Cihannüma Karaman Şubesi tarafından düzenlenen Pazar Sabah Namazı Buluşmaları devam ediyor. Bu haftaki sohbette ‘Çok insan çok hesap’ konusu işlendi. Aktekke Camisinde eda edilen namaz sonrası Hatuniye Medresesine geçildi. Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan program KMÜ İslami İlimler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nasseruddin Mazheri’nin sohbetiyle devam etti. Nasseruddin Mazhari Konuşmasında;

Değerli dinleyiciler! Hayırlı sabahlar; Hatuniye Medresesine hoş geldiniz. İnşallah medrese kıyamet günü bizim lehimize şahitlik edecektir. Çünkü burada baya zaman geçirdik, manevi atmosferinden istifade ettik. İhlaslı olduğumuz sürece bizim lehimize şehadet verecektir inşallah. Yeryüzünde insan uygu veya uygunsuz davranışlarda bulunduğunda o mekân aleyhinde de şehadet edecektir. Ahiret hayatı başka bir hayat olduğundan insan olağan üstü şeylere şahit olabiliyor.

 Hatta insanın azası aleyhinde şahitlik yaptığında azasına yani eline, ayağına, diline vesaireye kızıp diyor ki: “niye aleyhimde şahitlik yaptın” onlarda: “Allah (cc) bizi dile getirdi, öyle zat ki her şeyi dile getirir, bizi yaratan odur”.   Buradaki sütün, her bir kerpiç, her bir taş iyilik ve güzelliklerimize şahit edecektir inşallah. İnsan bir yeri çok gördüğü zaman veya çok zaman geçirdiğinde onun ile duygusal bir bağ kuruyor. Biz de bura ile bir duygusal bağımız vardır. Ben her geçtiğimde durup bu kapıyı bakıyorum, nakışlarını, desenlerini inceliyorum. Mekânında onun ile bir bağı oluşur ama kendisi belki bunu hissedemez. Kıyamet günü şahitlik yaptığına göre manevi anlamda bağ kurar insan ile. Ya ondan hoşnut olur veya ondan nefret eder.

 Bu günkü sohbetimizi her zaman olduğu gibi bir hadisi şerif ile başlamak isteriz. Yine sohbete geçmeden önce şunu da hatırlatmak isterim ki sohbet esnasında aklınıza gelen güzel bilgiler, tecrübeler olursa mutlaka paylaşalım. Çünkü bazen konuşmacının konuşması dinleyiciye çok güzel, ince ve derin anlamlı manalara, bilgilere götürebilir. Onarı söylememek, gizlemek bir nevi cimrilik olur. Söylersek nafaka olur. Çünkü nafaka sadece madi şeylere mahsus değil, her türlü şeyi kapsar. Onun için Cenabı hak şöyle der: “onlara verilen rızıktan nafaka ederler”. Başka bir faydası daha var. O da “müsademeyi efkârdan barikay-ı hikmet doğar” demiş bir mütefekkir.

Hz. Peygamber (as) şöyle buyurur: “kişinin her duyduğunu söylemesi, dile getirmesi ona yalan olarak yeter”. Bu hadisi şerifte Hz. Peygamber (as) müminin müteyakkız, uyanık olması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Özellikle de konuşurken sözün kaynağına dikkat etmek zorundadır. Uyanık olmayan Müslüman her türlü kuyuya her türlü hileye kapılır; kandırılır, kullanılır. İnsanlar onun şahsiyeti ile parası ile oynarlar. Nitekim oynuyorlar gözümüzün önünde.

Hz. Ali (ra) birisini kadı olarak tayin ettiğinde ona şöyle tavsiyede bulunmuştur: “birisi bir gözü oyulmuş vaziyette sana gelirse karşı tarafı dinlemeden, görmeden onun lehine hükmetmeyeceksin; çünkü bu kişi karşı tarafın iki gözünü oymuş olabilir”.    

