Cihannüma Karaman Şubesi tarafından düzenlenen Pazar Sabah Namazı Buluşmaları devam ediyor. Bu haftaki sohbette Olaylar Karşısında Müslümanın Durumu işlendi. Aktekke Camisinde eda edilen namaz sonrası Hatuniye Medresesine geçildi. Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan program KMÜ İslami İlimler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nasseruddin Mazheri’nin sohbetiyle devam etti. Nasseruddin Mazhari Konuşmasında;

Müslüman Uyanık olur, kandırılmaz

Değerli dinleyiciler! Hayırlı sabahlarınız olsun. Yine bu bereketli zaman ve mekânda bizi buluşturan Allah (c.c)’a hamd ve sena olsun! Bu günkü sohbetimizde olaylar karşısında Müslümanın nasıl olması gerektiği konusunda birkaç hadisi şerif nakledeceğiz. Bu konuda Hz. Peygamber (a.s) çok meşhur bir hadisi vardır. “Müslüman bir delikten iki defa ısırılmaz”(Buhari, Edep) bu hadisi şerif Müslümanın olaylar karşısında aklını kullanan, neticeleri gözeten olması gerektiğini bize hatırlatır.

Müslümanın basar sahibi olması yetmez, basiret sahibi olması lazım. Basiret, gönül gözüdür, ferasettir, zekâdır. Allah’ın ona bahşettiği bütün melekeleri kullanmalı. Aklını, fikrini, düşüncesini en üst seviyede doğru bir şekilde kullanabilmeli. Dünyayı tanımalı, düşmanların kurdukları planlarını, çizdikleri haritayı kestirebilmeli. Bunların hepsi iman ile birleşirse o zaman nur üstüne nur olur.

Bu özellikler gerçek bir müminin özelliğidir. Bu şekilde olan bir Müslüman basiret sahibi olur, en zor anlar ve zamanlarda doğru karar verme potansiyele sahip olur. İşte böyle Müslümanı Hz. Peygamber (s.a) feraset sahibi olarak nitelendirmiştir. “müminin ferasetinden sakının, çünkü o Allah’ın nuru ile bakar” buyurmuştur.

Hz. Peygamber (s.a)’in hayatı bu konuda bize en güzel örnek teşkil eder. Mekke’de yaşadığı halde etrafındaki devletleri, toplumları derinlemesine bilen bir Peygamberin mensuplarıyız. Dolayısıyla kendimizi, etrafımızı çevremizde olup bitenlerden haberdar olmadan yaşamak bir Müslümana asla yakışmaz. Dünya olaylarından bigâne, bihaber yaşayan toplumlar yok olmaya mahkûmdur.   

Şu anda başımıza gelen bütün felaketler gafil olmamızdan kaynaklanıyor. Biz başımıza gelen felaketlerden her zaman garazlı kâfirleri sorumlu tutarız. Bu artık bir adet haline gelmiştir. Tabi ki onlar bize karşı her zaman plan kurmakla meşgul. Ama o planların birçoğunu uygulayan, hayata geçiren gafil, cahil, basiretsiz sözde Müslümanlardır.

Terör örgütleri ve garazlı, kindar kâfirler de her zaman ahmak, cahil, hep duyguları ile hareket eden kimseleri kullanır. Anacak bu kesim bu tuzaklara kurban olur. Onun için bu zamanda bilmemek, gafil olmak, bilmiyordum, kandırıldım demek asla mazeret olamaz.

Allah (c.c) de fetret döneminde yaşamış ve hiç Peygamber ve öğretilerini görmemiş kimseleri sorumlu tutmaz. Öğretileri ile karşılaşmış ve Peygamber görmüş kimselerin hiçbir mazereti olmaz. Özellikle toplumu ve Müslümanları ilgilendiren meselelerde hata yapmak af edilemez derecede tehlikelidir. Düşmanlar bizi en zayıf yerimizden vurmak isterler her zaman. Bu zayıf yerimiz salt duygularını kullanan gafil, cahil insanlarımızdır.

