UNESCO tarafından ikinci kez ilan edilen Yunus Emre yılındayız. Türkçesi “Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı” olan UNESCO, daha önce sanatçının doğumunun 750. yılı vesilesiyle 1991 senesini Yunus Emre yılı olarak kabul etmişti. Bu karardan 30 yıl sonra Kurum, Hazretin vefatını esas alarak içinde bulunduğumuz seneyi anma programları arasına dâhil etti. Bu hayırlı ve güzel işte emeği geçen, katkısı olan herkese teşekkür borçluyuz. UNESCO Türkiye Komitesi Başkanı Öcal Oğuz hoca ve ekibini yürekten kutluyoruz. Son dönemde bu alanda övünülesi bir başarı görülüyor. Evliya Çelebi, Matrakçı Nasuh, Fuat Köprülü, Hoca Ahmet Yesevi ile başlayan; Atebetü’l-Hakâyık, Kutadgu Bilig gibi şaheserlerle taçlandırılan; Anadolu erenleri Ahi Evren, Hacı Bektaş ve Yunus Emre ile onurlandırılan bir başarı silsilesi bu. Kadim medeniyetimizdeki zenginliğe de işaret eden bu anma/kutlama programları; değerlerimizin tanıtılması, tekrar hatırlanması, insanlığın ortak mirası olan evrensel bilgi ve kültüre katkı sağlaması, dünya barışına hizmet etmesi bakımından büyük önem arz ediyor.

Hayat hikâyesi 1241-1321 yılları arasına rastlayan Yunus Emre, kültür ve medeniyetimizin inşa edici isimlerinden biridir. Onun gerek tarihî belgelere yansıyan yaşam öyküsü gerekse menkıbeler etrafında anlatılagelen hayat serüveni tüm insanlığa hitap eden kesitler barındırır. Yunus’un dilinden dökülenlerse kendi coğrafyasıyla sınırlı kalmamış, sağlığından itibaren dilden dile, gönülden gönüle ulaşmıştır. Onun sözleri, davranışları gönüllere öylesine işlemiştir ki birçok kişi kendisine Yunus ismini mahlas takınmış, yüceliğinden ve maneviyatından istifade etmek isteyen halkımız Anadolu’nun farklı köşelerinde makamlar tesis etmiştir. Ozanın, ölümünden bir buçuk asır sonra isminin yankılandığı yerler arasında Roma ve Urach da vardır.

Türkolog Talat Tekin Erdem dergisinin Mayıs 1987 sayısında çıkan “Yunus Emre’nin Gotik Harfleriyle İki Manzumesi” başlıklı makalesinde, Alman bilim adamı Karl Foy’un 1901 tarihli yazısında Yunus isimli bir Türk şairinin gotik harfli iki manzumesini neşrettiğini söyler. Bu şiirler, 1480 yılında Urach’ta basılmış olan Tractatus de Moribus, conditionubus et nequitia Turcorum adlı Latince kitapta geçer. Kitabın yazarı Yunus’un manzumelerini “Türk Halk Diliyle İki Sermon” başlığı altında verir. Tekin, makalesinde bunlardan ilk söz edenin Türkolog ve Arabist Carl Brockelmann olduğunu belirtir. Bizdeyse bu ilahilerden bahseden ilk kişi Fuat Köprülü’dür (bk. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 263-4).

Eserin yazarı; Transilvanya’nın Siebenbürgen bölgesinde doğmuş, 15-16 yaşlarındayken Macaristan’ın Sebes (Sebeş) şehrine gelmiş Georg adlı bir Macar’dır. Bu genç, 1438 yılında Şebeş Kalesi’nin fethi sırasında Sultan II. Murat kumandasındaki Osmanlı ordusuna esir düşer. Bir esir taciri tarafından satın alınan Georg, dönemin başkenti Edirne’ye getirilir. Orada başka esir tacirlerine satılır. Tam yedi kez efendi değiştiren Georg, yirmi sene Osmanlı ülkesinde kalır; Edirne, Bergama, Bursa gibi şehirlerde yaşar. 1458’de azat edilen Georg, Roma’ya gider ve bir manastırda rahip olur. Türkiye’den ayrıldıktan yirmi sene sonra yukarıda adı geçen eseri kaleme alır. Eser birkaç yıl sonra Urach’ta da basılır. 1502 yılında hayata veda eden Georg, sermon yani vaaz adını verdiği bu şiirleri Latinceye çevirmiş ve bazı yorumlar da getirmiştir. Merhum Tekin’in aktardığı bilgilere göre Foy, bu şiirleri yayımladıktan sonra ilim âleminden bazı öneriler alır. Gelen eleştiri ve önerileri dikkate alan Foy, metinleri tamir ederek yeniden neşreder. İki baskıyı da inceleyen Talat Tekin, Roma baskısının Urach baskısından daha özenli ve düzenli olduğunu söyler.

