İçinde bulunduğumuz yılın, Cumhurbaşkanlığımız tarafından UNESCO’nun kararına yapılan “Türkçe” ilavesiyle Yunus Emre ve Türkçe Yılı olarak ilan edilmesi, senenin Yunus Emre ve Türkçe açısından bereketli geçmesine vesile oldu. Yıl münasebetiyle kurum ve kuruluşlar çeşitli etkinliklere imza attı. Bilgi şölenleri, çalıştaylar, panel ve konferanslar, yarışmalar tertip edildi. Kitaplar kaleme alındı, dergiler özel sayı çıkardı. Mart ayıyla birlikte başlayan hareketliliğin yıl sonuna kadar devam edeceği, dahası Yunus Emre ve Türkçe temalı faaliyet ve yayınların 2022 başta olmak üzere birkaç yıl daha süreceği muhakkak.

Yaklaşık yarım asır önce saygıdeğer D. Mehmet Doğan’ın öncülüğünde dil, edebiyat ve kültür sevdalısı bir grup yazar ve fikir adamı tarafından kurulan Türkiye Yazarlar Birliği (TYB), Türkçe yılında Türkçe hassasiyetini bir kez daha gösterdi. TYB’nin, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ), Dil ve Edebiyat Derneği ve Yunus Emre Enstitüsüyle birlikte 26-27 Kasım 2021 tarihlerinde ASBÜ yerleşkesinde düzenlediği Türkçe Şûrası; dilimizin enine boyuna konuşulduğu, ufuk açan, ezber bozan müzakerelerin gerçekleştiği, adına yakışır bir şölene dönüştü.

Ehlince malumdur ki “şûra” dilimize Arapçadan girmiş bir kelimedir. Hâlen “bir konuyu görüşmek için yapılan toplantı, danışma, bir alanla ilgili olarak teşkil edilen danışma kurulu” anlamlarıyla dilimizde yaygın şekilde kullanılıyor. Aynı kökten türetilmiş olan “meşveret, istişare, müsteşar” kelimeleri de Türkçede öteden beri işlek. Birçoğu bu kelimeyi belirli aralıklarla düzenlenen Millî Eğitim Şûrası isimli geniş katılımlı toplantıdan bilir. Yeri gelmişken bugünkü “Danıştay” adlı yüksek mahkemenin Osmanlı’da “Şûra-yı Devlet” ismiyle maruf olduğunu hatırlatalım. Özünde “istişare, görüş alışverişi, müzakere” bulunan bu terimin, Türkçe temalı bir programın adı olması örneğini daha evvel hiç görmediğimiz bir uygulama olmuştur.

Ankara’daki başka bir programım nedeniyle şûranın ilk gününü takip edemedim. Fakat Şerif Ali Bozkaplan, İskender Pala, Turan Karataş, Mehmet Doğan, Atabey Kılıç, Ali Ural gibi akademisyen ve araştırmacıların tebliğlerini sunduğu ilk gün oturumlarının dolu dolu geçtiğini, Anadolu Mektebi öğrencilerinin bu ilmî toplantıya ayrı bir renk kattığını katılımcı hocalarımdan öğrendim. Hepsinin kalemine bereket; zihnine, yüreğine ve eline sağlık.

İkinci gün oturumları tıp dili, hukuk dili, eğitim-öğretim dili, din dili, mühendislik dili gibi başlıklarda gerçekleşti. Bu oturumlarda ömrünü Türkçeye adamış, eğitim-öğretimin çeşitli kademelerinde görev almış Hamza Zülfikar, Fazıl Gökçek, Rıdvan Canım, Memiş Okuyucu, İsmail Aydoğan, Vehbi Başer gibi isimler bildirilerini okudular. Bu oturumları pek çok kişi takip etti. Ama hepsini baştan sona takip edenlerin TYB Fahri Başkanı D. Mehmet Doğan ile şûraya ev sahipliği yapan ASBÜ Rektörü Musa Kâzım Arıcan hocalarımızın olduğunu belirtmek isterim. Özellikle Sayın Arıcan, hemen her oturumun sonunda söz alarak aldığı notları paylaştı; herkesin dikkatini çeken, katılımcıları düşünmeye teşvik eden sorularla müzakere sürecini yönetti.

İki gün devam eden şûra, Türkçenin kangren hâlini almış meselelerinin tartışılması bakımından yararlı oldu. “Türkçe nedir? Hangi kelimeler Türkçedir? Türkçe ders kitapları nasıl hazırlanmalıdır? Türkçe hassasiyetimiz ve bilincimiz, dile olan hâkimiyetimiz hangi noktadadır? Tıp, mühendislik gibi alanlarda Türkçe terimlerin yaygınlaşması nasıl sağlanmalıdır? Akademinin dili ne durumdadır?” gibi sorular ve konular öne çıktı. Kapsamlı, geniş katılımlı bir istişare ortamının tesis edildiği bu program, dilimizin gücünü ve imkânlarını anlama, dil varlığımızın geliştirilerek sürdürülmesi üzerinde düşünmeye vesile oldu. Bu oturumlarda Türkçenin mevcut durumu konuşulduğu gibi geleceğe yönelik teklif, tavsiye ve ikazlar da dile getirildi.

Ne acıdır ki bugün tarihî derinliğinden ve köklerinden uzaklaştırılmaya çalışılan, tabiî gelişimine aykırı bir Türkçe anlayışı ile karşı karşıyayız. Bu anlayışın hâkim olduğu dil kullanımı, bilhassa akademi dünyasında belirgin şekilde kendisini hissettiriyor. Birçok alanda hazırlanan lisansüstü tezlerin başlıkları ile yazılan makalelere göz atıldığında kaygı verici bir manzara ile karşılaşılıyor. Kuşkusuz, dil hepimizin ortak değeridir. Martin Heidegger’in ifadesiyle evidir. Koruyucu ve geliştirici bir hassasiyet göstermek de herkesin öncelikli görevi olmalıdır.

Şûrada dile getirildiği üzere Türkçenin bugün tebarüz eden sorunlarından biri Türkçede karşılığı varken gerek günlük dilde gerek edebî ve ilmî eserlerde gerekli gereksiz şekilde Batı kökenli kelimelerin kullanılmasıdır. Dilimize daha evvel yerleşmiş olan Arapça, Farsça kaynaklı kelimeleri dilden çıkarmak için mücadele eden bir zihniyetin Batı dillerinden kelime girişine ses çıkarmaması da düşündürücüdür. Bunlar dikkate alındığında Türkçe Şûrası, dil dikkatimizi tazelemesi, farkındalığı güçlendirmesi, ilgili kurumların işbirliği içerisinde çalışması gerektiğini göstermesi bakımından etkili olmuştur.

Şurası bir hakikattir ki Türkçenin sorunlarını konuşmak, bunlara çareler aramak, ortaya konan teklifleri hayata geçirmek için bu meselede ilmi, fikri, imkânı ve yetkisi olan, Türkçeyle münasebeti bulunan kişi ve kurumların bir araya gelmesi elzemdir. Şair, yazar, akademisyen, eğitimci, sözlük yazarı, düşünür, ilim adamı ve öğrencilerden müteşekkil bir heyeti aynı masada birleştiren bu şûra, böyle bir toplanmanın mümkün, hatta gerekli olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bu toplantıların önce genel, ardından alt başlıklar hâlinde yapılmasının lüzumunu da ortaya koymuştur. Gelinen noktada yapılması gereken ilk iş, vehimlerimizden, bilhassa ön yargı ve fikrisabitlerimizden sıyrılıp hepimizin ortak paydası olan Türkçe etrafında birleşmektir.