Sendika başkanı olarak konuşma yapmak üzere kürsüye çıktı… İlham ULUÇ… 34 yaşında yaşamını haksızlığa uğrayan işçi sınıfının hak mücadelesine adamış bir insan. Ekmeğin ekmeksizliğin ne demek olduğunu çocukluğunda iliklerine kadar tatmış İlham’ın gençliğini bu mücadele uğruna feda edişi takdiri, saygıyı, alkışı sonuna kadar hak ediyordu.

Yüreği güzel insanların seçtiği yoldur bu. Kalbine her sevgiyi sığdıran ve o sevginin peşinden ne olursa olsun giden ve bedel ödeyen insanların. İnsanları amasız, fakatsız seven; canlı cansız tüm varlıklara değer veren insanların… Yeri geldiğinde adına aşk denen duygunun en acıklı tarafına yüreğini bırakan ve başka hiç kimseye yer bırakmayacak büyüklükteki aşkın sahibine yüz çevirmek zorunda kalan insanların…

Bir duruşu olan insanların seçtiği yoldur bu. İlkeleri olan, en ufak taviz dahi vermekten imtina ettiği değerler uğruna aşkını feda eden insanların. Aşk güzeldir. Hatta dünyanın en güzel duygusudur; ama yaşamını başka yaşamların varlığına armağan eden insanların yola çıkarken heybesine katmaması gereken yüklerden biridir aşk. Çünkü o aşkın sahibi, kendisine âşık olanın her ânını ona adamasını ister. Aşk öyle büyüklüktedir ki içinde yer aldığı kalpte diğer hiçbir duyguya yer kalmasın ister. Sadece o olsun ister. Yalnızca o…

Kürsüde mikrofona doğru yönelip konuşacakken izleyiciler içerisinde birine ilişti gözleri. Herkesten farklı, hiç kimsenin bakışlarında olmayan duygu yoğunluğu ile ona bakan kadınla göz göze geldi. Hazırladığı konuşma metnini katlayıp cebine koydu. Yıllardır o anı bekler hali vardı sanki. O gün yanından ayrılırken bir şeyler daha söyleyecekmiş de içinde kalmış gibi yaklaştı mikrofona doğru. Burnu sızlarcasına iç çekip konuşmaya başladı:

Zamansız sevmelerimiz var bizim. Zamana sığdıramadığımız; zamanla anlamlandıramadığımız… Zamanla anlam kazanan sevmeler… Ânın kısa sürerliğindeki tadına hasret bırakan sevmeler…

Zaman dursun ister insan bazen… O bazenlerin yüreğimize otağını kurup yerleştiği ve derin iç çekmelere bizi iten sevmeleri diyorum. Yıllar geçer… Geçer de o an geçmez… Geçip gitmez…

Her şey gider… Kimse kalmaz… Herkes gider… Zamansız sevmenin kurbanlarıyız biz… Ne zaman sevsek bir şey olur… Ve o şey hiçbir şeyi mümkün kılmaz. Tek bir şey her şeyi o ânın anlık hazzına saplar zihnimizi.

Dünyanın en tatlı kısa ânına saplanıp kalışımız yıllarımıza mâl olur. Giden gider. Biz gideriz. Herkes gider… Kimse kalmaz yerinde… Hayat geçer, her şey geçer, ömür biter…

O ân var olan ve sadece o ân hiç bitmesini istemediğimiz zamanın en kısa dilimine takılıp kalan bilincimizin en berrak yerinde bize bizi unutturan sevmenin kurbanlarıyız biz.

Her zaman yetersizdir. Hiçbir zaman yeterli olmayacak bu zaman. Zamansız sevdik. Hangi zaman sevdiysek zamansız sevdik. Bir şey oldu ve sevgimiz yarım kaldı. Eksik kaldık. Yetmedik… Yetişemedik…

Zamanla sınırsız sevmek herkesin, hepimizin, yani bizim belki de en aciz noktamız. Bizi bu acizliğin esareti altında bırakan o sevginin taa…

“Taa” dan sonra gelecek söz ne kadar aciz ne kadar garip... Boynu bükük sözcükler ne kadar anlatır ki bizi “taa” ile başlayan serzenişe iten sevmeye gönül koyuşumuzu…

Kimimiz üç noktadan sonrasına gözyaşımızı bırakırız… Kimimiz küfür eder; kimimiz sanki o ân hiç olmamış gibi boş boş anlamsız sözlerin ardına saklarız hüznümüzü… Üstüne bir sigara yakar; dumanı içe çekerken ciğerimizi yakan o ânı sisle kaplarız…

Zamansız sevmelerimiz var bizim. Hem de her zamansız…

İndi kürsüden. Az önceki sözleri sanki o söylememiş gibi hızlı adım kendisine ait koltuğa doğru yöneldi. Kimseyle göz göze gelmemek için ayakuçlarına bakar şekilde attı adımlarını. Yerine oturdu. Salonun duvarlarını yıkacak ölçüde güçlü bir birliktelikte buluşan alkışları duymuyordu. Aklı az önce göz göze geldiği kadındaydı. Dönüp ona bakmak istiyordu… Fakat dönüp ona bakmadı…

Yazarın yeni çıkan romanı ‘Gerçek Sanrı’ adlı kitabı internette tüm kitapçılarda

Instagram: @yakupyasar11