“Ne varmış ki birader karaman’ın halinde? Yolsa yol, havaysa hava, iş ise iş. Her bir şeyimiz var Allah’a şükür daha ne?”

            Karaman’da doğmuş ve büyümüş olanların ya da uzun zamandır bu şehirde bir vesile ile kalakalmış ve bu şehri benimsemiş olanların ilk verecekleri tepki bu olsa gerek. Onlar ki şehrin sahipleri, müstağni esnafları, kanaatkâr memurları, nimet bilir sakinleri oluşları vesilesi ile bu bilindik tepkiyi veriyor oluşları son derece tabii ve manidardır.

           Oysa gerçek olan şey, gönüllerin ve bakışların dili ve de sosyal medya denen yalan rüzgârında savrulan tınaz misali sözlerin arkasında yatan duyguların çizdiği resim hiç de öyle değil sanırsam. Haa, benim fikrimi sorarsanız neredeyse yirmi yıldır bu şehri mesken edinmiş bir Konya’lı olarak tabi ki burada olmak her şeye rağmen şükür vesilesi ki hala kalmak taraftarıyım.

            Peki, ne o zaman durup dururken şehirden yana insanı işkillendiren, içimize kurt düşüren hissiyat ile bir an duraksatan, ne var acaba der gibi bakmamıza ve de “lan yoksa bilmediğimiz bir şey var da ayakta mı uyuyoruz” diyen bir zehaba kapılışımıza vesile olan bu yazının ifade ettiği şey?

           Mevlana Kalkınma Ajansı tarafından yapılan Konya-Karaman Yaşam Memnuniyeti Anketi 2014 yılı verilerine göre şehrin sakinleri ülke ortalaması ile(ort. %60 seviyesinde) hemen hemen aynı ölçüde memnuniyete sahip görünüyor. “Bu sonuçla her on kişiden dördü memnun olmadıklarını beyan etmişlerse de onlar ne yaparsan yap bir türlü hoşnut olmayan muhalif kesimdir, kaale almaya bile değmez, çokta tın! ” gibi bir lüzumsuzluk yapacak değilim.

            Benim anlatmak istediğim başka bambaşka bir şey. Hülasa Karaman özelinde madalyonun arkasını çevirirseniz şehirden memnun olmak başka;  oysa şehirde huzurlu, tatmin olmuş, müreffeh, gönenmiş ve de mutlu bir halde yaşıyor olmak başka bir şeymiş gibi adeta.

           “Kime sorsanız…” demeyeceğim ama hatırı sayılır sayıda insanın, amirin, memurun, iş adamının, belki de dışarıdan gelmiş esnafın “Bu şehirde bir dakika bile durasım yok. Hele hele bunca dedi kodu, kıskançık, adam çekememe, kıymet bilmeme, iş bilmez adamları söz sahibi yapma vs vs…” gibi serzenişlere muhatap olmaktasınız.

            Sokağa çıkıp şehir insanına sorsanız,“Validen yana bir sorun mu var cancağızım? Hayır, valimiz son derece dürüst ve insan canlısı. Belediye Başkanı’ndan bir şikâyetiniz var mı? Ne münasebet, yolsa yol, parksa park, refüjse refüj, suysa su... Hem adam o kadar halktan biri ki çoğu zaman çarşı pazar tek başına dolaşır vaziyette. Rektör mü yoksa? Yok daha neler. Tek kelimeyle Anadolu’nun kabul olunmuş duası bir adam ona hiç laf ettirmeyiz” diyeceklerdir. Falan başkan, filan müdür, falanca iş adamı? Yok yok aman ha…  Ee! Sorun ne o zaman, nedir, kimdir, hangi haldir bu denli insanları şehirden yana memnun oldukları halde şehirde mutsuz eden.

         Bu benim şahsi kanaatim ister katılın ister tenkit edin!

        Öncelikle kimseyi suçlamak niyetinde değilim ama bütün bunların müsebbibi kimdir kimlerdir bilemem ama diyeceğim o ki:

        Neden Karamanda her adım başı karşımıza çıkan “duvarlara sprey boya ile aslı astarı olmayan iğrenç ve çirkin yazılar yazar” çocuklar, gençler ya da insanlar?

      Yeni eski fark etmeksizin bütün parkların, meydanların, yürüyüş yollarının önü ve arkası “çekirdek kabuğu ile kirletilir?”

       Hepsini aynı kefeye koyamayız ama çoğumuzun dert yandığı bir şey var ki “neden arabamızı içimize sine sine tamir ettireceğimiz ustalar azdır” ya da yoktur.

      Neden iş yaptırdığımız firmaların kahir ekseriyeti için işlerini dört dörtlük yapmış olmamaları vesilesi ile bir başkasına “…kesinlikle tavsiye ederim, diyemeyiz de aman ha ona yaptırma ile” başlarız cümleye?