Sadece duygusunu kullanan veya sadece aklına dayanıp vahyi, İslam’ın çizdiği kırmızıçizgileri düşünmeyen Müslüman da doğru yolu bulmaz, felaha ermez. Akıl göz mesabesindedir. Ama göz karanlık gecelerde görür mü? Asla göremez. Metafizik konularda akıl için karanlıklar demektir. Karanlık bir madeni düşünün, madencilerin şapkalarında lamba vardır; o karanlıklarda kayıp olmamak ve madeni bulmak için ışığa ihtiyaçları vardır. Vahi de akıl için karanlıklarda ışık veren lambaya benzer. Hem toplumsal hem de siyasi konularda Müslümanın uyanık ve müteyakkız olması şarttır. Düşmanı ile dostu ile nasıl davranacağını bilmeli. Aklını fikrini hiç kimseye kiraya vermemeli.

Sadece duygularını kullanan kimse sonunda ahmaklığa doğru gider ve düşmanların maşası haline gelebilir. Şu anda intihar saldırıları yapan ve kendisini Müslüman diyen kişiler Mevlana’nın tabiri ile ahmaktırlar. Artık aklını fikrini kiraya veren kişi ıslah, iflah olamaz. Mevlana der ki böyle

İnsandan ancak kaçacaksınız başka çare yok demektedir. Mesnevinin başka yerinde Hz. İsa’nın ahmaktan dağlara doğru kaçtığından bahsetmektedir. Birisi Hz. İsa’ya: “niye kaçıyorsun? Sen ki ölüleri diriltir, anadan doğan körlerin gözlerini açarsın, daha nice mucizeler gösterirsin, bu telaş ve kaçış de ne?” diye sorunca, Hz. İsa der ki: “ahmağı ahmaklık hastalığından kurtarmak için bildiğim bütün duaları okudum, baktım ki asla fayda vermedi. Dolayısıyla kaçmaktan başka çare bulmadım”. Hikâyenin sonunda Mevlana der ki: “ahmaktan Hz. İsa’nın kaçtığı gibi kaç. Çünkü ahmak ile haşir neşir olmak çok kan dökmüştür, çok fitne ve fesat ortaya çıkarmıştır”.       

Diğer bir yerde Mevlana ahmak kişilerin dostluğunu ayının dostluğuna benzetir. Ahmak dost fayda verme amacı ile hareket ederken dostuna yüzde yüz zarar verir. Ayının dostunun alnından sineği kovmak için büyün bir kaya ile başını ezmesi gibi. Bu bağlamda İslam ve şeriat adına hareket eden aşırı radikal kesim İslam’a fayda sağlayacağız derken farkında olmadan İslam’ın köküne kibrit dökmektedir. Sadece İslam’a zarar vermekle kalmayıp, İslam aleyhtarlarının maşası haline gelmektedirler. Mevlana bu bağlamda der ki:

دوستی بی خرد چون دشمنی است    حق تعالی زین چنین خدمت غنیست         

 “Ahmak kişinin dostluğu düşmanlığa benzer. Allah (c.c) böyle dostlardan bizar ve beridir (asla böyle dostlara ihtiyacı yoktur)”.

Bugün İslam, akıllı düşmanlarından çok, cahil dost ve müntesiplerinin saldırılarına maruz kalmıştır. Şiddet ve terörü cihad zanneden cahil güruhlar İslam ve Müslümanların yüzünü karartmışlardır. Bunların zararları sadece İslam dünyasına münhasır kalmıyor, batıdaki İslamofobya endüstrisinin çarkını da bunlar döndürmektedir.    

Hakkın, hakikatin, adaletin, şefkatin, merhametin olmadığı, insana değer verilmediği, İnsan onurunun ayaklar altına alındığı, kadınların aşağılandığı bir toplum İslam toplumu sayılır mı? 

Program yapılan dua ile sona erdi.