Cihannüma Karaman Şubesi tarafından düzenlenen Pazar Sabah Namazı Buluşmaları devam ediyor. Bu haftaki sohbette Vefa konusu işlendi. Aktekke Camisinde eda edilen namaz sonrası Hatuniye Medresesine geçildi. Kur’an-ı Kerim tilaveti ardından program KMÜ İslami İlimler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nasseruddin Mazheri’nin sohbetiyle devam etti. Nasseruddin Mazhari konuşmasında;

Müslüman Vefalı Olur

Değerli dinleyiciler! Hayırlı sabahlar, Allah (cc.) tekrar bizi burada buluşturdu. Sıhhat ve sağlığı bize bahşeden Allah’a ne kadar şükretsek azdır.

Anadolu insanı maneviyata, ilme, irfana susuzdur. Âlimleri konuşturan, onları coşturan bir özelliği vardır Anadolu insanının. Bu meziyeti birçok yerde bulmak mümkün değildir.

 Bunun en belirgin delili değerli dinleyiciler Mevlana’dır. Her ne kader Mevlana’yı ilk defa derinden etkileyen, coşturan Şms-i Tebrizi olsa da bu meşaleyi eline alan, sönmesine mani olan ve daimi olarak onu tutuşturan Anadolu insanı olmuştur. Hatta bazı Mesnevi şârihleri demişler ki: “eğer Husameddin, Salahettin Zerkub olmasaydı, bu gün elimizde Mesnevi ve Divanı Kebir hatta Fihi Ma Fih olmayacaktı.  

Mevlana da bunun farkında ki Mesnevi’nin birçok yerinde bunu dile getirmiştir.

اين سخن شيرست در پستان جان بي کشنده خوش نمي گردد روان مستمع چون تشنه و جوينده شد واعظ ار مرده بود گوينده شد مستمع چون تازه آمد بي ملال صدزبان گردد به گفتن گنگ و لال “Söz ruhun memesinde sütten ibarettir. Onu çeken birisi lazım. Dinleyici istekli ve su sus olduğunda, vaiz ölü bile olsa dili açılır. Aksine eğer dinleyici melül, pejmürde olursa konuşanın yüz dili de olsa dilsiz kalır. Konuşamaz hale gelir”.       Mehmet Akif ERSOY de bu konuyu şu güzel beyit ile açıklamıştır:

 Müstemiler himemi vaizi eyler intak

Tezheru’l-hikmetü fi meclisi ehli’l-Eşvak 

Bu gün aslında sohbetimizde vefa konusunu konuşacaktık. Lafımız biraz uzadı. Lafın uzaması da sizin ilginizden dolayı gerçekleşti.

Vefa kelimesi aslında cefanın zıddıdır. Vefa konusunda Kur’an kerim ve hadisi şeriflerde çok geçmektedir. Vefanın üç çeşidi vardır:

Allah (cc.) karşı vefa; Müslümanlarla vefa ve Müslüman olmayanlarla vefa. Müslümanın en belirgin özelliği vefalı olmasıdır. Vefasız Müslümandan hayır gelmez. Hatta bir büyük mutasavvıfa tasavvuf nedir diye sorlduğunda: “tasavvuf vefadır” diye cevap vermiştir. Yani her çeşit ahit ve söze durma anlamındadır vefa kelimesi.

Allah (cc.) ile vefa, onun buyruklarına uyma, ona itaat etme anlamındadır. Gönderdiği Peygamberlere iman etme, itaat etme de Allah (cc)’a vefadır bir anlamda. Allah (cc) Maide süresinin birinci ayetinde şöyle buyurur: “Ey inanıp güvenenler, Akitlerinizin gereğini yerine getirin".

 Akit, sözleşme demektir. Müminlerin asıl sözleşmeleri Allah (cc) iledir. Bu şekilde oluşturdukları bağa da itikat denir. İtikad, kişinin inancını gösterir. Yaptığı ameller (işler) de bu inancının gereğidir. Burada ifade edilen helal ve haramlar, bu itikadın gereklerindendir.

