Cihannüma Karaman Şubesi tarafından düzenlenen Pazar Sabah Namazı Buluşmaları devam ediyor. Bu haftaki sohbette İlim, hikmet, marifet konusu işlendi. Yunus Emre Camisinde eda edilen namaz sonrası Önder seminer salonuna geçildi. Kur’an-ı Kerim tilaveti ardından başlayan program KMÜ İslami İlimler Fakültesi Dr. Öğretim üyesi Mesut Can ve Aksaray Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Şahin Hocanın sohbetiyle devam etti. Mesut Can Hoca İlim, Hikmet, Marifet konulu konuşmasına

Bu söyleşimizde, medeniyetimizin yapıtaşlarını oluşturduğunu düşündüğümüz üç kavrama dair bazı değerlendirmelerde bulunacağız diyerek başladı ve şunları ifade etti.

İlim: İlim kelimesi, Arapça “a-l-m” kökünden türetilmiş mastar olan “ilim” kavramıyla ifade edilmektedir. Klasik sözlüklerde “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması, tümel ve tikellerin kavranmasını sağlayan bir sıfat” gibi değişik şekillerde mana verilmiş olup kısaca  “Zıddına ihtimal verilmeyecek şekilde manaları birbirinden ayırt etme sıfatı” şeklinde tarif edilebilir.

Türkçemizdeki âlem ve özel isim anlamındaki alem kelimeleri de aynı kökten türemiş kelimlerdir.

Kur’ân’da ilim kökünden türeyen kelimeler yaklaşık 760 yerde geçer. Bu sayı, bilginin ve bilme faaliyetinin Kur’ân mesajı bakımından önemini ortaya koymaktadır.

Hikmet: Kadîm ulemadan bazıları hikmeti, "Vahyin gayr-i metlüv olanı, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyan ve sözleridir." şeklinde tarif etmişlerdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim, "Allah sana kitap ve hikmeti indirmekte ve sana bilmediklerini öğretmektedir."(Nisâ, 4/113); "Ben sana (Hz. İsa'ya) kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil'i öğretmiştim." (Mâide, 5/110) gibi âyetleriyle hikmeti, kitaptan ayrı bir husus olarak ele almaktadır.

İlk dönem Muhaddisleri de hikmeti böyle anlamışlar, “Hikmet müminin yitik malıdır. Onu nerere bulursa alır” anlamındaki “hikmet hadisini” de Hz.Peygamberin hadislerini bulma ve toplama şeklinde icraata geçirmişlerdir.

Her ne kadar hikmet, önceleri Peygamber’in sünneti anlamında kullanılmış olsa da, daha sonraki dönemlerde çoğunlukla Yunanca “sophia” kelimesinin karşılığı olarak “bilgelik” manasında kullanılmaya başlanmıştır. Müslüman filozoflar, hikmet kelimesi ile felsefe kelimesini birbirinin yerine kullanmaya başlamış, böylece örneğin Yunan felsefesinin öğrenilmesinde bir mahzur görmemişlerdir. Bu anlamda, İslam filozoflarının hikmet anlayışlarının daha geniş ve evrensel (tüm insanlığı kapsayıcı) olduğunu söyleyebiliriz.

Marifet: Marifet, ilimle eş anlamlı kullanılmakla birlikte aralarında fark olduğu bilinmektedir. Bazı alimler, ilim ile marifet arasındaki farka işaret ederler. Örneğin: İmam Şafii “İlim ezberlenen malumat değildir. İlim faydalanılandır.” der.İmam-ı Azam hazretleri, fıkhın tarini yaparken ilmi kelimesini değil, marifeti kullanır. Yunus şiirinde

“İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendin bilmezsin

Ya nice okumaktır” derken de ilim ile marifet arasındaki farka işaret etmiş olmalıdır.

Ârifler, mutasavvıflar,, ilk dönemlerden itibaren âlimlerin ulaştıkları bilgilerden farklı ve kendilerine has bir bilgiye sahip olduklarına inanmışlar ve bu bilgiyi “hikmet”, “marifet”,“irfan”, “yakin” gibi yine kendilerine has terimlerle ifade etmişlerdir.