Hadis literatüründe kile, (denildi),  Yukalu, (denilir ki) enne reculen kale (bir kişi dedi ki), diyorlar ki gibi ifadeler Tamriz sıygası demişler. Yani sıkıntılı, kesin olmayan sıygalar demektir. Ondan dolayı rivayet ilminde bu gibi sıygalara itibar edilmemiştir. Hadis senedinde böyle ifade geçtiğinde onu direkt olarak zayıf hükmü vermişlerdir. Böyle rivayetlerde meçhul kişi var diye itibar etmemişlerdir. Bu gibi ifadeler genelde menakıp kitaplarında geçmektedir. Ondan dolayı da menkıbeler dinde isnat ve delil sayılmazlar. Mesela Fariduddin Attar’ın Tzkiretu’l-Evliya adlı kitap böyle ifadelerle doludur.     

 Bu çağda müteyakkız, bilinçli olmayan Müslüman düşmanların maşası haline gelebilir. Kendisi bunu fark edemez bile.  Kalemi ile, canı ile malı ile onların hizmetine girebilir.

 Nitekim binlerce hamaset sahibi gençler Avrupa’dan Afrika’ya kadar Müslüman düşmanlarının hedeflerinin gerçekleştirmektedirler. Ama kendilerine sorsan cihat yapıyoruz derler. Bokoharam; Kaide, Daeş; Nusra, Taliban’a katılan dünyanın her bir yanından genç var. saedece Afganistan’da 168 Terör örgütü faaliyet yapıyor. Dünyanın neresinde terörist varsa mutlaka Afganistan’da bir bürosu, dalı budağı vardır. Onların anlayışına göre cennete giden yol oradan geçiyor. Onların vahşetini yaymak onlara doğrudan hizmet etmektir aslında. Bunun farkında olmayan binlerce genç var. Onların vahşetlerini yaymak, paramparça olmuş insanların görüntülerini sosyal medyada paylaşmak onlara hizmettir. Onlar zaten bunu istiyorlar. Vahşet saçmak, şiddeti yaymak ve insanları korkutmak onların birinci hedefidir.

Tabi ki bunların iaşe ibatesini dış istihbarat yapıyor, o konuda hiç şüphe yoktur. Ama şunu unutmayalım ki bu terör örgütlerinin elemanlarının yüzde 90 civarını bilinçsiz insanlarımız uluşturuyor. Bu konuda dış istihbaratın hiçbir kaybı olmaz. Kim ölürse, öldürülürse onlar için hava hoştur.

 Lanet okutmak için da olsa şehvet uyandıran veya günah olan bir şeyi paylaşmakta doğru değildir. Sen paylaşmasaydın kimse bilmezdi. Sen paylaştığın için her kes baktı, gördü. Dolayısıyla hizmet yapayım derken farkında olmadan fahşayı veya şiddeti, nefreti yaymış oluyorsun. Nitekim Allah (cc) bu konuda genel bir ifade kullanıp şöyle diyor: “İnananlar arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”. bu “fahişe” kelimesi geneldir. İnsanların bilmediği, görmediği kötü bir şey varsa onu insanlarla paylaşmak, o pisliğin bilmelerine vesile olmak da aslında günahtır. Varsa bir pislik ve rezalet onu yaymamak lazım. 

Müslümanların böyle bilinçsiz bir şekilde birbirlerine taş atması, propaganda yapması gemiye sızan suya benzer, en tehlikeli de bu sızan sudur. Çünkü bu içerdeki su gemiyi batırır. Dışardaki su ise yüzdürür, hareketi daha da harekete sebep olur. Müslümanın yaşamı da aslında bu tufana karşı hareketidir. Yoksa durgunlaşır, pasif hale gelir.   

Böylece ameli ve sözlü olarak Müslüman kimsenin aleti olmaz. Bazen evimize otururken bile farkında olmadan onların tribünü haline gelebiliyoruz maalesef.

 Buna da son derece dikkat etmeliyiz. Neyi paylaştığımızı, niye paylaştığımızı, paylaştığımız veya beğendiğimiz sözlerin, resimlerin, ifadelerin gerçekleri ne kadar yansıttığını iyice düşünmeliyiz.

 Çünkü biz kendi elimiz ile amel defterimizin bir kısmını yazıyoruz. Kayıt altına alıyoruz. Nereye gittiğimizi, ne yaptığımızı, yazıyoruz birçok defa. Konum atıyoruz, selfi çekiyoruz, ibadetlerde bile artık moda olmuş durumda bu mesele.     

