Şu ana kadar öğrendiğimiz alışa geldiğimiz her şeyin kökünden sarsıldığı, sorgulandığı günlerdeyiz. Kilit taşı çekilmiş bir kemer gibiyiz. Birçok kavramı da bugünlerde yeniden düşünür, eski tanımlarına uygunlukları üzerine tartışır hale geldik.

Sermaye ve devlet arasındaki etkileşim, sınıf ayrımları, korporatizm, toplum bilinci sürü bağışıklığı, ulusallık yerellik aklıma ilk gelenler. Ama bugün bütün bunların en öncesinde tüketimi ve toplumu konuşmalıyız belki de. Tabii çok geniş bir kapsam oluşturmuş oluyoruz bu iki başlığı açtığımız anda ama birazda olsa farkındalık yaratıp, farklı sorular üretip kendimize ve topluma sorabiliriz belki… Bu yazının amacı da biraz bu, olup bitenle farklı bağlantılar kurup, önümüze koyup süregelen sistemi, değişimi ve geleceğin tahmin edilebilirliğini irdelemek.

Öncelikle tüketimle başlayalım. Günümüzde nesnelerin ömürlerinin uzunluğu ile onları hayatımızda tuttuğumuz süreler ne kadar zıt değil mi? Aynı zamanda hayatımızda işlevi olmayan birçok nesneyi barındırarak kalabalık etmesine ve nesnelerin bizi yönetir hale gelmesine göz yumuyoruz. Alışveriş merkezleri ve kredi kartlarıyla da çok büyük hizmetler aldığımızı zannedip, hava şartlarının, zamanın hiçbir öneminin olmadığı alışveriş merkezlerine tıkılıp, cebimizde olmayan parayı kredi kartlarıyla buralarda tüketiyoruz. Yeter ki tüketelim…

Yaşanan teknolojik devrimin toplumu tüketime daha da zorladığını görebiliyoruz. Bu konuda verebileceğim en güzel örnek çamaşır makineleri olacaktır. Dere kenarında yıkanan kıyafetlerden, çamaşır kurutma makinesine ve hatta çamaşır yıkama ve kurutma makinelerine özel üretilen dolaplara kadar uzanan bu kısa yolculuk. Bizlere tüketimin ne boyuta geldiğini güzel bir şekilde gösteriyor.

Üretim yaparken bile belli bir tüketim yapmak zorunda kalıyoruz. İşe uygun kıyafet, yol parası, kişisel bakım masrafları… Saymakla bitmiyor. Biraz daha derinlemesine düşündüğümüzde yaptığımız üretimin çok daha büyük bir tüketime yol açtığını fark ediyoruz. İş hayatının getirdiği stresten kaçmak için sürekli alışveriş merkezlerine, sinemalara ve tatillere kaçıyoruz. Yani hem üretimim hem de üretimden doğan tüketimi (dolayısıyla üretimi) aynı kefeye koyup adına da gayri safi milli hasıla diyoruz ve büyümeyi bu şekilde tanımlıyoruz.

Bu zamana kadar tüketimi hep nesneler üzerinden konuştuk. Oysaki tüketim satın almaya eşdeğer değildir. Tüketim toplumunda bir insan nesnelerle birlikte hem kendi özünü hem de hizmetleri tüketir.

Tüketimin en dikkat çekici noktasıysa bedendir. Fiziksel ve dinsel özgürleşme adı altında reklamda, modada, kitle kültürlerinde gösterim bir kurtuluş nesnesine dönüştürülmüştür. Bugün ısrarla bir bedene sahip olduğumuzun vurgusu yapılmaktadır. Çünkü beden hem beden olarak hem de fikir bilinçli bir kuşatma altına alındı. Beden ona sahip olmanın gizli anahtarları yoluyla kuşatılarak ele geçirilebilmektedir.

Mekân, zaman, temiz hava, peyzaj, su, sessizlik, doğal ortam… Toplum olarak bu kavramları da tüketiyoruz ve artık bizler zamanı satın alabiliyoruz. Makineler bize bu imkânı sağlıyor. Bize kalan ise boş zaman… Çalışma dışı zamana ihtiyaç duyup adını da tatil koyuyoruz. Bu durum sadece çalışmanın uzağında, zaman tüketmeye duyulan gereksinime yönelik bir modern bakışın yansımasıdır. Tatil adı altında tükettiğimiz en önemli kavram kuşkusuz zamandır. Turizmin tükettiği doğal güzellikleri ise elbette görmezden gelemeyiz. Bir zamanların sessiz, merak konusu olan, güzellik ve tarihsel ilgi alanlarını, paranın kışkırttığı kalabalıklara açmak üzere rekabetçi bir itiş kakış yaşayan turizm ticareti aslında bu güzellikleri geri dönülmeyecek şekilde yok etmeye sebep oluyor.

Turizm nüfus artışından çok daha hızlı bir oranla büyüyor. Dünyanın en çok turist çeken bölgesi olan Akdeniz’e gelen ziyaretçi sayısı 1985’te 100 milyon iken 2025’te 760 milyona yükseleceği tahmin ediliyor. Bu durumun sonucunda 2 belirgin çevresel etki ortaya çıkacaktır. İlki uzun ulaşım mesafeli tatiller yaygınlaştıkça insanların ulaşımında kullanılan fosil yakıt miktarındaki artış ile bölgedeki olası iklim değişiklikleri. İkincisi ise yoğun bir temiz su sıkıntısı olacaktır.

Bu turizm ticaretinin tüketiminden en çok etkilenenler ise gelecek kuşak olacaktır. Ne yazık ki gelecek kuşaklar bozulmamış doğal güzellikleri olmayan bir dünyayı miras alacaklardır.

Evlerimize kapandığımız ve birçok gündelik davranışımızı resetleyerek, yeni etkileşim, tüketim ve mekânsallık düzlemlerine ulaştığımız bugünlerde gerçek tüketimi yaşayan toplum bizler olduk. Kendimizin kopyasına kadar her şeyi tüketiyoruz ve tüketmekten başka hiçbir şey yapmıyoruz. Tüm bu tüketimin bedelini ise tükenerek ödüyoruz.

Biraz sorgulama yapmamız gerekirse; özellikle henüz ismi konmamış geleceğin kuşakları mekan, tüketim ve toplum kavramlarını nasıl algılayacak?

Onların görme biçimleri neleri kapsayacak? Hangi mekânsal alışkanlıklar tamamen unutulacak, yerine neler gelecek? Tüketim hangi boyuta ulaşacak? Benim aklıma gelen ilk sorular bunlar oldu.

Bir mucize olmasını dileyip bu tüketim bolluğundan kurtulmayı temenni ediyorum.