Cihannüma Karaman Şubesi tarafından düzenlenen Pazar Sabah Namazı Buluşmaları devam ediyor. Bu haftaki sohbette şahsiyet konusu işlendi. Aktekke Camisinde eda edilen namaz sonrası Hatuniye Medresesine geçildi. Şükrü Özdemir Hoca’nın  Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan program KMÜ İslami İlimler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nasseruddin Mazheri’nin sohbetiyle devam etti.

Nasseruddin Mazhari kıonuşmasında;

“DEĞER VERİLMEYEN DEĞER ÜRETEMEZ

Değerli dinleyiciler! Hayırlı sabahlar. Bizi sağ salim sıhhat ve afiyet veren Allah’a hamt olsun.  

Sohbetimizi Hz. Ali’den nakledilen bir hadisi şerif ile başlamak isterim. Hz. Ali der ki “ çocuklarınızı kendiniz gibi yetiştirmeye çalışmayın, çünkü onlar başka bir zaman için yaratılmışlardı” çocuğum tam benim kopyam olsun, ben nasıl düşünüyorsam o da aynı benim gibi düşünsün. Ben hangi cemaate mensup isem o da olsun, ben kimi seviyorsam o da sevsin, sevmediğim insanları sevmesin şeklindeki yaklaşım doğru değildir. Hele bu empoze ve zorlama ile birleşirse o zaman tam ters bir sonuç verir. Babamızdan böyle gördük diye siz de çocuklarınızı öyle yetiştirirseniz aslında onlara zülüm etmiş olursunuz. Yoksa hayır ve iyiliğe doğru yönlendirmek tabi ki en doğrusudur.

(لا تجبروا اولادكم على عاداتكم )

Burada “adetler” kelimesi geçiyor, demek ki ibadetleri Hz. Ali (ra) ayırmıştır. İbadetlerde icbar söz konusu vardır. Yani aynı çatı altında yaşayıp ta çocuğunuzun ibadetleri ile ilgilenmiyorsanız Allah (cc) katında sorumlusunuz. Çünkü bu konuda net bir şekilde emir vardır. Tahrim süresinin 6.cı ayetinde şöyle geçer: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır”. 

Mesele İslam dünyasındaki geleneksel dini kurumlarında bunu net olarak görmekteyiz. Birçoğunda öğrencilere karşı şiddet göstermek bir gelenek haline gelmiştir. Şu anda da birçok gayri resmi medreselerde bu uygulanmaktadır. Çocuk yaşta sözlü ve fiziki olarak şiddet gören nesil aşağılık kompleksiyle büyür ve her şeye karşı bir nevi nefret besler içinde. Bir de ikiyüzlü, iki şahsiyete sahip insanların yetişmesine de zemin hazırlar bu tür merkezler. Sonuç ne olur? Sonuç, nefret gören ve sevgi, saygıdan mahrum olarak büyüyen kişi nefret ve şiddet saçar. Hatta intihar de eder zamanı ve zemini hazır olunca. Bir araştırmacının dediğine göre İslam ülkelerinde intihar saldırılarını gerçekleştiren kişilerin birçoğunun çocuk yaşta cinsel istismara uğradıklarından bahsediyor. Daha sonra bunu adet haline getiren kimse terör örgütleriyle tanıştıktan sonra temizlenmesini ancak intiharda bulur. Yani kestirme yoldan cennete gitmeyi düşünür.

Demek ki şiddet gören veya çocuk yaşta eza ve cefaya uğrayan kimsenin zararı sadece kendisine münhasır kalmaz, birçok diğer insanların canını da yakar. Bu çok tehlikelidir.

Burada sağlam bir terbiye devreye giriyor. Terbiye olmadan ilmin çok fazla yapabileceği şey yoktur. İmam Malik (ra) der ki: “beni annem ilk defa hocaya gönderdiğinde şöyle dedi: yavrum! Rabia’ya git, ilminden önce terbiyesini al”. Yani şahsiyetini kazan. Şahsiyetindeki o güç ve metaneti kazan.