İlim-Hikmet-Marifet Tartışması

Kelamcılar, ilim veya marifetin kaynağı olarak sadece akıl, nass ve hissi kabul etmişlerdir Tasavvuf ise, akıl, nass ve duyuların yanı sıra dinî yaşantıdan kaynaklanan zevk, ilham ve keşfi de kabul edip hakiki bilgiye (irfana) nihaî noktada keşf yoluyla ulaşılabileceğini savunur. Sûfîler, keşf ve ilhamla ulaşılan bilgiye “ilim” demeyip “marifet, irfan, ilm-i ledün, ilm-i vehbî” gibi isimler verirler. Sezgi yoluyla elde edilen “irfan”, Allah ve sıfatları hakkında doğrudan bilgi verdiği halde, akıl ve nakil vasıtalı bilgi verirler. İlm-i ledün, vehbî bir ilimdir. Hz. Hızır’ın ilminden bahseden ayetteki “Ledün” kelimesinden hareketle, bu isim verilmiştir.(Kehf, 18/65). Bu bir çeşit gayb bilgisi, sırlar bilgisidir. Dolayısıyla tasavvuf geleneğine bağlı olanlar, insanın başkasından, kitaplardan öğrendiği şeylerin gerçekten bilgi adını almaya layık olmadığını, zira gerçek bilginin doğrudan, vasıtasız olarak ve sezgisel bir yaşantı hali ile Allah tarafından bu tecrübeyi hissedene ihsan edildiğini savunarak özel bir bilgi anlayışı geliştirmiş oldular.

Bu farklılaşma, tarihte kelamcılar ile mutavvıflar arasında büyük bir ilmi tartışmanın başlamasına sebep olmuştur. Tekke ve medrese arasındaki bu atışmalar yüzyıllar sürecektir. Kısaca ifade etmek gerekirse; Tekke medreseyi öze vâkıf olmamakla suçlarken, medrese tekkeyi zahiri bilmemekle itham etmiştir.

Bir diğeri, İlmiyle amel etmeyene âlim denilir mi tartışmasıdır. İlim, amel ve ihlas bütün olarak ele alınmış ve kimlere âlim denilip denilmeyeceği gündeme gelmiştir. Geçmişte yapılan bu ve benzeri tartışmaların arkasında yatan zihin dünyasının, halen camiamızın kahir ekseriyetinde yaşadığını söylememiz, maalesef, yanlış olmayacaktır. Buna bir de, modernizmin getirdiği kırılmaları eklediğimiz zaman, medeniyetimizin kurucu değerlerinden ne kadar uzağa savrulduğumuzun henüz hesabını dahi tam olarak yapabilmiş değiliz. Hâlihazırdaki dünya görüşü ve âleme bakış açımızın vaziyetinden endişe ediyor olmamamızın, daha elim bir vakıa olduğunu da burada ifade etmemiz gerekir.

Sonuç olarak,

Gerek kadim ilim geleneğimiz, gerekse İslam medeniyetinin inşasında katkısı olan geçmiş İslam toplumlarının ortaya koydukları yazılı ve görsel ürünler incelendiğinde, işin mütehassıslarının ifade ettiği üzere, “salt bilgiden ve maddeden” başka “hikmet ve marifet” olarak adlandırılan hususiyetlerin de varlığı itiraf edilmek durumundadır. Modern dünyanın kültürleri/milletleri yıkıcı, tahrip edici etkisinden kurtulmanın yolunun, kendi medeniyetimize ait bu meziyetlerin yaşatılması olduğunu düşünüyoruz.

Bugün gelinen noktada, geçmişteki kırılma noktalarına takılıp kalmadan hikmeti “kime, hangi millete ait olursa olsun”, “nerede olursa olsun”, “yitiğimiz” kabul etmeli ve onu elde etmek için cehdimizi ortaya koymalıyız.

Sonrasında misafir olarak programa katılan Aksaray Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Şahin hoca dikkat edilmesi gereken 6 hususa dikkat çeken özlü bir konuşma yaptı.

Yusuf Şahin Hoca okumalarından, edindiği tecrübelerden çıkardığı 6 hususu şu şekilde ifade etti.

Yapılan bir şey az da olsa devamlı olmalıdır. Müslümanlar hayatlarını idame ederken bu hususa çok etmelidirler. İbadette böyledir. Her gün 1 sayfa Kur’anı mealiyle birlikte okumak gibi.

İki günü birbirine eşit olmamalı Müslümanın. Peygamber efendimizin de buyurduğu gibi. Günü, haftası, ayı, yılı muhakkak bir adım ilerde olmalı ve o güne, o haftaya, o aya, o yıla bir ilave etmeli.

Sayılara takılıp kalmamalı. Niteliğe önem verilmelidir.

İnsan çalıştığı ya da arkadaşlık ettiği kişileri melek olarak görmemeli. Onların da hata yapabileceklerini daima göz önünde bulundurmalıdır.

Kadınlar yapılan faaliyet ve işlere dahil edilmelidir. Çünkü mükellefiyet sadece erkekler üzerinde değildir. Erkek kadın herkes üzerindedir.

Gençlerimizin medeniyet anlayışımıza kavuşabilmeleri için onları muhakkak kültür, sanat, edebiyat ve mimaride yeterli düzeye getirmek için çaba gösterilmelidir.

Program Kasım ayında okunan hatimlerin duası ve kahvaltı ikramıyla sona erdi.