Bağlı bulunduğu batısındaki il Karaman'a 37 kilometre uzaklıkta olup, et rafındaki Su durağı, Taşkale (Kızıllar), Çayır kuyu, Üçbaş, Orzala, Güçler ve Ağıl önü (Selerek) ile komşudur.

Yakın tarihimize kadar, bir nahiye merkezi olup, bünyesinde Nahiye Müdürlüğü, Nüfus Memurluğu, Jandarma Birliği, Orman Memurluğu, 1954 yılın dan itibaren de Belediyesi, İlkokul, Ortaokul ve Lise gibi öğretim kurumları, Tarım Kredi Kooperatifi, yeteri kadar da esnafı ile son yılların kalabalık bir yerleşim merkeziydi. Tarihi kayıtlara göre;

Konya Vilayeti Salnamesinde, 1902 yılında nüfus 1.240, Sapancalı Hüsnü Beyin 1922 yılında kaleme aldığı "Karaman Ahvali, Coğrafi ve Tarihiye" adındaki ki tabında; 256 hanede, 1.597, 1925 yılındaki mebus seçiminde; 1.248, 1945'de 1.690, 1965'de 2.311, 1970'de 2.576, 1975'de 3.240, 1980'de 3.202, 1985 sayımında 4.191, 1990 sayımında 3.371 ve 2000 yılında 4.144 kişiye ulaştığı görülür.

Son yılların şehirlere göçü ile nüfusu azaldığı gerekçesinden Türkiye'nin birçok yerinde olduğu gibi 29 Mart 2014 tarihi itibariyle, Belediyemiz de kapanmış, Karaman'a bağlı bir köy haline getirilmiştir. Köyün kuruluş tarihi bilinmemektedir. Ancak tarihçilerin ifadelerine göre; köyün ta Hititlerden beri bir yerleşim yeri olduğunu söylerken, ispatı olarak; köy içindeki ve köye girişte Korundibi'nde bulunan mağaraları, ortasındaki tabii kalesini ve biraz ilerimizdeki Manazan Mağaralarını gösterirler.

Çocukluğumda büyüklerimden; çocuklukları sırasında, şu andaki Müslüman köy halkından başka, diğer dinlerden olanların da bulunduğunu öğrenmiş, ayrıca bırakıp gittikleri ev ve dükkânları da göstermişlerdi. Yine çocukluğumda; beş vakit namazların ve bilhassa bayram namazlarında, cemaati en fazla olan Aşağı Camii vardır ki, bizzat tarihi bir kitaptan bildiğime göre; bu cami 1645 yılında köyde Hacı Ali adında birinin girişimi ile kiliseden camiye çevrilmiştir. Yani köyümüz Türklerden çok öncede, Hristiyan, Yahudi ve başka dinlere sahip kişilerin yaşadığı, şirin bir kasabaydı. Orta yaşlı olanların da bildiği gibi; bu caminin merdiven basamaklan, büyük camilerde, kilise ve saraylarda kullanılan büyük yapılardaki sütunlardan oluşuyordu. Sütunların yüksekçe olmasın- dan bilhassa ihtiyar ve çocuklar, bu merdivenlerde zorlanarak inip çıktıkların dan, son yıllarda bunlar kaldırılarak yerine normal basamaklar yapılmıştır. Eski yollarda orada cami olmadığına göre, o sütunların da eski yıllarda, köydeki başka kiliselerden kaldığı anlaşılır. Bilindiği gibi bir de yakın tarihimizde restore edilerek hizmete sokulan tarihi hamamımız vardı. Hani o yıllar çok ilçe merkezinde bile olmayan ama bizim hemen ayağımızda, içinde yıkanıp kirimizi, pasımızı atıp, tertemiz bir şekilde çıktığımız tarihi hamamımız. Onunda Rumlardan kaldığı söylense de, bence Selçukluların eseri olduğu, akla daha yakındır.

Çocukluğumda deremizin durumunu çok iyi bilirim. O yılların her baharında coşar, kabına sığmaz, etrafındaki tarla ve bahçeleri de kaplayarak, aylarca boz bulanık, köy içindeki Karşıyaka Köprüsüne sığmadığından, etrafından taşardı.

Aşağı Döşeme Köprüsünde ise; granit taşlardan yapılmış bir mahmuzla ikiye taksim olduğundan, köprünün her iki gözünden de büyük bir coşku, gürültü ve köpürerek akarken, çok kez buraya gelir, köprünün iki tarafındaki tas tan korkuluklara sıkıca sarılıp, korka korka bu durumu dakikalarca seyrettiğim olmuştur. Her baharda bu selle; Ibili'de, Yukarı değirmenin karşısında ve Karşı yaka Değirmen'ine geçişte bulunan mevsimlik köprüler, sel sularına dayanamadığı için yıkılır, derenin suyu normale dönünce, yenisi yapılırdı.

Köyün içindeki bu iki tarihi köprüden, en güzeli de olan bu Döşeme Köprüsü son yılların, önce maddiyat, sonra da hatırı sayılır bir mermer şirketine ait. Ağır kamyonlarının yüküne dayanamayacağı gerekçesi ile yıkılmıştır ki, bu geriye dönüşümü olmayan tarihi bir cinayet olmuştur bence. Deremiz üzerinde bir gerdanlık gibi güzel, çoğumuzun atalarının göz izlerini, anılarını taşıyan bu köprüye, nasıl kıyıldığını hala anlayamıyorum.

Bu iki köprüden başka, atalarımızdan kalan sanat eseri köprülerden; aşağıda Nalıma, Akköprü, Denircik ve ovaya yakın bir yerde de köprüler vardı. Ancak şu anda Nalıma ve Akköprü'den başka aşağıda köprüler kalmamıştır.