Tekin, çalışmasında şiirleri XIII. asır edebî Türkçesiyle verir. Mustafa Tatçı’nın Divan neşirlerine dâhil ettiği bu şiirlerden biri günümüz Türkçesiyle şöyledir:

Gafil olma aç gözünü hâline bak öleni gör
Kürelik etme dünyada yazukların dileni gör

Nice yatar düşübeni yılan çıyan üşübeni
Sünükleri çağşabanı çürüyüben ulanı gör

Kimi ah edip kılar zârî günahtır elinde varı
Göçmüş yatar kara yeri miskinleri güleni gör

Sorma hâlin kimisine varma Irahmansuzına
Kim isine gövdesine ulşup yeni yolanı gör

Kanı Muhammed Mustafa hüküm etti Kâf'tan Kâf'a
Dünya kime kıldı vefa aldanuban kalanı gör

Aldanma mala davara kulluk eyle Hakk'a yâra
Sevi ile bile vara baki yoldaş olanı gör

Yunus bu sözleri çatar halka marifet satar
Kendisi ne kadar tutar söylediği yalanı gör

Karl Foy manzumelerin Yunus’la irtibatından emin değildir. O, bu mısraların Yunus adında başka bir şaire ait olduğu kanısındadır. Edebiyatımızda Bursalı Âşık Yunus (ölümü 1440 sonrası) gibi başka Yunusların bulunduğu ve sözü edilen ilahilerin Divan’ın Karaman, Fatih, Bursa gibi temel nüshalarında görülmeyişi dikkate alınınca Foy iddiasında haklı görünmektedir. Ancak Foy’un yazısını okuyan Martin Hartmann, Johannes Mordtmann, Fuat Köprülü ve Talat Tekin; şiirlerdeki muhteva, dil ve üslup özelliklerine bakarak bunların Yunus Emre’ye, yani Bizim Yunus’a ait olduğunu dile getirir. Tekin, bu metinlerin yazmalarda bulunmayışını Yunus şiirlerinin yazıya geçirilme biçimiyle ilişkilendirir ve bazı ilahilerin zamanla unutulmuş olabileceğini, bu yüzden mevcut divanlarda yer almadığını ifade eder. Nüshalarda şiir sayısında karşılaşılan farklılık, bazı manzumelerin yarım kalması, kimi metinlerin de eksik olması Tekin’i doğrulayan faktörlerdir.

Şebeşli Georg’un Jonus “Yonus” mahlasıyla verdiği bu manzumeler, tutsaklığı döneminde (1438-1458) Yunus’un Anadolu’da, hatta Rumeli topraklarında tanındığını, ilahilerinin terennüm edildiğini gösterir. Ayrıca şairin hayatının 1241-1321 arasında olduğu düşüncesini de güçlendirir. Sözü edilen yıllarda hayatta olan, Karaman ve civarında ikamet eden bir kişinin ilahilerinin Rumeli coğrafyasına 1450’li yıllara kadar yayılmış olması makuldür.

Anadolu’dan ayrıldıktan sonra 42 yıl daha ömür süren Georg, hayli uzun denebilecek bu süre zarfında Türkçeyi de unutmamıştır. Gotik harfli bu mısralar, ilahileri Rumeli’de ve Batı Anadolu’da karşılaştığı dervişlerden dinlediği anlaşılan Georg’u ömrünün çeyrek asra yakın kısmını geçirdiği ikinci vatanıyla yeniden buluşturmuştur. Onun esaret sonrasında hayatını kökten değiştirmesinde, rahip olacak şekilde kendisini dine adamasında bu şiirlerin, Anadolu’da dinlediği başka dinî hikâye ve metinlerin, tesadüf edip sohbetine kulak verdiği ermişlerin tesiri olmalıdır.

Yunus’un adını ve ilahilerini XV. yüzyılda Rönesans ve Reformun eşiğindeki Avrupa’ya taşıyan, bize de o dönemin Türkçesinden tadımlık örnekler sunan Şebeşli Georg’u şükranla yâd ediyoruz.

Toprağı bol olsun!