 Mümin ilk olarak Allah (cc) ile yaptığı sözleşmeye sadık kalmak zorundadır. Bezm-i Elest diye bildiğimiz sözleşmeyi hatırlayan Müslüman Allah (cc)’a karşı vefalı olur. Onun emir ve nehiylerine saygılı olur, hafife almaz, asla dini konularda cüretkâr olmaz, haddini bilir, aidiyetini bilir, ayağını yorganına göre uzatır. Allah’a vefa ancak bu şekilde gerçekleşir.

Akrabalara ve tüm Müslümanlara karşı vefalı olmak de gerçek Müslümanın özelliklerindendir. Hz. Peygamber (s.a) her konuda bize en güzel

örnek olduğu gibi vefa konusunda da en iyi örnektir. Kendisi Müslümanlara karşı zaten vefanın abidesi idi. 

Bütün sahabe ile vakit bulduk sıra ayrı ayrı ilgilenirdi. Hatta bir meclisten çıkarken her sahabi zanneder ki sadece onun ile ilgilenmiştir.

Onları bir gün bile görmediği zaman hallerini sorardı, onları yoklardı. Hasta olduklarında hiç beklemeden ziyaret ederdi. Hatta mescidi temizleyen zenci bir bayanı görmediğinde halini sordu. Onun vefat ettiğini ve gıyabında defnedildiğini öğrenince üzülmüş ve ona vefa olsun diye mezarının başına gidip cenaze namazı kılmıştır.

Ona iyilik yapan hatta iyilik yapmayan Müşriklere karşı da vefakar davranmıştır. Medine’den çıkarken kendisine eza ve cefada bulunan müşriklerin borç ve emanetlerini Hz. Ali (ra)’ye vermiş, onlara ulaştırması konusunda tavsiyelerde bulunmuş.

Hz. Peygamber (s.a) Taif davetinden yorgun bitkin bir vaziyette Mekke’ye geri döndüğünde müşrikler onun Mekke’ye girmekten alı koyar. Mutim b. Adi müşrik olduğu halde Hz. Peygamber’ i himayesi altına alır. kendisi ve altı yedi çocuğu Hz. Peygamber’ i korumak için silahlanıp onun etrafını sararlar ve evlerine kadar ona eşlik ederler. Bu olaydan yıllar sonra Bedir savaşı vuku bulur. Yaklaşık yetmiş müşrik öldürülüp yetmiş küsur kişi de esir düşer. Bu esirler arasında Hz. Peygamber’ i zor günlerinde himayesinde alan Mutim b. Adi’nin oğlu Cubeyr b. Mutim de vardır. (Bu zat daha sonralarda Müslüman olmuştur). Hz. Peygamber’ i ona baktığında şöyle buyurdu: “vallahi Mutim b. Adi yaşasaydı ve bu esirlerin hepsini azad etmemi talep etseydi hiç tereddüt etmeden hepsini ona verirdim”. Vefayı görüyorsunuz değil mi?

 Siyer âlimlerin dediğine göre Münafıkların başı İbn Selul bir zamanlar Hz. Peygamber’ in amcasına bir elbise hediye verir. İbn Selül öldüğünde ise oğlu Abdullah b. Ubey, Hz. Peygamber’e gelerek babasını tekfin etmek üzere

ondan hırkasını ister. Abdullah’a vefa olsun diye Hz. Peygamber (s.a) hırkasını ona verir. Abdullah’ın babası münafık olmasına rağmen, her kes tarafından Müslümanların düşmanı olduğu bilinen kişiye karşı Hz. Peygamber (s.a) böyle vefalı davranmıştır.

Geçen hafta da Müslümanın şahsiyeti hakkında konuştuğumuzda Müslümanın saf (olumlu anlamada) yani hileyi bilmeyen, arkadan entrikada bulunmayan şahsiyete sahip olduğundan bahsetmiştik. 