Köyümüzün uzun yıllar bir yerleşim yeri olması nedeniyle, çok eski yıllarda da köprüler mecburen vardı. Ancak tarihi hamamımız için de söylendi gibi köprülerin de Rumlardan kaldığı söylense de, tarihi benden çok daha iyi bilen ban hemşerilerimin yorumlarından, son yıllarda okuduğum tarihi kitaplardan ve memuriyet hayatımda gördüğüm bizim köprülere benzeyen Ermenek'teki Göksu Nehri üzerinde bulunan ve şu anda artık baraj suları altında kalmış Görmel Köprüsündeki levhanın ifadesinden köprünün Karamanoğulları tarafından yapıldığını da öğrendiğimden, bizim köydeki köprülerin de, Selçuklular, daha çok ta Karamanoğulları dönemimden kaldığına artık inanıyorum.

Çocukluğumda o derede olta ile en çok balık tutanlardan, köyde çoğu gibi yüzmesini de orada öğrenenlerden biriyimdir. En önemlisi ise deremizin; suları ile suladığımız bahçe ve tarlalarımızda verimi kat kat artırarak, iktisadi hayatımıza en büyük katkı, deremiz sayesinde olmuştur. Şimdi bile o eski günleri kadar olmasa da, onun verdiği imkanları hala kullanılırken, son yıllarda Karaman halkının içme suyu ihtiyacı için de, büyük bir ümit olmuştur.

Mevzumuza dönersek; 1071 Malazgirt Savaşından sonra çeşitli tarihlerde ve dalga dalga Anadolu'ya yayılan Türklerden bir kısmı da köyümüz toprakları içinde ve hala yaylalarımız olan Meğil, Çayır Kuyu, Ümmet Öreni, Beş ağıl, Kulaca, Tekke, Demirci, Kınık, Mendik, Kayalı ağıl, Kartal pınarı, Kızılca kuyu, Bon cuk, Şahin Ören, Üç baş, Sarıkaya ve Nalıma gibi ören yerlerinde birer kabile olarak yaşadıktan sonra, bunların çoğu köyümüz Yeşildere (İbrala)'ye yerleşmiş olduklarından, belki de onlar çoğumuzun atalarıdırlar.

Tarihi kayıtlara göre; köyün adı tarihi süreçte Walwara, Bayala, Ifrala, Ivrala ve İbrala olarak geçmektedir.

Köyümüzün oldukça geniş bir arazisi vardır, bu arazilerin mevkilerini şöyle sayabiliriz. Aşağıdere, Adabendi, Akgücük, Akköprü, Akpınar, Akseki, Asarlık, Aşağı bağ, Bağaltı, Bent başı, Kuz yaka, Baraklı, Bent başı, Boncuk, Cemel, Çat, Çatkocabelen, Çayır bükü, Çayır kuyu, Çiftgil, Çileli, Çomaklı, Çukur yavşan, De ğirmendere'si, Demirci, Denircik, Derebeyi, Devlingeç Koyağı, Döşeme, Dua, Emece, Erikli, Ermeni, Foni, Gavuralanı, Geriz, Göl ağacı, Gölgeli, Hacı paşa, Ha mur kesen, Hisarlık, İşılan, İbili, İmam bağı, İzzet gediği, Kamış ağıl, Kara bayır, Körse vat, Karşıyaka, Kartal pınarı, Kavak deresi, Kayabaşı, Kayalı bük, Kaya önü, Kenevir Kitap Kepe Kink in, Kızılca kuyu, Killi kayası, Killi koyağı, Kirişçi Koca p Kumbag. Noprüba, Korkuyu, Köy içi, Kaya önü, Kulaca, Kulebi, Kuru ka- vak Manayan Mendik Meyil, Musa kuyusu, Nalıma, Ova, Ovacık, Pinar kolu, Safiye Samicnà Satilmis, Seki, Şimşir, Tekke, Tepecik, Tepe yakası, Tokluca, Tal Kabristan Tol mezarlik, Tosbaga, Tuzaklı, Yalnız dağ, Yanık harman, Yöreme ve Akan dere Bu kadar geniş arazide çok eskiden beri köyün esas geçimi tarım ve hay vancik ken, son zamanlarda da sulu arazilerde meyvecilik olarak elma bahçeleri, kavak yetiştiriciliği yapılmıştı. Son yıllarda halkın şehirlere göçü ile bağ ve bahçe. Terkedilmiş, tanım ve hayvancılık, köyde yalnız birkaç kişiye bırakılmıştır.

Artık acı hakikat önümüzde. Bütün Türkiye'de olduğu gibi; köyümüz hal kinin büyük bir çoğunluğu şehirlerde yaşadığı için, yerli üretim durmuş, aşağı yukarı bütün yiyecek ihtiyaçlarımızı, nasıl olduklarını dahi bilmediğimiz, ithal Ürünler ile karşıladığımızdan, birer tüketici haline düştüğümüz gibi, eski yıllara göre, yalnız yüzde 10-15 kalmış hayvanlarımızın ihtiyacı olan samanı dahi, ithal etme durumuna düşmüş olduk.

Oysaki yukarda saydığım bütün mevkilerde; atalarımızın ve hala hayatta olan bazılarımızın, iyi kötü anıları, yılların nasırlaştırdığı elleri ile hem insanlarımızın ve hem de hayvanlarımızın, bütün yediklerinin üretiminde payı, alın teri göz nuru vardı. Şu anda o mevkilerde ise; sessizlik, işsizlik ve unutulmuşluğun hüznü var.

Kaynak: Yunus Emre’nin Ata Yurdu İbrala (Yeşildere) – Tevifik Demir