(يا بني اذهب الي ربيعه و خذ من ادبه قبل علمه)

Sahabe ve Tabiin döneminde alimler ve öğrenciler aralarında olan bu edep günümüze ışık tutan meşale gibidir. Bu iki neslin birbirlerine karşı olan o yüksek edep ve adabı insan görünce hayretler içinde kalıyor. Abbas veya Hz. Ebu Bekir’e nisbet edilen bu güzel söz fevkalade güzeldir. Soruyorlar sen mi büyüksün yoksa Hz. Peygamber mi? Cevaba bakın: “Allah Resulü benden büyüktür lakin ben ondan daha önce doğdum”.

)رسول الله اکبر منی و لکنی و لدت قبله(

Şimdi mesele tam ters olmuş. Eğitim üzerinde çok duruluyor, dil öğrensin, sınavlarda en yüksek notu alsın, en güzide öğrenci olsun. Ama bu çocuk hocasına nasıl davranıyor? Ailesiyle ilişkisi nasıl? Arkadaşları ile oturması kalkması nasıl buna kimse dikkat etmiyor.

Geçen bir Arap doktor derdi ki: “Kuveyt, Dubai ve diğer Arap ülkelerinde Avrupa’ya giden öğrencilerin hali perişan. Buradayken her alanda, hem dini hem dünyevi hayatında başarılı olanlar oraya gidip geri döndüğünde birçoğu sanki evrim geçirmiş oluyorlar. Birisi İslami değerlere alay geçiyor, diğeri uzlete çekilip her kes ile irtibatı koparıyor, diğeri de müzmin hastalıklara kapılıyor…”

Demek ki ilk olarak çocuklara şahsiyet kazandırmak elzemdir. Şahsiyet kazandıktan sonra diğer değerlere sahip olur ve yönelirse Allah’ın izni ile hiçbir şey, hiçbir olay onu istikametten saptıramaz. Zaten dinde istikamet esastır. Yoksa her rüzgar ile sallanıp yıkılan, kişilik değiştiren Müslüman olamaz.

 Birçok yerde Hz. Peygamber (s.a) gerçek ve şahsiyet sahibi Müslümanı kökleri sağlam dalları göklere varan asırlık ağaca benzetmiştir. Geçen o meşhur şehidin son görüntüdeki yürüyüşünü gördünüz değil mi? Ölüme doğru nasıl yürüyordu? Bir köpek görüp ta korkan, çığlık atan gençlerimiz var. Arı sesinden korkan, çocuğu sünnete götürüp bayılan anne babalar var, ama ölüme doğru yumruğunu sıkıp hızlı adımlarla giden insanlarda var. Milletlerin kaderini değiştiren tarih yazan da bunlardır. Ben onun o kararlı yürüyüşünü görünce istiklal marşındaki bu mısra aklıma geldi:

Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım

Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım

Seyid kutup tam bu bağlamda der ki: “Ey anneler! Kuzular gibi çocuklarınızı yetiştirmeyin. Çünkü kurtlar onları yırtar”. Şimdi biz zaten kurtlar vadisinde yaşıyoruz.

   )لا تربوا اولادکم مثل الاغنام فتاکلها الذئاب(

 Hz. Peygamber (s.a) da Hz. Ömer’in şahsiyetinin güçlü olduğunu görüp şöyle dua etmiştir: “Allah’ım İslam’ı iki Ömer’den biri ile yardım et”.

“Cahiliye dönemindeki hayırlınız İslam’da da hayırlıdır…” “güçlü mümin güçsüz müminden daha hayırlıdır” gibi hadisler de aslında sağlam karaktere işarettir.

(خیارکم فی الجاهلیه خیارکم فی الاسلام)

(المومن القوي خير و احب الي الله تعالى من المومن الضعيف)

Utbe’nin kızı Ebu Süfyan’nın hanımı olan  Hind, Hz. Peygamber’e biat için geldiğinde Hz. Peygamber (s.a) biat maddelerini sıralarken zina yapmayacaklarına dair söz istedi. Bunun üzerine Hind garip sayarak: “ hur bir kadın zina eder mi?” diye çıkıştı. Yani şunu demek istiyordu: beni zinadan alı koyan İslam değil karakterimdir. Kocası olan bir hur kadın böyle bir şey nasıl yapar diye kendi sağlam ve fıtratı bozulmamış karakterine işaret ediyordu.  