Bin düşün bir konuş. Bu hem konuşmayı hem de günümüzde sosyal medyadaki paylaşımlarımızı kapsamaktadır. Her duyduğumuz şeye inanmadığımız gerekirken sosyal medyada her gördüğümüz şeye de inanmayıp iyice araştırmalıyız. Paylaşmak daha tehlikelidir. Özellikle emin olmadan paylaşmanın vebali çok büyüktür.

Ama bu sosyal medyayı hiç kullanmamak veya da korkak olma anlamına gelmemeli. Olaylar karşısında duyarsız olup hiçbir şey olmamış gibi davranmak da iyi değildir. Varlığımızı hem gerçek âlemde hem sanal âlemde yani sosyal medyada göstermeliyiz. En kritik anlarda bile taraf tutmayan korkak davranan insanlardan hayır gelmez. Bana ne? Yarın ne olacak? Böyle yazsam şöyle olur belki? Diye korkmak Müslümanın tavrı olmamalı. Şimdi bu konuda bir yazarın yazdığı bir iki paragrafı size okumak isterim:    

“Değerli dinleyiciler! Günümüzde sosyal medya sele benzer. Dikkat etmediğimiz zaman önünde sürükle gideriz. Bizi öyle sürükleyip götürür ki uyandığımızda birçok vadiden, dereden geçmiş oluruz. Bin pişman oluruz ama nafile. Zihnimizi, duygularımızı çok yanlış bir tarafa yönlendirebilir. Medya sahiplerinin gayelerini, kimliklerini, siyasi ve ideolojik makaklarını bilmeden onlara katılırsak telafisi olmayacak şeyler işleyebiliriz.

Bir saniye bile sürmeyen bir tıkla paylaştığımız bir resim veya söz, binlerce hatta milyonlarca insanın hayatında iyi veya kötü bir etki bırakacaktır. Bu etkiler de bizim amel defterimize hayır veya şer olarak muhakkak yazılacaktır. İki melek insanın sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadır. “İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen, yazmaya hazır olan bir melek bulunmasın””(Kaf, 50/17-18)

Takipçilerimiz, beğenilerimiz ne kadar artarsa artsın bizi takip eden iki meleği hiç unutmamak gerek. Belki internet explorer geçmişini silebiliriz, hatta hard diskimizi bile yok edebiliriz ama meleklerin kayıt defterlerini asla silemeyiz.

Onları sahte hesaplarla asla yanıltamayız. Hiçbir hacker, onların şifrelerini kırıp bilgilerini silemez. Onların kota sorunu yoktur. Bağlantı sorunu da yaşamazlar. Şikâyet edemeyiz, engelleyemeyiz.

Ayette bahsi geçen amel defterini, bu dünya hayatında yaptığımız iyi ve kötü bütün işlerin ve sözlerin eksiksiz ve hatasız olarak kayıt altına alındığı bir uygulama olarak tarif edebiliriz. Bu kayıtlar, davranışlarımızı, olaylar karşısındaki tavırlarımızı, sözlerimizi içerdiği gibi niyetlerimizi de kapsamaktadır. “Vay halimize bu nasıl bir kitapmış, küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş.” (Kehf, 18/49)

Hayatımızın hiçbir ânı, hiç bir sözümüz, hiçbir hareketimiz bu kayıtların dışında kalmayacak, kıyamet günü insanlar hesaba çekilirken amel defteri tüm yapıp ettiklerimizi ortaya dökecektir. Elbette ki internet ve sosyal medyada yaptıklarımız, geçirdiğimiz vakit de bu defterin içerisinde kayıtlı olacaktır. Amel defterimizde sosyal medya hayatının kaplayacağı alan doğal olarak bizim orada geçirdiğimiz vakitle orantılıdır. Yani günlük ortalama birkaç saat sosyal medya ile vakit geçiren bir insanın amel defterinde internetin yeri oldukça geniş olacaktır. Unutmayalım, kıyamet günü gerçek âlemde yapıp ettiklerimizden daha fazla sanal âlemdeki hayatımız başımıza bela olabilir. Çünkü gerçek hayattaki insanlardan başka, sanal hayatta, sosyal medyada ilişki kurduğumuz binlerce insanla da kıyamet günü hesaplaşacağız.

Ne kadar çok insan o kadar çok hesap demek. Nüfusu bini geçmeyen bir kasabada yaşıyor olabiliriz ancak internet aracılığıyla milyonlarca insana ulaştığımızı da unutmayalım.”.