilde aykırı değilse şer’i bakımından sıkıntılı sayılmaz. Çünkü bu türlü meselelerde asıl olan mubah oluşudur; yani helal olmasıdır.

Hatta bu gibi kutlamaları teyit eden birçok nas mevcuttur. Hz. Peygamber (a.s) bir hadisi şerifinde buyurur ki: “kim İslam’da güzel bir sünnet ortaya koyarsa (güzel bir çizgi çizerse) hem ona ecir vardır hem de onun ile amel eden kimseye ecir vardır”

من سن فی الاسلام سنه حسنه کان له اجرها و اجر من عمل بها

Ondan dolayı da alimler bidati ikiye ayırmışlardır. Güzel bidat, kötü bidat. Güzel bidatin temeli veya bir ucu mutlaka dine dayanır bir şekilde. Ama kötü bidatin yakından uzaktan din ile bir bağı olmaz.   

   Bilirsiniz Hz. Peygamber (s.a) Medine’ye ilk girdiğinde kızlar defler ve günümüzde bile meşhur olan bazı şiirlerle onu karşılamışlardır. O onları asla men etmemiş. Düğünde def çalmayı emretmiş ve Hz. Aişe (ra) ile habeşilerin oyununu izlemiştir. Yani Hz. Peygamber (s.a) bazı insanların düşündüğü gibi katı, her şeyi ters gözle bakan bir zat değildi asla

Hatta Hz. Ali’nin Nevruz günün kutlamasında bile Faluzec ismi ile yediğini nakletmişler tarihçiler. Hz. Muaviye bazı Farisilere Nevruz gününde hediyeler verdiğini yine alimler nakletmişlerdir. Bazıları da Nevruz kutlamalarında iştirak etmemişlerdir. Hediye de kabul etmemişlerdir. Dolayısıyla ihtilaflı olan konular bile haram sayılmaz. Kaldı ki kutlu doğum günleri birçok hayır ve hasenata sebep oluyor.    

Balkan ve diğer bazı İslam beldelerinde baskı ve işgal dönemlerinde bu gibi dini-kültürel münasebetlerle İslam’ı taze ve canlı tuttukları bir gerçektir. 

Program yapılan dua ile sona erdi.