      Neden il dışından gelen misafirlerimizi rahatlıkla götüreceğimiz, tadıyla, lezzetiyle, nezih ortamıyla, gösterdikleri güler yüz ve nezaketleriyle öve öve bitiremeyeceğimiz yemek, “çay ve tatlı ikram edeceğimiz mekânlar bir elin parmaklarını geçmez?

      Neden en işlek yollara hep aynı kişiler aracını park eder de biz hep “dakikalarca park arabamızı bırakacak bir yer” arar dururuz.

      Neden diğer şehirlerin haline ve pazarına, marketine gelen “en güzelinden portakal, en lezizinden üzüm, en tatlısından kavun, sarısından patates, hesaplısından ve de çeşidinden meyve sebze kurusu” vs. gelmez?

       Neden bu şehrin, bizim değerlerimizi yaşatacak yerel bir tiyatro ekibi ve de benliğimizden, özümüzden doğan türkü ve marşları dillendirecek bir musiki korosu yoktur?

       Neden amatör kulüpleri yaşatacak büyük sahalar azdır ve de “bu ili layığı ile (en azından ikinci lig seviyesinde) temsil edecek sürekliliği ve tesisleri olan bir futbol kulübü” yoktur, ya da o kulübü/takımı oluşturmak için çaba sarf edenlere kimse sponsor olmaz?     

        Neden bu şehrin hala çok sayfalı, tamamen renkli basılan gazetesi ve de uydudan yayın yapan “dijital bir TV kanalı” yoktur?

       Neden bu şehrin şairleri, yazarları, sanatkârları olmuş mahir insanları adam hesabına alınmaz, onlara zorunlu kalınmadıkça fırsat/imkân verilmez ya da destek olunmaz. Mesela yazılan ya da hazırlanan “bazı önemli eserleri sahiplenecek, basacak destek olacak bir yayınevi, firma vs. yoktur” ya da varsa bile reklam amaçlıdır?

      Dışarıdan gelecek önemli şahsiyet ve firmaların yer alacağı ve de şehir merkezinde, bütün şehre hitap eden geniş kapsamlı “fuar, sergi, organizasyon, kültürel yarışma vb. şeyler” az yapılır ya da yapılanlara ilgi yok denecek kadar az olur?

      Başka illerde, şehirlerde ne yaşanır bilemem, orada ikamet edenlerin vebali ama şimdilik bizi bu şehir ilgilendirmekte.

     Neden?

     Neden Türk Dilinin başkenti olan bu şehirde “insanların Türkçesi bozuktur, alabildiğine argo konuşmalarla” hitap edilir?

      Neden alkol tüketimi hat safhadadır ve de sigara içenler kadar olmasa da “bir şeylere bağımlılığı artan genç sayısı giderek artmaktadır.”

       Neden bu şehrin “boşanma istatistikleri ülkenin ilk sıralarındadır, aileler bölünmüş, parçalanmış,” dağılmış vaziyettedir de buna topyekun çare aranmaz?

       Neden bu şehre gelen (iyi ya da kötü dürüst ya da yaramaz) “mültecilere bütün şehir halkı bir plan, bir yöntem ve bir program dâhilinde el birliğiyle sahip çıkmaz” onları yönlendirmez, rehabilite etmeye, ehlileştirmeye yanaşmaz?

       Neden, sahi neden bu şehirde insanlar, “çok laf/söz taşır, sürekli birilerini çekiştirir”, gerekli gereksiz haberler çıkartılır.

      Neden hiç gezmediği, bilmediği üniversite hakkında, hiç tanışmadığı belediye başkanı vali, iş adamı, patron vs.. hakkında, hiç karşılaşmadığı falan il müdürü hakkında, adım atmadığı organize hakkında, “görmediği, duymadığı, bilmediği hakkında atar, tutar, konuşur hele hele sosyal medya da yazar da yazar…

      Neden bu şehrin insanları daha “ucuz yakıt almak için uzaklarda kurulu istasyonlara gitmek zorunda kalır? Neden gezi için, umre vs için, uzun soluklu yolculuklar için tereddütsüz bu şehirde çalışanlara değil de sağda ki solda ki firmalara başvurur daha hesaplı olsun diye?

      Neden bu şehrin bazı emniyet çalışanları “Bizim bildiğimizi siz bilseniz duyduklarınız karşısında iğrenirsiniz” der de oracıkta düşündürüverir insanı?

      Hülasa neden bu şehrin kimi sakinleri adamlığına, kocalığına, babalığına, anneliğine velhasıl kendine bakmaz da sokaklarıyla, parklarıyla, oyun alanlarıyla, çöp kovalarından, wc’lerine dek umumi alanlarıyla bu güzel şehri ve şehir insanını gereği gibi sahiplenmez?

      Bilmem ki ya Mevlana bu şehre erken gelmiş ya da biz geç kalmışız. Sahi ne olacak bu Karaman’ın Hali?