Böyle olunca bizim ailevi ve toplumsal hayatımızda net, açık seçik şahsiyete sahip olmamız gerekmektedir. Bir Müslümanın en belirgin meziyeti şahsiyetinin net oluşudur. Şahsiyeti açık olduğu gibi Müslümanın konuşması da net olması lazım. “hallederiz, aklımda olsun, bakalım” şeklindeki ifadeler açık ifadeler değildir. Bir işi yapabildiği zaman veya birisi ondan yardım istediği zaman net olarak ona cevap vermesi lazım. karşı tarafı beklenti içerisinde bırakan müphem ifadeler bir mümine yakışmaz. Yapamak istemediği zaman veya yapmaya gücü yetmediği zaman net olarak karşı tarafa bunu iletmesi lazım. bir Müslümana netlik yakışır. Böyle şahsiyet ve kişiliğe sahip olan kimse insanları şüpheye düşürmez, acaba dedirtmez, kuşkulu halleri olmaz. Onun için Ehli sünnet camiası “Takiyyeden” dolayı Şii dünyasına güvenmezler kolay kolay.

Her konuda net olma, açık seçik olma konusunda Kur’an’dan bir örnek verelim. Hz. Yakup (as) Hz. Musa (as)’ya: ““Ben, sekiz yıl bana çalışmana karşılık, şu iki kızımdan birisini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer sen bunu on yıla tamamlarsan, o da senden olur. Ben seni zora koşmak da istemiyorum. İnşaallah beni salih kimselerden bulacaksın” dedi.” Musa (as) Mûsâ, şöyle dedi: “Bu, seninle benim aramda bir iş. İki süreden hangisini tamamlarsam bana bir husûmet yok. Allah, söylediklerimize vekildir.” diye net cevap vermiştir. Daha sonra da vefa olsun diye on seneyi tamamlamıştır.

Hz. Peygamber (s.a) koyun, keçi kestiğinde Hadice’nin arkadaşlarına dağıtırdı. Hadice’nin vefatından yıllar sonra gerçekleşen bu gibi davranış vefanın en güzel örneğidir. Hatta bu konuda Hz. Aişe (ra) der ki: “Hadice kadar hiç kimseyi kıskanmadım, onun görmediğim halde”.

ما غرت على امرأه كغيرتي على خديجه و أنا لم أرها

Hz. Peygamber (sa) Hz. Hadice’nin arkadaşı Hale’yi gördüğü zaman telaşlanır, onu ikram eder ve buyururdu ki: “Ahdi yerine getirmek imandandır”  ان حسن العهد من الايمان

Hz. Peygamber’in vefası sadece ailevi, toplumsal hayat ile sınırlı kalmamış cansız olan şeylere karşı da vefakar davranırdı. Bilindi üzere minber yapılmadan önce Hz. Peygamber (s.a) bir sütüne yaslanırdı. Minber yapıldığında Hz. Peygamber’in sırtı ile alışmış sütün çocuk gibi ağlamaya başladı. Hatta sesini birçok sahabi duydu. Hz. Peygamber (s.a) minberden inip ona sarıldığında ancak susabildi.

“Ahdi olmayanın imanı da olmaz” diye tenbihte bulunmuş, ahdin iman ile karin olduğunu belirtmiştir. Onun için imanı olmayanların ahdi, sözü da olmaz. Sözleşme ahit yaparlarsa da onu genellikle tutmazlar. Hz. Peygamber (s.a) döneminde anlaşmayı en bozan taraf hep müşrikler olmuştur. Kafirlerle anlaşma yapıldığında da onu bozmak kesinlikle haramdır. Eğer karinelerle onların anlaşmayı bozacağından emin olmuşsak bile onlara haber vermeden anlaşmayı bozmak Müslümanın ahlakına uymaz. (Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik etmesinden korkarsan, sen de antlaşmayı bozduğunu aynı şekilde onlara bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez.

İmanı olmayanın sözünün de olmadığını her zaman görüyoruz. Silah vermeyeceğiz derler, verirler. Yardım yapmayacağız derler, yaparlar. Münafıklara benzeyen kişilerin, örgütlerin hatta devletlerin antlaşmaları her zaman kağıt üzerinde kalıyor.

Allah (cc) bizi iyi insanlarla karşılaştırıp söz ve şahsiyetimizi net olarak ortaya koyma cesaretini bize nasip eylesin! Amin..

Program yapılan dua ile sona erdi.