Çocuğunuz şahsiyet sahibi olup ta diğer özelliklere sahip olursa ne ala. Yoksa ne kadar salih, abit, zahit olursa olsun dürüst ve sağlam bir şahsiyet kazanmamışsa her an yoldan çıkması muhtemeldir. Üst üste bina edersin en sonda birisi gelip hepsini yıkar.  İşte değer verilmeyip işkence ile büyütülen kişiler ikiyüzlü ve iki şahsiyet sahibi olduğundan zaman ve zemini müsait bulunca potansiyel olarak her türlü kötülüğü işler.          

Değer verin ki değer üretsin. Değer verildiği zaman çocuklar arının bal ürettiği gibi değer üretirler. Ben birkaç gün önce bir imam hatip Orta Okulunda bu değer verilmeye şahit oldum. Müdür kendisi çocuklara çay ve kek dağıtıyordu. Bahçede onlarla birlikte çalışıyordu. Ama burada bir incelik var ki doğrudan velileri ilgilendiriyor. Hocanın veya müdürün böyle bir hizmete karşı veli: “zaten onun görevidir, yapması lazım, maaş alıyor” dese o zaman çocuk hocasını hoca gözü ile değil bir maaş alan memur gibi bakmaya başlar. Bu da terbiye seviyesini yerlere düşürür, kurumu rezil ve rüsva eder. Kanunlar da hep öğrencilerin lehindedir. Ne yapacağını şaşırıyor bazen. Edebi öğretmeden hep hakkını öğretmeye kalkarsanız böyle bir nesil yetişir işte…

Öte yandan da hoca veya mürşit kendisini kutsal bir varlık olarak lanse ederse o da ifrata kaçar. Böyle olunca da o şeyhin öğrencileri onu direkt Allah (c.c) ile temas halinde olan bir zat olarak görüp söylediklerini vahi gözü ile bakarlar. Bu da çok tehlikeli bir yöneliştir. Bu ikisinin arasındaki ince çizgiyi riayet etmek zorundayız; yoksa sakat bir yola yönelmiş olacağız.

Peki, nasıl bir metot izlemeliyiz çocukları şahsiyet sahibi olmaları için? Bunun en temel esası değerlerinin korunması. Bu hususu çok iyi bilmeliyiz ki değeri biz vermiyoruz kimseye, biz bahşetmiyoruz. Her kesin değeri fıtridir. Allah (cc) bu değeri vermiştir her doğana. Sonradan elde etmemiştir. Biz Müslüman olduğumuz için kast sistemine de inanmıyoruz. Her kes bizim gözümüzde eşittir. Bize düşen nedir, bu değeri korumak, vermek değil. Sadece korumamız yeterli. Her şeyden önce çocuk kerametini bilmeli. Hangi ırktan, hangi renkten, coğrafyadan olursa olsun değerini bilmeli. ولقد كرمنا بني آدم Allah’ın kendisine mukerrem değerli yarattığını bilmeli. İnsanların te bir imzası olur. ama Allah’ın milyonlarca imzası vardır. Vücudumuzdaki en belirgin imzası ise parmak uçlarımızın farklı oluşudur. Hiç kimsenin parmak ucu dünyadaki hiçbir kimsenin parmak izine benzemez. Demek ki her insan rengi, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun Allah’ın özel imzasıdır. Dolayısıyla da özeldir. Bunun farkına varan kimse asla kendini hor görmez, her zaman özel olduğunu anlar ve kendine tam olarak güvenir.

Güven ve değer vermeği ben Türkiye’de birçok yerde şahit oluyorum. Mesela bir gün bir okul taşıtın arkasında şöyle bir cümle görmüştüm. Çok harika idi asla onu unutmam. “Biz Türkiye’nin geleceğini taşıyoruz”. Bu cümle ile her sabah karşılaşan bir öğrenci kendi değerini ve asaletinin farkına varır.

Demek ki edep ve sağlam terbiye her şeyden önce önemlidir gelecek neslimiz için.” dedi.

Program yapılan dua ile sona erdi.